°25°

643 76 266
                                    

Yorgunluk tüm bedenimi ele geçirmişken denizin kokusu burnuma daha çok doluyordu. Kayalıklara çarpan su sesini dinlerken gözlerim uzaklara dalmış bir şekilde oturuyordum. Gördüklerimin etkisindeyken elimdeki şişeden bir yudum daha aldım. Normalde eğlence dışında çok fazla içen biri değildim. Fakat bugün sanırım içtiğim üçüncü şişeydi ve eğlencesi olan hiçbir yanı yoktu.

İstemsiz bir şekilde gözümden akan yaşı elimin tersi ile silmiş ve derin bir nefes almıştım. Boğuluyor gibi bir his vardı içimde...sanki bir okyanusa gömülmüştüm ve orada boğulmaya mahkum bırakılmıştım. Düşündüm...onca geçen güzel zamanımızı düşündüm. Bir hıçkırık gelmesi ile göz yaşlarım bağımsızlığını ilan etmişti. Daha önceki telefon aramalarım geçti gözümün önünden. Fısıltı seslerinin sebepleri bu muydu? Sürekli sonra arayacağını söyleyerek kapatması bu sebepten miydi? Evet diye iç geçirdim...evet sen toz pembe hayallere dalmışken onun elleri başka kadınların tenlerinde gezintiye çıkmıştı. Jeon Jungkook...beni çok büyük hayal kırıklığına uğratmıştı.

Elim istemsizce telefonuma gittiğinde saat gece bir buçuğu gösteriyordu. Gördüklerimin üzerinden yalnızca dört saat geçmişti. Fakat o dört saat bana bir ömür gibi gelmişti.

Sessize aldığım telefonumun bildirimlerinde göz gezdirdiğim de Jennie'nin tonlarca cevapsız çağrısı vardı. Aynı şekilde Hoseok ve Jin de aramış fakat ben hiçbirini duymamıştım. Ardından gözüm bir isme takılı kaldı...Jungkook.

Beni aramıştı. Hatta mesaj atmıştı.

'Güzelim ne oldu? Yetişemedim.'

Güzelim...bana güzelim demesini deli gibi seviyordum fakat şuan midemi bulandıracak derecede rahatsız etmişti. Bir şey yokmuş gibi nasıl devam ediyordu? Hiçbir şey yapmamış gibi nasıl beni kandırmaya devam edebiliyordu? Anlamıyordum. Elimdeki son şişeyi de kafama diktikten sonra sendeleyerek ayağa kalkmıştım. Dengemi kurmakta zorlanıyordum. Bu yüzden yavaş adımlarla yürüyerek bir taksi çevirdim ve adresi verdikten sonra kafamı cama yaslayarak yolu izlemeye başladım.

Kısa bir süre sonra taksiden inmiş ve Hoseok ile Jin'in evine doğru adımlamıştım. Biliyorum...sabah yaptığım berbat bir davranıştı ve bundan deli gibi pişmanlık duyuyordum. Gözümden yaşlar süzülmeye devam ederken kapının önüne gelmiş ve zile basmıştım.

Kapının açılması ile Hoseok karşıma çıkmış ve şaşkınlık içinde bağırmıştı.

"LİSA! NEREDESİN SEN!"

Kızaran gözlerle ona bakarken o konuşmaya devam ediyordu.

"Her yerde seni- Lisa sen ağlıyor musun?"

"Hobi...ben..."

Sona doğru kısılan sesim ile birlikte cümlemi devam ettirememiş Hoseok'a sarılmıştım. İşte o an her şey kopmuştu bende. Ağlamalarım şiddetlenmiş dengemi iyice kaybetmiştim.

"Şştt...tamam...geçti."

Bir elini belime bir elini saçıma koyduktan sonra ayağı ile kapıyı kapatmış ve sımsıkı sarılarak saçlarımdan öpmüştü.

İçeriden koşarak gelen Jennie ve Jin'in seslerini duymuştum fakat halimi gördükten sonra ikiside susmuş neler olduğunu izlemeye başlamıştı.

Kısa bir süre sakinleştiğim de uyumak istediğimi söyleyerek üst katta bir odaya çıkmıştım. Yalnızca uyumak istiyordum. Hiçbir şey düşünmeden gözlerimi kapatıp sessiz bir uykuya dalmak istiyordum. Yatağa uzanıp gözlerimi kapattıktan sonra kırılmış kalbimle bir başıma düşüncelerimin içinde boğulmak üzere terk edilmiştim...

The Price of LoveHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin