i dont know what to do

469 63 104
                                    

Jinyoung anaokulunun kapısını açarken derin bir nefes aldı. Hava soğuktu, üstüne ceket almamıştı ve anahtarlar yüzünden eli donmuştu. Kapıyı kilidi çevirmeden açınca bir süre durdu. Kitlememiş miydi? Kilidin yerinden çıktığını görünce kalbi hızlandı. İçeri girdiğinde ısıtıcıların çalışmadığını fark edince kaşlarını çattı. Eliyle ışık düğmesini aradı. "Aman tanrım." Işığı açınca etrafın ne halde olduğunu gördü. Biri buraya girmişti. Jinyoung eliyle ağzını kapadı. Her yer her yerdeydi, çocukların oturduğu küçük sandalyeler kırılmıştı, bir tanesi camdan dışarı atılmıştı. Masalar ortadan ikiye kırılmış, çocukların çizimleri ve yaptıkları etkinlikler yırtılmıştı. Sol tarafta, Jinyoung'un çocuklarla birlikte boyadığı duvarda büyük harflerle yazan yazıyı okuduğunda kaşlarını çattı. Bana rakip olamazsın. Kim olduğunu anlaması sadece birkaç saniyesini aldı. Ama onu nereden bulmuştu? Jinyoung panodaki tek resmin Hyunjin'in resmi olduğunu gördü. Onu yırtmamıştı. Resimde Hyunjin ve kendisinin üstüne büyük bir çarpı çizilmişti. Jinyoung başını sağa sola salladı.

Telefonunu aldı ve bir süre baktı. Jackson'ı aramalı mıydı? Bu her şeyi daha kötü yapmaz mıydı? Telefonu kulağına götürürken ne diyeceğini düşündü. "Alo? Jinyoung?" Jinyoung derin bir nefes aldı. "Jackson...şey rahatsız ediyorsam...kusura bakma ama...bir şey oldu ve ben...ben ne yapacağımı bilmiyorum." Yere çöktü ve bu zamana kadar uğraştığı şeylere baktı. Hevesle yaptığı şeyler. O sandalye ve masaları tek tek boyamıştı, perdeleri çocuklar için özel seçmişti, çocukların yırtılmış resimlerine baktı. Gözleri doluyordu. "İyi misin..? Ne oldu?" Jackson'ın sesi endişeliydi. Jinyoung ağladığı için kendine kızıyordu? "Jinyoung evinin adresini ver." Jinyoung gözlerini kapattı ve kafasını duvara yasladı. Gözlerinden yaşlar akıyordu. "Evde değilim." Mırıldandı. "Anaokulundayım." Anahtar seslerini duyabiliyordu. "Beş dakikaya oradayım."

Telefonu kapatınca ellerini gözlerine bastırıp sessizce hıçkırdı. "Neden..? Neden?" Etrafa baktı. Burayı düzelmesi günler alırdı. Çocuklar ne yapacaktı? Okula gelemeyince aileleri Jinyoung'a ne diyecekti? Jinyoung boş boş yere bakıp ağlamayı sürdürdü. "Ne yapacağım ben..?" Fısıldadı. Kapının açıldığını duyunca yavaşça kafasını kaldırdı ve koridordan içeri giren Jackson'a baktı. "Tanrım..." Jackson mırıldandı. Jinyoung başını sallayıp etrafa baktı ve eliyle kırmızı yazıyı gösterdi. "Siktir...tanrım çok özür dilerim Jinyoung." Jinyoung başını sağa sola salladı. "Niye özür diliyorsun? Sen bir şey yapmadın." Jackson sinirden kafayı yiyecekti ama bunu Jinyoung'a yansıtmamaya çalıştı. Yanına çöküp ceketini çıkardı. "Üstündeki incecik donacaksın." Mırıldanıp ceketi omuzlarına bıraktı. Jinyoung ceketi giyip etrafa baktı. "Keşke tek sorunum bu olsa." Fısıldadı. "Burayı düzeltmek günler alacak...yeni şeyleri bulmak, tekrar boyamak..." Gözleri yine doluyordu. Jackson'ın yüzü üzüntüyle düşmüştü. "N-ne yapacağım Jackson?" Ona baktı. Jackson yavaşça yanına çöküp ona sarıldı. Jinyoung kollarını sıkıca onun boynuna sararken sessizce ağlıyordu. "Halledeceğiz...bir yolunu bulacağız tamam mı?" Jinyoung başını salladı ama ağlaması devam ediyordu. "Panoyu gördün mü?" Mırıldandı ve geri çekildi. Yavaşça ayağa kalkıp ceketi düzeltti ve panoya yürüdü. "Hyunjin'in resmi." Jackson mırıldandı. "Tanrım...gözü dönmüş." Jinyoung gözlerini ovuşturdu.

"Ben...velileri arayıp olanları anlatayım." Jackson ona baktı ve başını salladı. Jinyoung arkada odadaki çekmeceden çıkardığı örtüyü yere serdi. "Otur sen de?" Jackson başını sağa sola salladı. "Sen aramaya başla ben de etrafı toparlayayım. Bir yerden başlamamız gerek." Jinyoung, Jackson'ın kolunu tuttu. "Bu senin sorunun değil Jackson lütfen kendini suçlu hissetme." Jackson elini, Jinyoung'un elinin üstüne koydu. "Suçlu hissettiğim için yapmıyorum." Elini okşarken gülümsedi. "Seni...Sana değer verdiğim için yapıyorum. Tamam mı?" Jinyoung gözlerine bakıp yavaşça başını salladı. "Teşekkür ederim." Fısıldadı. Jackson onun elini sıkıp kırık sandalyelerin olduğu tarafa yöneldi. Parçaları birer birer torbaya doldurmaya başladı. Jinyoung bir süre ona baktıktan sonra telefonunu çıkarıp velileri aramaya başladı.

İşi bittiğinde Jackson'a baktı. "Sen üşümüyor musun?" Jackson başını sağa sola salladı ve ona telefonunu uzattı. "Bambam'i arar mısın? Ona buraya gelmesini söyle lütfen." Jinyoung başını sallayıp onun rehberine girdi. Jackson çöp torbasını dışarı taşırken mesajlarına girmemek için kendini zor tutuyordu. Jaebum isminin altına attığı mesajı görünce donup kaldı.

Seni mahvedeceğim.

Jinyoung hızlıca Bambam'i aradı. Elleri hafifçe titriyordu, kalbi hızlanmıştı. "Hyung? Saat kaç?" Telefonun diğer ucundaki adam esnedi. "Saat altı." Jinyoung saatine bakarak konuştu. "Jackson sizi aramamı söyledi. Buraya gelmenizi istiyor." Bambam gülümsedi. "Bay Park değil mi?" Jinyoung onaylayan bir mırıldanma çıkardı. "Ahh Jackson sonunda şu sümüklü Jaebum'u bıraktın! Tebrik ederim bu arada! Hemen geliyorum Bay Park!" "Ha şey biz sevgi-" telefon kapanınca Jinyoung yüzünü ekşitti. "Açıklamayı deneme. Gerizekalı o." Jinyoung aniden duyduğu kelimeyle güldü. "Eğlenceli...biri gibi." "Hmm, iki gün dur onunla göreyim seni." Jackson gülümsedi ve kırık masaları taşımaya devam etti. Jinyoung ona yardım eden adama bakıp arkasından gülümsedi. "Çay...ister misin?" Jackson ona döndü. Gözlerinin içi parlıyordu. "Var mı?" "Hmm Hyunjin istiyor diye alıyorum hep. Beş dakikaya hazır olur." Mutfağa giderken gülümsüyordu. Jackson masanın ayağını yerden alırken başını sağa sola sallayıp gülümsedi. Belki de Jinyoung'a onu sevdiğini söylememek iyi bir fikirdi, çünkü onu sevmiyordu, ona aşık olmuştu.

~

hhıııĞAAAA

my dad is always busyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin