Sabah gözümü açar açmaz yatağımda çaprazlama yatan Mecburiyet'imi gördüm. Resmen yatağımı ele geçirmişti hain. Yüzüstü yattığından saçları yatağın kenarından aşağı doğru sarkıyordu. Uyurken ne kadar da masum görünüyordu, küçük kız çocukları gibi.
"Şimdi ben her sabah onu görerek mi uyanacaktım?"
"Oh iyisin Vallaha."
"Saçmalama oğlum, sen yakında Londra'ya dönmeyecek misin? Uyansan uyansan Angelina'nın kollarında uyanırsın."
Kendimle yaptığım bu muhabbet acı acı gülümseme sebep olmuştu. Kafayı yemek üzereydim galiba. Yatağımda bir afet yatıyordu ama ben ona elimi dahi sürmemiştim. Süremezdim. Bana zorla dayatılan bu berdeli kabul edemezdim. İnsanların hayatları hakkında başkaları karar vermemeliydi, insanlar istedikleri için sevdikleri için evlenmeliydi, kardeşlerinin hayatını kurtarmak için değil.
Daha kaç sene kan akacak bu topraklarda, daha kaç kişi zorla birbirinin koynuna sokulacak? Benim koynuma soktukları bu küçücük kızı karım olarak kabul etmeyecektim bu yüzden. Evliliğimiz her zaman kağıt üzerinde kalacaktı.
"Dün akşam kızın gözlerine dalıp dalıp çıkarken böyle demiyordun ama?"
İç sesimi yoksayarak sessizce kanepeden kalktım ve üzerimi giyinmeye başladım. Gömleğimin kol düğmelerini takarken gözüm parmağımdaki yüzüğe takıldı. Ne kadar da eğreti duruyordu elimde? Çıkarmaya çalıştım fakat yüzük inat etmişcesine parmağıma oturmuştu. "Sen inatsan ben de inadım." diye düşünerek parmağımdaki zoraki evliliğimin simgesini çekiştirmeye başladım. Zorlu bir mücadeleden sonra bu çekiştirmeyi ben kazanmıştım fakat bu sefer de yüzük elimden düşerek yatağın altına doğru yuvarlandı.
Söylenerek dizlerimin üzerine çöküp yüzüğü aramaya başladım. Mecburiyetim'in saçlarından yayılan koku dikkatimi dağıtmamış olsaydı, kesin bulacaktım fakat kısa bir süre sonra kendimi karımın saçlarını koklarken buldum. Bir taraftan ona yakalanmaktan ölesiye korkuyordum bir taraftan da ayrılamıyordum saçlarının arasından. Büyülenmiştim. Cennet kokusu dedikleri bu olmalıydı.
Kıpranmaya başladığını fark edince panikleyerek ayağa kalktım. Uyku sersemliğiyle şaşkın şaşkın bana bakan karıma: "Amma da uykucu çıktın sen kızım kalkmayacak mısın? Ağa evinde kadın kocasından önce kalkar," diye ufak bir azar çektim. Aslında bu tür kuralları çok saçma buluyordum. Angelina fosur fosur uyurdu, daha bir kere kalkıp kahvaltı hazırlamışlığı yoktur.
"Kızım değil karım."
Ne demek istediğini anlamamışçasına kaşlarımı kaldırarak ona baktım.
"Ben senin kızın değil karınım... ağam. Adım da Asmin," diye açıklama yaptı ters bir bakış atarak.
"Adı da kendi gibi hırçın, Dağ çiçeği."
İç sesimi yine yok saydım çünkü beni tersleyen bu asi kadına laf sokma yarışına hazırlıyordum kendimi.
"Kalkmayı düşünmüyor musun karıcığım," dedim üstüne basarak.
"Hayır."
"Neden miş o?"
"Giyecek kıyafetim yok, böyle çıkmamı ister misin?"
Onun bu şekilde konakta dolaştığını düşününce, sinir katsayılarım yükseldi aniden. Nedense onu benden başkası bu şekilde görmemesi gerektiğini düşündüm. Çok saçma değil mi? O benim neyimdi ki? Sadece mecbu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstikamet Londra (Töre Mecburiyetim kitabı)
PoesíaBu kitapla bambaşka bir töre hikayesi okuyacaksınız. Bol kahkahalı kimi zaman gözyaşları içinde kimi zaman da öfkeleneceksiniz. Ama bir karakter var ki o sizden biri. Onu seveceğinize emimim. Ezman okumak için gittiği ve orada kalıp çalışmaya başl...