7 - Sımsıcak Çikolata
İkinci haftamızın günleri ne olduğunu anlayamadığım bir hızla cumayı gördüğünde akşam yemeğine inmeden ödevlerimi yapmaya çalışıyordum. Asam geri döndüğü günden beri o kadar fazla ders çalışıyordum ki, artık kızlar bu halimden hayıflanmaya başlamışlardı. Geceleri masa lambasını en son söndüren ben oluyordum çünkü "Bir sayfa daha, bir sayfa daha." diye diye aslında kitabın yarısına gelmiş oluyordum. Işıkta uyumakta zorlanan Merve bu konuda sürekli homurdanıyordu. Onun mağduriyetini giderecek bir çözüm sonunda bulmuştum. Kütüphane! Yedi yirmi dört açık kütüphaneyi keşfettiğimden beri istediğim saate kadar çalışabiliyordum. Üstelik orada daha fazla kitap vardı. Bu sefer de odaya ne kadar sessiz girersem gireyim kapıya en yakın yatan Sude uyanıyordu. Kısacası birimiz memnunken diğerimiz bir türlü memnun olamıyorduk.
Birinci haftanın benim için oldukça hızlı ve karmaşık geçmiş olması gayet normaldi. Okulun ilk günü cezaya kalmış, ikinci günü bayıltılmış ve asam gasp edilmişti. Cumaya kadar da asasız dolaşmıştım koridorlarda. Cuma günü asama geri kavuşunca hafta sonunun geldiğini ancak fark etmiştim. Tüm hafta sonu yurt odasında ne yapacaktık ki? Ortak alan da bir yere kadar oyalıyordu insanı. Bu soruya da Cansu bir açıklık getirmişti. Okulun arka bahçesinde birkaç kafe, dükkan falan varmış. Gidip oturabiliyormuşsun. Kızlarla cumartesi gidip üç kafeden birini seçip oturmuştuk. Pazar günü ise bahçede takılmıştık, ben yeni öğrendiğim sihirlerden bazılarını denemiştim, kızlar da oturup ilk haftanın kritiğini yapmışlardı.
Öğrencilerin bazıları hakkında konuşmaya başladıklarında söz asamı bulan çocuğa geldi. "Tüm kızlar ona ölüp bitiyor." dedi Lara.
"Eh, haksız sayılmazlar. Çocuğu gördün mü? Tamamen mükemmel. Tek bir kusuru yok." dedi Merve hülyalara dalarak. "Boyundan büyük egosunu kusur saymıyorsanız, kusuru yok." dedi Sude.
Çiçekler yaptığım büyüyle iki yana sallanırken Merve "Ne egosunu gördün çocuğun?" diye sordu. "Evet, bana da egolu gelmedi. Sadece biraz mesafeli gibi." dedim. "Sonuçta asamı kurtardı." Aklıma gelen bu düşünceyle hala çocuğa tam bir teşekkür etmediğimi fark ettim.
"Neymiş adı öğrenen var mı?" Merve'nin bu sorusuna Sude cevap verdi. "Cesur." Atlas'ın oda arkadaşının adı da Cesur değil miydi? Aynı Cesur'dan bahsediyorlardı muhtemelen, Cesur adında kaç kişi olabilirdi ki.
Asamı hırkamın iç cebine koyup "Hadi içeri girelim hava soğudu baya." dedim. Kış yavaştan geliyordu.
"Evet, yemek saatine de az kalmış olmalı. Yukarı çıkıp üstümüzü değiştirmeliyiz." dedi Merve. Her yemeğe süslenip iniyordu. Tabii ben de kir içinde çıkmıyordum ama süslenmeye gerek duymuyordum. Taytım ve tişörtüm yeterliydi yemek için. Yemeğe kadar Gök'le Latte'nin oynamasını izledim. Arada Gök kucağıma sıçrıyor, onu okşamama izin veriyordu. Telefonla Barış'ı aradım. Bana hayatında olup bitenleri anlattıktan sonra okulun nasıl olduğunu sordu. "Şimdilik güzel." dedim.
"Abla ya sizi çok özlüyorum, canım çok sıkılıyor. Keşke evde olsanız." dediğinde "Asıl keşke sen burada olsan. Ne kadar eğlenirdik." dediğimde iç çekti. "Az kaldı az." dedi kendini yüreklendirmek istercesine.
"Evet bir tanem, az kaldı. Şimdi kapatmalıyım çünkü yemeğe gitmem gerekiyor. Yakında tekrar konuşuruz." Telefonu kapattıktan sonra ayakkabılarımı giyip Gök'ün mamasıyla suyunu tazeleyip kapıyı çektim.
İkinci haftanın cuma günü son dersten çıkarken Lara "Hafta sonu ne yapıyoruz?" dedi.
"Ben..." derken Sude sözümü keserek "Sakın bana ders çalışacağını söyleme! Halihazırda bizi ezip geçiyorsun derslerde." dediğinde "Eee, çalışan yapar." dedim. "Ama ders çalışmayacağım. Sonbaharın son demlerini yaşamak istiyorum. Belki bahçede yürüyüş yaparız?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐒𝐎𝐘𝐋𝐔 𝐀𝐕𝐈
Fantasy𝐒𝐎𝐘𝐋𝐔 𝐀𝐕𝐈 │Her bir rengin anlamı vardır derler lakin hiçbir rengin anlamı hayatı pamuk ipliğine bağlayacak kadar tehlikeli olmamıştı. © audrisimpavi...