Ezmanla devam ediyoruz...
Omuzlarımın sarsılmasıyla gözlerimi hafif araladım. Yerde yatıyordum. Kulağıma dolan seslerden biri bana "Beyefendi iyi misiniz?" diye sesleniyordu sürekli. Yüzümü sesin geldiği yöne doğru çevirmek istediğimde başımda hissettiğim feci bir ağrıyla inledim. Bir elimi başıma götürüp diğer elimi de yere bastırarak oturmaya çalıştım fakat başım dönünce duraksadım. Tam kendimi salıp yere yığılacaktım ki güçlü kollar beni kavrayıp bir sokak lambasına yaslayarak yere oturttu ve bana iyi olup olmadığımı tekrar sordu.
"İyiyim," dedim başımı sabit tutarak. "Ne oldu bana?"Bana yardım eden adam eliyle bir kaç metre uzağımdaki metro istasyonunu göstererek "İlerdeki durakta patlama oldu ve sanırım sizin kafanıza da bir cisim isabet etmiş," deyince başımı kavradığım elimi indirip elime baktım. Elim kırmızıya boyanmıştı, demek ki başım kanıyordu ve başımın ağrısı bu yüzdendi. "Başım kanıyor..." dedim endişeli bir şekilde.
Adam "Korkmayın, yaranız çok derin değil. Sargı beziyle baskı uygulayarak kanamayı durdurabiliriz," diyerek ilk yardım çantasından steril bir gazlı bez ve bir sargı bezi çıkararak başımdaki yarayı ustaca kapatmaya başladı. Bu işlem bittikten sonra bana yardım eden adama minnetle baktım. "Teşekkür ederim," dediğimde tebessüm ederek "Teşekküre gerek yok benim işim bu," dedi. Adamın gülümsemesine gülümseyerek yanıt verdiğimde üzerindeki 'British Red Cross' amblemini gördüm. Kızıl Haç üyesiydi bu adam.
"Şimdi daha iyisiniz umarım?" diye sorunca başımı hafifçe yukarı aşağı sallayarak yanıt verdim.
"Peki kim olduğunuzu hatırlıyor musunuz?" dediğinde "I am Ezman," diye cevap verdim. "Ezman Seyhanlı."
"I am Oliver," dedi elini elimin üzerine koyarak. "Siz iyiyseniz ben başka insanlara yardım etmeye gidiyorum," diye ekledi.
"Ben iyiyim, siz devam edin lütfen," diyerek yanıt verdiğimde adam yerinden doğrulup ilerde yatan kadının yanına gitti. Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde o çok sevdiğim şehrin bir savaş alanına döndüğünü gördüm. Yerde yatan masum insanlar, onca acı onca gözyaşı... değer miydi? Kan ve barut kokusu miğdemi bulandırmaya başladığında yaslandığım sokak lambasına tutunarak ayağa kalktım ve yalpalayarak bulunduğum yerden uzaklaşmaya başladım. Ayaklarım beni taşımakta zorlanıyordu ama bir an önce bu cehennemden uzaklaşmak istiyordum.
Bir süre sonra yürüyecek takatim kalmamıştı, dizlerim ve ayaklarım artık beni taşıyamayacak kadar sızlıyordu. Başım da hâlâ çok ağrıyordu. Gözlerimin önü tekrar kararmaya başladığında kendimi beni ele geçirmek isteyen karanlığın kollarına bırakacaktım ki, kendimi tekrar güçlü kolların arasında buldum.
"Abicim n'oldu sana böyle?" diye bir ses kulaklarıma iliştiğinde gözlerimi aralayıp sesin kimden geldiğine baktım. İri yarı kalın kaşlı pos bıyıklı bir Türk'tü beni kavrayan. Altın bulmuş gibiydim.
"Abi ben... patlama... ben eve gitmek istiyorum" gibi bir şeyler geveledim."Tam adamına denk gelmişsin oğlum, ben taksi şöförüyüm," diyerek beni omuzladı ve yolun kenarındaki taksiye doğru sürüklemeye başladı yürümekte zorlanan bedenimi. Taksiye yerleştirdikten sonra "Nereye süreyim abicim," demesiyle "Devonshire road'a," dedim. Araba hareket ettiğinde göz kapaklarımı indirip yaşadığım korku dolu anları sindirmeye çalıştım. Eve gidip ikinci ailem olan insanlara sarılmak istiyordum. Londra'ya ilk geldiğim günden itibaren Boran öz kardeşim Berfin de kız kardeşim gibiydi, Gülçin halamla Azad eniştem ise bir gün olsun beni kendi çocuklarından ayırmamışlardı. Şu an onlara o kadar çok ihtiyacım vardı ki. Taksi durunca gözlerimi tekrar açtım. Bu yabancı ülkede üç yıldır yuvam olan evin yüksek pencerelerinden yayılan ışık içime huzur verdi. Taksicinin parasını ödemek için elimi cebime attığımda cüzdanımın orda olmadığını farkedip taksici abiye mahçup bir bakış attım. "Şey... abi... cüzdanım," dedim utanarak.
"Canın sağ olsun kardeşim, insanlık öldümü bu da benden olsun," diyerek kartını uzattı. "Bir daha lazım olursa ararsın gelirim abicim," diye eklediğinde taksici abinin elindeki kartı alıp bolca teşekkür ettim. Ben arabadan indiğimde taksici elini havaya kaldırıp "Hadi tekrar geçmiş olsun!" diyerek hareket ettirdi aracını. Yorgun adımlarla eve çıkan birkaç basamağı çıkıp zile bastım. Kapının açılmasını beklerken kolumu duvara yaslayıp başımı kolumda dinlerdim. Çok uzun sürmeden kapı açıldı.
Asmin'e geçiyorum tekrar.
Eve geldiğimizde Boran'ın annesine olanları anlatmasıyla, evde acı bir feryat koptu. Adının Gülçin olduğunu öğrendiğim kadın "Ezman oğlum!" diye dövünerek ağlamaya başlamasıyla kuruyan gözyaşlarım yine sessizce akmaya başladı. Ezman'ın ölümüyle içimde öyle bir yangın başlamıştı ki cayır cayır yanıyordum kendi cehennemimde. Onunla geçirdiğim bütün anlar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. Fakat ogüzel anların sonu hep aynı kabusla sonlanıyordu. Ben bir otel odasında terkedilip bir morgda ihanete uğruyordum. Yine de tutunmak istiyordum o güzel anılarımıza, o yüzden sardırıp sardırıp tekrar başa alıyordum hatıralarımı.
Koltuğun bir köşesine çekilip dizlerimi topladım ve başımı dizlerimle gövdemin arasına gömüp gözlerimi kapattım. "Allah'ım ne olur bu yaşadıklarım kötü bir kabus olsun, Ezman bana geri dönsün n'olur," diye içimden dua ederken kapı zili çaldı. Kapı açılınca sanki Ezman'ın sesini duyar gibi olup başımı şaşkınca kaldırdım. Aklımın bana oyun oynamadığından emin olmalıydım. Sonra yine duydum onun sesini ve ardından onun silüeti belirdi. Gözlerimin beni yanıltmadığımdan emin olmak için birkaç kere gözlerimi kırpıştırdım. Şu an aklımı oynatmış olmalıydım ya da sevdiğim adamın acısına dayanamayıp ölmüş olmalıydım çünkü kapıda gördüğüm kişi Ezman'dı.
Tekrar Ezman'a dönüyoruz. Bizimkiler birleştiğine göre Ezman'ın ağzından devam edeceğim bundan sonra.
Kapıyı Berfin açtı. Nedense beni görür görmez hortlak görmüş gibi beti benzi attı. "Ez-zz-m-man... a-a-abi?" diye kekeleyince "O ne kız hortlak görmüş gibi bir halin var. Abine hoş geldin demeyecek misin?" derken kollarımı açıp bana sarılmasını bekledim. Bana şaşkın şaşkın bakakalıp kollarımı havada bırakan Berfin'e "Gel kız buraya!" diyerek kendime doğru çekip sarıldım. Bugün yaşadıklarımdan sonra bu sarılmaya ne kadar ihtiyacım olduğunu bilse heralde bana sarılıp bütün akşam bırakmazdı bir daha. Ölümden döndüm resmen. O patlamada parçalara da ayrılabilirdim!
Eve adımımı attığımda bütün yüzler bana doğru çevrildi. Ben sıcacık bir karşılama beklerken herkes donuk bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. "Lan oğlum bunların hepsi neden hortlak görmüş gibi bakıyor?" diye geçirdim içimden. Neden herkesin beni görünce beti benzi atmıştı ki?
"Bana neden öyle bakıyorsunuz? Hoş geldin demeyecek misiniz?" diyerek kollarımı açarak bakışlarımı odada gezdirdiğimde koltuğun köşenindeki yabancı başını dizlerinden kaldırıp bana baktı. Yemyeşil gözleri öyle derin bakıyordu ki bakışlarım o gözlerde asılı kaldı istemsizce. Ben göz diyorum ama eğer bunlar göz ise tüm dünya kör olmalıydı çünkü en mavi elmaslara zümrüt karışmıştı adeta.
Evet bölüm sonu arkadaşlar. Heyecanlı yerlerde bırakmayı sevdiğimi anlamışsınızdır. Burası çok heyecanlı oldu bence.
Sizce Ezman neden kendi evine değilde buraya geldi?
Asmin Ezman'ı affedecek mi? Ya da affetsin mi?
Bölümü nasıl buldunuz?
Beğendiyseniz yıldız butonuna basmayı unutmayın. Yorum da bırakırsanız çok sevinirim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstikamet Londra (Töre Mecburiyetim kitabı)
PoetryBu kitapla bambaşka bir töre hikayesi okuyacaksınız. Bol kahkahalı kimi zaman gözyaşları içinde kimi zaman da öfkeleneceksiniz. Ama bir karakter var ki o sizden biri. Onu seveceğinize emimim. Ezman okumak için gittiği ve orada kalıp çalışmaya başl...