Jinyoung yarım saattir Mark'ın karşısında oturuyordu. Gözleri dışarıda gezinirken Mark derin bir nefes aldı. "Konuşmak için geldiğini sanıyordum." Jinyoung başını salladı. "Nasıl...nasıl başlayacağımı bilemedim özür dilerim. Hala burada olduğuna inanamıyorum. Aniden geldin..." Mark başını salladı. "Her şeyi düzene oturttum ve döndüm işte...söz verdiğim gibi." Derin bir nefes aldı. "Jinyoung, buraya kimin için döndüğünü anlamayacak biri değilsin lütfen..."Mark gülüp camdan dışarı baktı. "Buraya gelirken ne diyeceğini bir kağıda falan da yazdın mı?" Jinyoung tavana bakıp derin bir nefes aldı. Şu an doğruyu söylemenin zamanı değildi. "Saçmalama..." Mark ona baktı. Gözleri onun gözlerinde minik bir merakla geziniyordu. "Buraya...bir veda için mi geldin bilmek istiyorum. Seni zorla alıp götürecek değilim. Sadece...Jinyoung...neden o? Anlamıyorum. Gerçekten anlamıyorum. Bana birlikte olduğumuz süre boyunca hep öyle insanlardan nefret ettiğini söyledin ve ben...ben uzakta olduğum süre boyunca hep sözlerini hatırlayıp kendi kendime dedim ki 'Onun sevdiği kişi olarak geri dön.' Şimdi döndüm ve...nişanlısın?" Jinyoung bir süre donuk bir şekilde ona baktı. Nişanlı mıydı? Nişanlı değildi. NİŞANLI DEĞİLDİ! "Bana öyle bakma...gördüm Jackson'ı. Yüzük...alırken." Jin⁰young'un kafasında alarmlar çalıyordu. "Ben...ve bir çocuğu var. Biliyorum bir çocuk istemediğimi söyledim ama ben...eğer sen benimley-" Jinyoung uzanıp elini tuttu. "Mark." Mark ona baktı ve elini döndürdü. Jinyoung'un eli böylece avunun içinde kalmıştı. Yavaşça okşarken Jinyoung onun gerçekten değişmediğini fark etti. Karşısındaki kot pantolon ve tişörtlü adam lisedeki sevgilisiydi. Jinyoung gülümsemek istedi. Çok bencilceydi belki de...ama karşısındaki Mark'ı görmek bir anlığına ona yetişkin olduğunu unutturup tekrar lisedeki o umursamaz Jinyoung gibi hissettirdi. Sonra hissettiği duygu ise içini kocaman bir karanlıkla kaplamıştı. Mark onun için kendinden vazgeçmişti ama Jinyoung...O değişmişti. Karşısında gördüğü o adam aynıydı ama bedeninde yaşadığı adam? Jinyoung'un kendisi? O ne olacaktı? O ne yapacaktı? Mark bu kadar yıl için hesap vermesini istediği zaman ne yapacaktı? Sessiz kalacaktı tabi ki, hakettiğini alacaktı. Sonra eve gidecekti ve kendini Jackson'ın güvenli kollarına atıp birazcık ağlayacaktı. Karşısında Mark otururken Jackson'ı düşündüğü için kendine kızdı. Bu ana odaklanması gerekiyordu. "Mark ben...ben sana bu hissi nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum ama...a-ama düşündüğün gibi seni hayal kırıklığına uğratmak i-istemedim. Çok aniydi inan bana, Jackson ve ben birkaç ay öncesine kadar tanışmıyorduk bile. Hyunjin, oğlum-" "Onun oğlu." Mark sessizce mırıldandı. Jinyoung bir süre durdu. Mark gözlerini ona dikmiş dinliyordu. Jinyoung onun dediği şeyi farkında olmadığından o kadar emindi ki.
Mark hep kıskançtı. Fazla göstermemeye çalışırdı ama her zaman bakışlarıyla kendini ele verirdi. Jinyoung ona döndüğünde ise yapmacık bir gülüş atıp tehditkar bir şekilde kıskanmasını sağlayan kişiye bakardı. Jinyoung aklına gelen anıyla derin bir nefes aldı. Saniyelik bir düşünce olsa da hatırlamıştı işte.
Mark basketbol topunu potaya attığında arkadaşlarından minik bağırışmalar çıktı. Mark sırıttı. "Yavaşsın." Karşısındaki çocuğa bakıp mırıldandı. Jinyoung göz devirip güldü. İnsanların yüzüne vurması ve zavallı insanların onun ukala gülümsemesine bakıp utançla kızarmaları komikti. Jinyoung böyle bir şey yapmazdı, zaten o baskebol da oynamazdı. Ama Mark yaptığında gülesi geliyordu. Sonradan Jinyoung'a attığı sırıtış ve gözünü kırpması onu daha da güldürüyordu. Maçları bitince Mark onu kapıda bekleyebileceğini ve beş dakikaya geleceğini söyledi. Jinyoung başını salladı çünkü zaten Mark'ın arkadaşlarıyla pek iyi anlaşamazdı. Telle sarılı sahanın kapısına gitti ve etrafı sessizce izlemeye başladı. Mark basketbolda çok iyiydi. Jinyoung onun nasıl bu kadar çok şeyde iyi olduğunu anlamıyordu ama sorgulamadı da. Mark birden gelip kollarını onun boynuna sarınca Jinyoung korkuyla zıpladı. Mark güldü. "Şapşalsın." Jinyoung göz devirdi. "Sen de egoist ama kimse sana bir şey demi-" Mark onu öpünce dudaklarında utangaç bir gülümseme belirdi ve yanakları kızarırken kafasını başka bir tarafa çevirdi. "Maç...nasıldı?" Mark omuz silkti. "Bunlar güzel antrenmanlar aslında, haftaya olan maçı kazanmam lazım..." Jinyoung sessizce mırıldandı. "Kazanmanız, lazım. Tek başına yapabileceğin bir şeymiş gibi söyleme. Eğer kaybedersen-" Mark onun sözünü kesti ve kolunu omzuna atıp yürürken rahatça konuştu. "Böyle bir şey olmayacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my dad is always busy
FanfictionJinyoung babası hep geç gelen çocuk için fazladan birkaç saat mesaiye kalıyordu.