46 - En Büyük Korku
Bazen bir şey olur. Olmasından o kadar korkarsınız ki dile getirmekten çekinirsiniz. Ve bir gün o şey olur. Korkularınız daha da üstünüze gelmeye, sizinle alay etmeye başlar. Nefesiniz tıkanır, kalbinizin kan pompaladığını gösteren atışı artık hissedemezsiniz, duyu organlarınız işlevini yitirmiştir.
Korkmanın bir yararı yoktur çoğu zaman insanlara. Yersiz korkular yersiz çekincelere dönüşür çünkü. Bazen de o kadar korku duyduğunuz şeyi evren sizin kollarınıza bırakır.
Benim korkum değer verdiklerimi kaybetmekti. Küçüklüğümden beri yaşardım bu korkuyla. Çekip gidecekler, yalnız kalacağım, kimse beni sevmeyecek korkusu beni günden güne mahvederdi. Yaşamımın büyük çoğunluğu kimse beni terk etmesin diye çabalayarak geçti. Sonra büyücü olduğumu öğrendim ve korkum şekil değiştirerek karşıma çıktı. Artık değer verdiğim insanları benim yüzümden kaybetmekten korkuyordum.
Bu korkunun ilk gerçeklenişi Özgür'ün ölümüyle yaşanmıştı. Hiç beklemediğim bir anda balyoz yemiştim kafama onu tabutta görünce.
Ama Özgür'ü uzun zamandır görmediğim için tam kavrayamamıştım korkumun derecesini. Onunla yaşadıklarımız onca yıldan sonra bana yalnızca film kesiti gibi geliyordu. Ona hislerim bir hatıra olduğu için, hala hissetmediğim için bu korku bana sadece kalbimdeki özel bir kişiyi kaybetmişim gibi hissettirmişti yalnızca. Korkumun gerçek olduğunu tam anlamıyla hissedememiştim.
O ana kadar.
Telefon çalar. Tanımadığım bir numaradır. Normalde tanımadığım numaraları açmam. Ama o numarada bir şey vardı. Elim gitti ve açtım. Sesler karışık geliyordu. Bir telaş vardı telefonun karşısında. Bana Bahar'ın beni aradığı geceyi hatırlatmıştı, o korku dolu karmaşayı. Ve bir siren. Sirenler acı demektir. 10 Kasım sirenleri, ambulans sirenleri, itfaiye sirenleri... Ne zaman iyiliği temsil etmiştir ki sirenler?
"Mehir, kızım." Annem. Ne olmuştu? Babam? Annem? Ya da diğer ailem? Bu siren hangisi için çalıyordu? Hangisi acı çekiyordu?
"Efendim?" dedim korkudan kısılmış sesimle. Ortak alan buz gibi soğumuştu benim için. Dehşetin ve korkunun soğuğu etrafımda dönüp duruyordu.
"Oturuyor musun?" diye sordu annem. "Evet." dedim. Kötü bir şey olduğundan artık emindim ve bu düşünce beni yiyip bitiriyordu.
"Mehir, Tolga." Gri gözlerin adını duyunca varlığını hissetmiş gibi oldum ve içimdeki buzlar biraz da olsa çözündü. "Tolga yaralandı."
Boğazımdan yumruk yemiş gibiydim. "Nerede? Ne zaman?" Sesim uzak diyarlardan geliyordu sanki. Tepki vermeden önce detayları bilmek istiyordum.
"Görevdeymiş, birisi lanet atmış. Hastaneye gidiyoruz şimdi." Gözlerimi yumdum ve başımı koltuğun kenarına yasladım.
"Hangi hastane? Ben de geleceğim."
"Müdirenle konuştuk. Seni almaya geliyoruz. Birkaç dakikaya oradayız." dedi ve telefonu kapattı.
Telefonu koltuğa koyup yüzümü sıvazladım. Korku beni ele geçirmeye başlamıştı. Tolga'yla birlikteydim ve ona sevgim tazeydi. Özgür gibi değildi. Özgür'den yüz kat daha kötüydü.
"Olay ne Mehir? Birine bir şey mi olmuş?" Sude'nin sorusuyla gözlerimi açtım. İç çekip "Benim gitmem lazım. Birkaç gün olmam muhtemelen, görüşürüz." dedim.
Ayağa kalkıp giderken Cesur peşimden koşturarak geldi. "Sorun ne? Kime ne oldu?"
"Cesur sonra konuşalım. Annemler gelecek, hazırlanmam lazım." dediğimde ısrar etmedi ve gitmeme izin verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐒𝐎𝐘𝐋𝐔 𝐀𝐕𝐈
Fantasy𝐒𝐎𝐘𝐋𝐔 𝐀𝐕𝐈 │Her bir rengin anlamı vardır derler lakin hiçbir rengin anlamı hayatı pamuk ipliğine bağlayacak kadar tehlikeli olmamıştı. © audrisimpavi...