Meu’nun dediği gibi beş kilometre güneye gelmiştim.
On metre yüksekliğe varan surlar, her on beş metrede bir gözcü kuleleri, sulardan asılmış yeşil bayrak üzerinde ağzı açık yılan desene, üç metre yüksekliğe varan büyük bir kapı ve kapının önünde ona yakın insanla burası Tamas krallığı idi.
Kapıya doğru yaklaştığım sırada kapı muhafızlarının insanları içeriye bırakmak için para topladıklarını gördüm.
Her para almazdan önce etraflarına bakıp sonra paraları alıyorlardı. “demek içeriye girmek için haraç vermek lazımmış. İnsanlar niye bu kadar aç gözlüler hala anlamış değilim“ diye aklımdan geçirdiğim sırada kafamı iki yana olumsuz anlamda sallayarak sıkıntılı bir nefes verdim ve benim sıranın gelmesini bekledim.
Sıram yirmi dakika sonra gelmişti.
Kapı görevlisi, “dur velet, buraya ne için geldin?“ diye kibirli bir şekilde sormuştu.
Velet demesine kızmıştım ama buraya sakin bir şekilde girip, sakin bir şekilde de çıkmak istiyordum.
Yüzüğümden bir altın çıkardım ve benle konuşan görevliye doğru uzatarak, “gezmeye“ dedim.
Asker elimdeki altını aldıktan sonra yarım kalmış yoluma devam etmeye başladım.
Arkamdan gelen, “hey velet nereye gidiyorsun bu yeterli değil“ diye demin konuşan askerin sesini duymamla durdum ve arkamı dönerek, “yetti kadarını kullan o zaman“ dedikten sonra arkamı döndüm ve yoluma devam etmeye başladım.
Görevlinin orada öfkeden kudurduğunu görmeden bile anlıyordum ama böyle konuşmamın tek sebebi bana saldırmayacak olması idi.
Krallığın sokaklarında gezindiğim vakit daha yeni adım atmama rağmen yollarda dilenen onlarla çocuk veya büyüklerle karşılaşmıştım. Onlara içim acıyarak bakıyordum. İnsanların burada iyi yaşamadığı her hallerinden belli idi.
Bir kaç parça eşya aldıktan sonra enerji çekirdeklerini krala verecektim. İnsanların dilendiklerini gördüğüm vakit kendi geçmişim aklıma geliyordu. Günlerce aç ve susuz kaldığım o günler bir bir beynime hücum ediyordu.
Yolda yürürken insanların sokakların kenarlarına toplaştığını farkettim. Merakıma yenik düşerek bende kalabalığa doğru hareket etmeye başladım.
Kalabalığa yaklaştığım sırada insanların sokakların kenarlarında durarak orta kısmı boş bıraktıklarını gördüm.
“Herhalde birisi geçecek, “diye aklımdan geçirdikten sonra sağ tarafımdan“ bayım rica ederim bana bir kaç bakır vere bilirmisiniz çocuklarım kaç gündür aç“ diye ağlamaklı yaşlı bir ses duymamla kafamı sağ tarafa döndürdüm.Sesin sahibi olan otuzlu yaşlarında olan adama, “şöyle bir anlaşma yapalım. Ben sana bir kaç soru soracağım. Cevapladığın soru kadar sana para vereceğim“ dedim.
Adam tamam anlamında kafa salladıktan sonra, “ilk sorum buradan kim geçecek?“ diye olmuştu.
Adam yüzü buruşturarak “kral“ dedi.
Gözlerimi kısarak, “kraldan galiba hoşlanmıyorsunuz?“ diye sorduğumda adam 'evet' anlamında kafasını salladı.
“peki niye hoşlanmıyorsunuz?“ dememle adam yüzünü yine buruşturdu ve “birazdan görürsünüz“ dedi.
'Tamam' anlamında kafa salladıktan sonra yüzüğümden üç altın çıkardım ve adama uzattım. Adam ilk önce şok olmuştu. Benim altınları sadece sorulara cevap verdiği için vermediğini başka şeyler isteyeceğim bir kaç saniye düşündüğünü gözlerinden anlamıştım ama daha sonra parayı elimden aldı ve arkasını hızlı bir şekilde dönerek koşmaya başladı.
Adam gittikten sonra bende halk gibi durup kralı beklemeye başladım.
Bekleyişim beş dakika sonra meyve vermeye başladı.
Pahalı oldukları sadece bakılmakla bile bilinen iki beyaz atın çektiği altın kaplamalı at arabası, arkasındaki on beşe yakın atlı ve piyade alayı yavaş bir şekilde hareket ediyordu.
At arabasının iki taraftanda penceresi açıldı ve içerden altınlar yere atmaya başladılar. Bu iyi bir şeydi. Kral halkına yardım ediyordu ama bir sorun vardı halk kralın döktüğü altınlar doğru hareket etmekten sanki korkuyordular.
Bunun niye böyle olduğunu anlamak için karşımdaki insanları yararak yere düşen altınlardan birini elime aldım.
Altını elime almamla at arabası ve korumaları durdular etraftaki insanlar şaşkın bir şekilde bana bakmaya başladılar.
At arabasının ben tarafa olan kapısının açılması ve içerden kırklı yaşlarında, beyazlaşmaya başlamış siyah saçları, mavi gözleri tombul bir yüzü olan, üzerinde pahalı kumaşlardan elbiseler, parmaklarında farklı farklı pahalı taşlardan olan yüzükler, boynunda ise zinciri altından yapılma, yılan gümüşten, yılanın gözleri ise yakuttan olan bir gerdanlık takan bir adam sinirli bir şekilde at arabasından indi.
Adamın arabadan inmesi ile süvarilerde aylarında indi. Korumalar yana doğru hızlı bir şekilde hareket edip etrafımı sardıkyan sonra yüzüklerinden mızraklarını çıkararak bana doğrultmayan başladılar.
Adam sinirli bir şekilde, “velet sen benim kim olduğumu biliyormusun!? Ben bu Krallığın kralı yüce Gnusmas‘im! Sen ne ücretle benim döktüğüm parayı toplarsın? Onlar zahmetle buralara geldiğim için kendi yoluma kendim altınımı döküyorum senin gibileri bu parayı alamazsınız anlaşıldımı!?“ diye ortalarda kibirli bir şekilde konuşmuştu.
“özür dilerim kralım. Ben buraya yeni geldim. Sizin yüceliğiniz beni kör etmiş. Yoksa haşa! Sizin altınınıza el uzatır mıyım? Ne olur beni affedin!“ diye dışımdan, “sen göreceksin o***** “ diye ise içimden söylemiştim. Burayı yok etmek bir saatimi alırdı ama bana yıkılmış bir krallık lazım değildi bana tam bir krallık lazımdı kendi imparatorluğumu kurmak için.
Gnusmas benim Sözlerimden sonra yüzündeki ifadeye acımış bir ifadeye bıraktı ve yüzünü buruşturarak, “seni öldürmeyeceğim velet. Sana yaşama hakkı veriyorum. Bir daha karşıma çıkma yoksa son nefesini dar ağacında alırsın“ dedi ve arkasını dönerek at arabasını bindi.
Gnusmas‘ın at arabasına binmesi ile süvarilerde kendi atlarına doğru hareket edip bindikten sonra at arabasının hareketi ile onlarda hareket etmeye başladılar.
Onların gitmesi ile arkamı döndüm ve kalacak bir yer bulmak için karşıma çıkan ilk adama, “buralarda kalacak bir yer varmı?“ diye sordum.
Adamdan kalacak yerin yerini öğrendikten sonra hızlı bir şekilde oraya doğru hareket ettim.
İki dakika sonra ahşaptan yapılma, üç katlı bir binanın önünde durdum ve tahta kapıyı aralayarak içeriye doğru girdim.
İçeride bir kaç tane masa sandalye, bir tezgah ve tezgahın arkasında on dokuz yaşlarında bir erkek vardı.
Erkekten boş bir oda anahtarı aldıktan sonra üçüncü kattaki odama saniyeler içinde kalktım.
Odama girdikten sonra kapıyı sert bir şekilde çarptım. Öfkelenmiştim ama niyesini bilmiyordum. Bir yıl önceye kadar her gün böyle yapmaya alışıktım ama şimdi en küçük bir şeyde bile öfkeleniyordum bunun sebebini bilmiyordum.
Yatağa oturup gece olacak baskın hakkında düşünmeye başladım.
“bu gece kral bozuntusu un son gecesi olacak“ dedikten sonra yüzüğümden iletişim taşını çıkardım. Enerjimi taşa gönderdim ve “Ot duyuyor musun?“ dedim.
Bir kaç saniye sonra, “efendimizi selamlarım“ diye Otun sesini zihnimde duymamla, “kaç elf topladın?“ diye sordum.
Ot, “yüz tane efendim“ dedikten sonra “güzel hepsini al ve güneye doğru hızlı bir şekilde gel. Evcil hayvan istersen al fark etmez ama üç gün içinde burada olun anlaşıldı mı? “diye emredici bir sesle söylemiştim.
Ben birisi ile emredici bir sesle konuşamazdım bu zamana kadar galiba öfkelendiğim için hıncımı başkasından çıkarıyorum diye düşündüm.
Ot’un, “emredersiniz efendimiz“diyen sesini duyduktan sonra enerji taşını yüzüğüme koyarak kendimi yatağa sırt üstü bıraktım.
Virgin'in bilmediği bir şey vardı. Koas onu ele geçirmeye başlamıştı. Kendini ilk belli ettiğinde imparatorluk savaşlarına seçim zamanıydı, ikincisi ise buydu. Eğer Kaos onu ele geçirseydi, Dünya Kaos'u birinci sıradan tadacaktı.
![](https://img.wattpad.com/cover/189616575-288-k239641.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuz Karanlık-Karanlığın Adaleti ( TAMAMLANDI)
Fantasía#1 teknikler - 5.11.2019 #1 birlik - 5.11.2019 #1 ordu - 5.11.2019 #1 imparatorluk - 5.11.2019 #1 webnovel - 5.11.2019 Bu kitap tamamen hayal gücü ile yazılmamıştır bu kitap gerçeklerle ilgi bir kitaptır. İnsanlığa özgür olduklarını söyleyip onları...