Bölüm 86

654 60 7
                                    

2 hafta sonra...

Kılıcımı İbrion'un boğazından çıkardım ve ensesindeki enerji çekirdeğini çıkararak yüzüğüme attıktan sonra “Lisa durumumu göster“ dedim.

İsim: Virgin
Soyadı:************
Element : kara büyü
Savaşçılık: gökyüzü 1. seviye
Büyücülük: çırak 7. seviye
Teknikler: çırak 1. seviye savaş stili, kara büyücünün kalkanı, karanlık girdap.

İki hafta içinde savaşçılıkta iki seviye atlayarak gökyüzü seviyesine yükselmiştim. Kara büyücülükte de iki seviye atlamıştım ve ruhlarımızın sayısını elli binden, yetmiş beş bine yükselmiştim.

Yere oturup biraz dinlenerek karşımdaki elliye yakın İbrion cesedine bakıyordum. Bir kaç gün öne aklıma İbrion'lardan birini takip ederek onun nereye gittiği fikri geldi ve bunu uyguladım. Enerjimi tamamen gizleyerek bir tane İbrion'un arkasından gittim ve sonunda mağara benzeri bir yere geldim. Akşam olduğu vakit mağaraya girdim ve derinlere doğru hareket etmeye başladım. İbrion'ların bir kaç tanesini boğazlarını keserek halletmiştim,
eğer ses çıksaydı diğerleri de gelebilirlerdi. O zaman buradan kaçmak zorunda belkide kalabilirdim o yüzden bu riske girmedim. Derinlere indiğim vakit duvarlardan asılmış meşaleler görmeye başladım. Bu meşaleleri nasıl yaktıkları düşündüğüm vakitte bunların eskiden insan olduklarını ve daha sonra i
İbrion'a dönüştüklerini hatırladım. Mağaranın derinliklerinde büyük bir oyuk vardı o oyuk ortasında yanan küçük odunlar vardı etrafında ise elliye yakın İbrion duruyordu. Mağaradan çıkarak yarını, yani bu günü bekledim ve saldırarak hepsini öldürdüm.
Bu iş oldukça yorucuydu ama buna değdi. Onların sayesinde belki de gökyüzü ikinci seviye olabilecektim.

Oturduğum yerden ayağa kalkarak diğer İbrion'larında enerji çekirdeklerini almak için harekete geçtim.

On dakika sonra diğer enerji çekirdeklerinde yüzüğüme koyduktan sonra yüzüğümde kırk yedi tane onuncu seviye, elli tane dokuzuncu seviye çekirdek vardı.

Çekirdekleri toplayıp bitirdikten sonra yarım kalan yoluma devam etmeye başladım.

Yarım saat sonra küçük bir kasabadan on beş metre uzaklıktaydım.

Ağaçtan yapılmış evler, toprak yollar, at arabaları ve merkezde olan üç metre yüksekliğinde kükrerken tasvir edilmiş ağaçtan yapılma bir tane aslan heykeli vardı.

Yavaş adımlarla köye doğru hareket ettiğim vakitte sokakta birbirini kovalayan çocukların masa arkasında oturarak çay içen insanların ve çamaşır yıkayan kadınların olduğunu farkettim.

Köy insanları beni fark ettikleri gibi gözlerini üzerime zilletiler. Çay içen adamlar çaylarını yarım, çamaşır yıkayan kadınlar çamaşırını yarım ve birbirlerini kovalayan çocuklar kovalamayı durdurarak bana bakmaya başlamışlardı.

Onlar bana bakarken yavaş bir şekilde aslan heykeline doğru hareket ediyordum. O heykelin ne için oraya koyulduğunu merak ediyordum.

Heykele varmama beş metre kala, önüme üç, arkama dört ve kenarlardan üç metre uzaklığında insanlar durdu.

Önümdeki on sekizli yaşlarda, siyah kıvırcık saçlı, bir seksen boylarında, yeşil gözlü üzerinde bura için şık ama krallık için dilenci elbisesi olan birisi, “dur yabancı, sen kimsin ve buraya ne için geldiğini hemen söyle yoksa buradan sağ çıkamazsın!“ diye söyledikten sonra enerjisini saldı.

Konuşan çocuğun enerjisini salmasıyla diğerleri de enerjilerini saldılar.

Hepsinin enerjisine baktığım zaman en güçlüsünün çırak dokuzuncu seviyede olduğunu fark ettim.

Etrafıma baktığımda kızların o çocuğa nasılda hayran, hayran baktıklarını gördüm. Yüzümde istemsizce bir gülümseme oluştu.

“ben buranın yakınlarından geçiyordum, biraz yemek ve bir gecelik uyku için buraya uğradım. Başka bir şey istemiyorum“ dedim. Alttan almaya çalıştım çünkü bunlar benim için kolumu kıpırdatmama bile değmezdi.

Çocuk benim ondan korktuğumu sanacak ki, kahkaha patlatarak, “hahaha! Biraz yemek ve uyku ha! Yok sana burada hiç bir şey! Yürü, git buradan!“ diye söyledikten sonra kızlara göz ucu bakmayı da ihmal etmemişti.

Derin bir nefes alarak, “senden izin almıyorum yada başka birisinden burada bir gece kalacak ve yemek yiyeceğim bitti” dedikten sonra burada kimin patron olduğunu göstermek için enerjimi tüm köye saldım.

Enerjime maruz kalan her kes aniden yere yapıştı. Bir saniye sonra çoğunun burnundan ve ağzından kan gelmeye başlamıştı.

Bu kadarının kafi olduğunu kendime kanaat getirdikten sonra etrafa enerji salmayı kestim ve yerde biraz önce benle konuşan çocuğa doğru hareket ederek yanından geçtim

Aslanın önüne geldikten sonra biraz eğilerek alttaki yazıyı okumaya başladım.

“Tako aslanı. Bu köye vahşi fil sürüsü  istilasından koruduğu için bu heykel onun adına yüceltilmiştir”.

Dik pozisyonumuz alarak “hımm.. Demek hayvanlar bile kendinden güçsüzleri koruyabiliyor ama bazı insana benzer mahluklar korumak yerine kendi egolarını tatmin ediyorlar, ne yazık“ diye sesli bir şekilde söyledikten sonra arkamı döndüm.

İnsanların bazıları zorlukla ayakta durabiliyordu. Bunlardan biride benle konuşan gerizekalıydı.

Çocuğun yanına giderken çocuk diz çöktü ve ağlayarak, “efendim ne olur canımı bağışlayın! Bir daha egomu tatmin etmem efendim! Ne olur yalvarırım kıymayın bana?“ diye yalvarmaya başlamıştı.

Kendinden yaşça küçük birine 'efendim' diyerek yalvarmak işte buydu. Güçlü olan herşeye hükmederdi. Bu kanunu bir kez daha doğruladım.

“ bana kalacak bir yer bul hemen!“ dediğim vakit çocuk zorlukla ayağa kalkarak sağ taraftaki iki katlı tahtadan yapılma, önünde masa ve sandalyeler olan bir eve doğru hareket etmeye başladı.

Çocuğun hareket etmesi ile bende onun arkasından hareket etmeye başladım.

Masanın yanına vardıktan sonra Sandalyeyi bir kenara çektim ve oturarak iki dakika önce meraklı, bir dakika önce küçümser, şimdiyse korku dolu gözlerle bana bakan insanlara bakmaya başladım. Nasıl bu kadar hızlı değişebildiklerini şok içerisinde izliyordum.

Çocuk kafasını eğerek yanıma geldikten sonra, “efendim bizimde kalabilirsiniz buranın en iyi evidir. Size layık değil ama“ derken sözünü kestim ve “sen nereden biliyorsun bana neyin layık, neyin layık olmadığını?! “diye biraz öfkeli bir şekilde sordum.

Çocuk cevap vermeden öylece başını aşağıya eğip duruyordu.

Bir kaç dakika sonra emredici bir şekilde “yemek getir hemen!“ dedim.

Çocuk “emredersiniz efendim“ diyerek evlerine doğru koşmaya başladı.

İşte buydu Güç. Bir kaç dakika önce seni üzmek isteyenler şimdi kendileri karşında eziliyordu.

Bir dakika sonra tepside önüme dört kişiyi rahatlıkla doyuracak kadar büyük olan, bir et parçası, demirden yapılma çatal, bıçak ve yanında bir bardak şarap getirdikten sonra, “başka bir şey ister misiniz?" diye sordu.

Düz bir şekilde, “gitmeni“ diye cevap verdikten sonra çocuk arkasını dönerek eve doğru hareket etmeye başladı.

Çocuk gittikten sonra çatalı sol, bıçağı ise sağ elime alarak etten bir parça kesip ağzıma attım ve çiğnemeye başladım.

Yemeği bitirdikten sonra hala insanların yerlerinden kıpırdamayarak bana baktıklarını fark ettim?

Konak ettikleri eve doğru hareket etmeye başladığımda enerjimi hiç kimsenin fark edemeyeceği bir şekilde etrafa saldım ve yüz metre içerisinde tehlike arz eden bir şeyin olup olmadığını yokladım.

Etrafın sakin olduğunu kendime kanaat getirdikten sonra evin kapısından içeri girerek karşımdaki ikinci katın merdivenleri ile yukarıya  çıktım ve sağdaki ilk odayı açtım.

Şansıma burası yatak odasıydı.

Etrafta birinin olup olmadığına aldırış etmeden yatağa doğru bir kaç adım attım ve arkamı yatağa dönerek kendimi yatağa doğru bıraktım.

Bedenim yatağın yumuşaklığı ile sarıldıkça gözlerim yavaş, yavaş kapanmaya başlıyordu.

Sonsuz Karanlık-Karanlığın Adaleti  ( TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin