Jackson kravatını düzeltirken yanında onu izleyen oğluna göz ucuyla baktı. "Güzel mi?" Çince sordu. Hyunjin yavaşça başını salladı ve hiç düşünmeden mırıldandı. "Güzel." Jackson başını salladı. "Babanın bugün çok işi var." Hyunjin çantasını aldı. Babasının az işi olan bir gün düşünmeye çalıştı. Kendi kendine koridorda bunu düşünürken kafasında birkaç hesap yaptı. Bir yıl on iki ay ve her ay dört haftaydı. Babası haftanın beş günü çalışıyordu, bu ayda yirmi yılda iki yüz kırk gün yapardı. Yılın altı ayı otuz bir gün olduğu için o aylardan üç gün, kalan beş ay otuz gün olduğu için o aylardan iki, yirmi dokuz çeken şubattan da bir gün artıyordu. Yani toplamda...iki yüz altmış dokuz gün çalışıyordu. Sabah sekiz akşam yedi. Yani öyle çalışması gerekiyordu ama hep fazladan çalışırdı. Tam saatinde çıksa Hyunjin'i okuldan alırdı...zamanında alırdı.
Hyunjin ceketini giyip çantasını taktı ve gülümsedi. Okula gitmeyi seviyordu. Öğretmeni Park Jinyoung her gün yeni bir aktivite bulur ve sıkılmalarına asla izin vermezdi. Onunla geçen her dakikası eğlenceliydi. "Hazır mısın Jinnie?" Hyunjin ona dönüp başını salladı. "Hazırım." Jackson ceketini giydi ve ona elini uzattı. Hyunjin onun elini tutup gülümsedi ve arabaya ilerlediler.
Geldiğinde uzanıp babasını öptü. "Görüşürüz." Babası ona sıkıca sarılınca gülümsedi. Değerli hissediyordu ama...babası o arabadan indiği an telefonuyla konuşmaya başladığında kalbi birazcık kırıldı. Çünkü daha sabahtan bu kadar yoğunsa...akşam gelmesine olanak yoktu.
Hyunjin hep ilk gelirdi. Jinyoung kapıyı açarken küçük çocuğu çantasını tutmuş yürürken görünce gülümsedi. Hyunjin onu görünce ona doğru koşup sıkıca sarıldı. "Bay Park!" Jinyoung gülümsedi. "Merhaba Hyunjin. Bu sabah nasılsın bakalım?" Hyunjin omuz silkti. "Her zaman olduğu gibi! Bu sabah babamın kaç gün çalıştığını hesapladım." Jinyoung kapıyı açarken başını salladı. "Kaç gün çalışıyormuş bakalım?" "İki yüz altmış dokuz! Artan günleri bile ekledim!" Jinyoung bir hesap makinası aldıktan sonra işlemleri yaptı. "Beş ile mi yedi ile mi çarptın Hyunjin?" "Beş, hafta içi çalışıyor." Jinyoung ona bakıp güldü. "Doğru hesaplamışsın." Hyunjin altı yaşındaydı. Kafasından bunu hesaplayabilmesi o kadar mucizevi bir şeydi ki... Jinyoung, Hyunjin'in babası olacak adama çok kızıyordu. Bunu daha önce onunla konuşmasına rağmen Hyunjin babasına bunu söylemeyi reddediyordu. O sakin çocuk yerine huysuz bir bebek geliyordu. Ama Jinyoung eninde sonunda onun babasıyla konuşacaktı.
"Sen otur ve biraz kitap oku tamam mı? Ben de bize içecek bir şeyler getireyim." Hyunjin kafasını kaldırdı. "Çay lütfen." Jinyoung başını salladı. Hyunjin babasını çok örnek alıyordı. Meyve suyu tarzı şeyleri nazikçe reddediyor ve çaya yöneliyordu. Sesindeki minik Çin aksanı onu daha da tatlı yapıyordu. Evde Çince konuştuklarını birkaç defa Hyunjin ona sorulmadan söylemişti. Jinyoung'a güveniyordu. Jinyoung çoğu zaman ona sormadan hayatı hakkında bilgi edinebiliyordu. Bir gün anneler için yapılan resim görevinde sessizce kenarda oturduktan sonra Jinyoung'a gelip annesiyle dört yaşından beri bir kez bile görüşmediğini anlatmıştı.
Jinyoung derin bir nefes alıp çay bardağındaki suyu izledi. "Bay Park? Bu kitaplar basit geliyor efendim." Jinyoung bardakları alıp içeri girdi. "Hmm, o yüzden sana yeni getirdim." Jinyoung onun yanına oturdu ve diğer öğrenciler gelene kadar kitap okudular. Jinyoung lavaboya gitmek için köşeyi döndüğünde Hyunjin'in çayı oradaki bir bitkinin saksısına boşaltacağını biliyordu. Gülümsedi ve boş bardağı almaya gittiğinde ona çayını nasıl güzel içtiği hakkında birkaç küçük iltifat etti. Hyunjin'in minik gülümsemesi aptal bir bardak çaya değerdi. Her zaman.
~
LUTFEN YORUM YAPIN SIZCE GUZRL MI LUTGEN
-ligghhtttt
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my dad is always busy
FanfictionJinyoung babası hep geç gelen çocuk için fazladan birkaç saat mesaiye kalıyordu.