Hani çok şey konuşmak istersin fakat boğazında oluşan yumrudan dolayı konuşamazsın ya tam olarak o haldeydim. Nefretimi kusmak, içimdeki tüm öfkeyi yüzüne savurup atmak istiyordum. Bunu istediğim kadar da ona olan aşkımla beraber kollarına sarılmak istiyordum. Evet aptaldım...hemde gururumu inciten bir adamı halen daha sevecek kadar aptal...
Son konuşmamızın üzerinden tam olarak bir saat geçmişti. O bir saat içinde düşüncelerim eşliğinde dümdüz ilerlemiştim. Ruhsuz gibiydim. Tüm enerjim bedenimden tamamiyle çekilmiş yalnız başıma kalmıştım.
Jennie'nin duygularını şimdi daha iyi anlıyordum sanırım. Birbirimize olan sevgimizin karşılıklı olduğunu sanıyorken aslında onun seni hiçbir zaman sevmemiş olması...üzerine de başka kadınlar ile birlikte olması...kalbime çok fazla geliyordu.
Jeon Jungkook...ölesiye nefret ettiğim adam ama halen daha kıyamadığım o adam beni paramparça etmişti. Üzücü yanı ise ben buna izin vermiştim. Saf gibi toz pembe hayallerin içinde yaşamış gerçeklere kör olmuştum.
Telefonumun sesi ile gözümden akan bir damla yaşı elimin tersi ile silmiş ardından arayan isme bakmıştım. Jinyoung. Neden arıyordu ki diye geçirmiştim içimden.
"Lisa."
"Bir şey mi oldu?"
"Aslında...bunu istemezdim fakat yapmam gerekiyor."
"Ne oldu Jinyoung?"
"İş...başka bir iş arasan iyi olur."
"Ne? Ne diyorsun nasıl yani...yani şimdi sen bana kovulduğumu mu söylüyorsun?"
"Evet. Çok üzgünüm fakat uyuşturucu kullanan biri ile iş yapamam. Öğrencilerim benim için her şeyden önce geliyor."
"Bak-"
"Paranı sana yollayacağım. İlerleyen hayatında sana mutluluklar dilerim."
Dedikten sonra çağrı sonlandırılmıştı. Çok güzel diye geçirdim içimden...çok güzel. Hem Jungkook ile ayrılmış hem uyuşturucu denen lanet şeye bulaşmış ve bunu yapan kişiyi bulamamış hemde olmayan bir şey yüzünden işimden olmuştum. Her şey bir bir üzerime gelirken artık nefes almakta zorlandığımı farkediyordum.
Aldığım nefes takılıp kalıyordu sanki. Okyanusun derinliklerine inip orada gömülü kalmak istiyordum. Kimse ile konuşmak kimse ile görüşmek istemiyordum.
Girdiğim ara sokaklardan çıkmıştım. Perişan olmuş halimi umursamadan evin yolunda ilerlemeye başlamıştım. Bana bakan gözler umrumda dahi değildi. Kimseyi takacak kafada değildim zaten.
Evin önüne geldiğim de yan tarafta onun evini görmemle birlikte tekrardan gözlerim dolmaya başlamıştı. Arabası yoktu. Sanırım hala eve dönmemişti ya da...ya da başka bir kadının yanına damlamıştı kim bilir...
Onun evini dikilip izlerken omuzuma bir elin değmesi ile irkilerek yerimden sıçramam bir olmuştu.
"Ah korkuttum mu?"
"Hayır hayır. Dalmışım sadece."
Gülümseyerek bana bakan Taehyung'a baktığımda hiçbir şeyden haberi olmadığı belliydi.
"Ne düşünüyorsun böyle?"
"Hiç...yani bilmiyorum."
"İyi misin?"
"Ben...iyiyim."
"Yüzün öyle durmuyor pek. Konuşmak ister misin?"
"İsterdim fakat gerçekten berbat haldeyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Price of Love
FanfictionHayatında en güvendiğin insandan bile güçlü bir darbe yiyebileceğini Lisa çok iyi öğrenmişti... Kim bilebilirdi ki acımasız bir oyunun iki genci birleştireceğini? ~17/04/2020~