Sonbaharın geldiği yerde biriken sararmış yaprak yığınından belli oluyordu. Üzerime geçirdiğim sweat rüzgarın tenime işlemesine doğrudan izin veriyordu. Kulağım da çalan şarkı ile düşen yapraklar arasında kayboluyordum. Attığım adımlar soğuk rüzgar olarak bana geri dönüş yaparken kulaklığımda çalan şarkının durması ile adımlarımı aynı zaman da durdurdum. Elimi cebime atıp telefonu çıkardığım da arayan kişiyi meşgule atıp yürüyüşüme kaldığım yerden devam etmeye karar verdim. Şuan kimse ile konuşmak için enerjim veya moralim yoktu daha sonra bunun için açıklama yapabilirdim.
Küçük çocukların oynadığı parka geldiğim de kendime bir bank seçerek oturdum. Bacaklarımın ağrısını yeni yeni farkediyordum. Başımı ellerimin arasına alarak oradan buraya koşturup oynayan çocukları izlemeye başladım. Kimisi annesi ile kimisi babası ile gelmiş kahkahalar eşliğinde oyunlar oynuyorlardı. Nasıl bir duygu olduğunu merak ediyordum doğrusu. Mutlu olmak veya ailen tarafından sevilmek? Sahi aile sevgisi neydi? Bir babanın küçük kızının başını okşayarak parkta oynatması nasıl hissettirirdi? Veya gece yatağına yattığın zaman masallar okuyup küçük tatlı bir iyi geceler öpücüğü almak insan da ne hissettirirdi? Aklıma takılan ufak sorularla birlikte gözlerimden bir iki damla yaşı özgür bırakmıştım. 20 sene geçmişti artık alışmış olsam bile içimde bir yerlerde bu burukluk hala daha duruyor ve beni rahatsız etmeye devam ediyordu.
Kafamı aşağıya eğip yeri izleyerek düşünüyordum. Görüntü alanıma bir çift bacak düşünce kafamı yavaşça kaldırdım.
"İncecik üstünle burada ne işin var?"
Tanıdık gelen sese karşılık kafamı geri eğmiş ve sessiz çıkan sesimle cevap vermiştim.
"Kafamı dağıtmaya çıktım."
"Kalk gidiyoruz."
Koluma dokunması ile kafamı geri kaldırmış ve soran gözler eşliğinde konuşmuştum.
"Nereye?"
"Eve gidiyoruz nereye olacak. Hadi kalk donarak öleceksin burada."
Kafamı iki yana sallarken tuttuğu kolumu kendime çekerek cevap vermiştim.
"Üşümüyorum ve iyiyim böyle Jennie. Sen git daha sonra bende gelirim."
Yanıma gelerek oturmuştu. O sımsıcak elleri ile buz tutmuş ellerimi tutarak yüzüme baktı.
"Lisa. Bugün senin için zor bir gün olduğunu biliyorum. Ama yanında her zaman ne olursa olsun seni seven bir ablan olduğunu unutuyorsun."
Yüzüne bakarken gözlerimden daha fazla tutamadığım bir kaç damla yaş özgürlüğüne kavuştu. Jennie ellerini omuzlarıma sararak kafamı boynuna gömüp sıkıca sarılmıştı. Onun bu sıcacık bedeni ve sevgisi ile kendimi iyice kaybetmiştim. Hıçkırıklarım ağzımdan birer birer özgürlüğüne kavuşurken ben bir şey yapamıyordum.
"Geçti. Geçti güzelim benim."
Elleri saçlarımı okşarken dudağını yaklaştırıp minik öpücükler kondurmayı ihmal etmiyordu.
"Jen...Jennie iyi ki varsın. Sen olmasan ne yapardım hiç bilmiyorum."
"Şşt. Düşünme şimdi bunları yanındayım ne de olsa. Hadi şimdi eve gidip beraber bir şeyler yapalım." yüzüme bakarak gülümsediğin de kafamı aşağı yukarı oynatarak onayladım.
Eve girdiğimiz de vücudumun her zerresine kadar titriyordum. Sweatim bu havaya göre incecik kalmıştı üzerimde. Koltuğa uzanarak üzerime kalın bir yorgan çekip Jennie'yi bekledim. Jennie ve ailesini küçüklüğümden beri tanırdım. Onlarla kalmaya başladığım zaman 10 yaşındaydım. Evet küçük 10 yaşında bir kız çocuğuydum. Jennie bu zaman içinde benim kız kardeşim olduğu kadar annem de olmuştu. Anne eksikliğimi onunla kapatmıştım ben.
"Ne düşünüyorsun öyle uzaklara dalmış?"
"Hiç..."
Elinde iki bardak sıcak çikolata ile dikilen Jennie'ye bakıp gülümsedim. Oda yanıma oturduktan sonra televizyondan güzel bir film açıp izlemeye başladık.
Filmdeki adam çok şey anımsatıyordu aklıma. Daha minicik bir çocukken annesiz kalan bir kız çocuğu vardı başrolde. Ve sabah akşam içip o masum miniği suçsuz yere dövüp duran baba demeye bin şahit olan bir adam. O minik kızın içinde yaşadığı duyguları hiçbir insanın yaşamadan bilmesi imkansızdı. Kimseye anlatamadan sesini dahi çıkaramadan günleri sürüp gidiyordu. İçindeki diğer benliği ile savaşıp duruyor yine de sesini çıkarmıyordu. Baba demeye bin şahit olacak o adama yine de babam diyebiliyordu. Hayat çok acımasız değil miydi gerçekten de? Aradan yıllar geçmişti. O adam nihayetinde pişmanlık duygusunun ne demek olduğunu tatmış ama iş işten geçeli çok olmuştu. Kız hastaydı. Çift kişilikli denen o lanet hastalığa çoktan yakalanmıştı. Yıllardır içinde savaştığı o kişilikleri sonunda büyük bir zafer ile dışarı çıkmayı başarmıştı. Babası olacak o adam yatalak olmuş son nefesinde kızından özür dilemeyi akıl edebilmişti. Ve mutsuz son. Film bittiğinde gözümde biriken yaşları elimin tersiyle silmiştim."Jen-" Sözümün kesilmesine sebep olan yanımda uyuyakalmış Jennie'nin suratını görmemdi. Kim bilir hangi saniyede uyuyakalmıştı. Üzerini örtüp yanağına bir öpücük kondurduktan sonra yavaşça yanına uzandım. Gözlerimi kapatıp düşüncelerimden uzak diyarlara doğru bir yolculuğa adım attım.
Burnuma dolan kokularla gözlerimi yavaşça araladığım sırada güneş yakıcı ışıklarını üzerime doğru gönderiyordu.
"Günaydın uyuyan matmazel."
"Günaydın." Jennie'ye cevap verdikten sonra derin bir nefes alıp vermiştim. Bugün zor bir gündü benim için.
"Jennie. Biliyorsun bugün benim için önemli bir gün. Evet sabah gittim ama bir daha gitmek istiyorum."
"Ah tabi ki biliyorum. Bak bir demet çiçek alıp gidelim eminim ikimizi bir arada görürse çok mutlu olacaktır."
Dolan gözlerimle gülümseyerek başımı aşağı yukarı salladım. Haklıydı. Annem... Annem Jennie'yi kızı gibi görürdü. Ve şimdi mezarının başında ikimizi görmek onu mutlu edebilirdi. Hazırlıklarımızı yapıp o hüsran dolu yere doğru yola çıktık. Arabadan indiğim de toprak kokusu buram buram doluyordu burnuma. Kim bilir kaç kişi yatıyordu bu toprakların altında. Yavaş adımlarla çocukluğumun bittiği yere doğru yürüdüm. Mezarının tam önünde durduğum da Jennie de yanıma gelmişti.
"Annem...Bak yine ben geldim. Sabah geldiğimi biliyorum ama bak bu sefer kimi getirdim. Sensiz geçen 20. Senem. Evet annem 4 yaşındaki o minik kızın büyüdü ve şuan 24 yaşında. Senden sonra yaşadığım her günüm de seni hep hatırladım annem. Gittiğin yerde mutlu ve huzurlu olduğunu umuyorum. "
Daha fazla konuşmaya mecalim kalmamıştı. Dizlerimin üzerine çöküp ağlama duygumu serbest bırakmıştım. Toprağın üzerine düşen göz yaşlarımla suluyordum annemin mezarını. Jennie elini sırtıma koyarak yanıma diz çöküp beni boynuna doğru gömmüştü.
"Kızın emin ellerde. Onu hiçbir zaman yalnız bırakmayacağıma güvenebilirsin. Seni özledim. O güzel kokan kek kalıplarına kadar çok özledim."
Ne kadar süre orada kaldığımızı bilmiyordum. Evet bugün annemin ölüm yıl dönümü olan o kara gündü. Anne eksikliğimin başladığı ve benim yalnızlığıma gömüldüğüm o gündü...
...
Tekrardan selaam :)
Yeni kurgu yeni macera wjfsdfksdfjds
Umarım beğenirsiniz sizi seviyoruum💜
Hikayenin ismini ve kapağını değiştirebilirim şimdilik idare edelim :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Price of Love
FanfictionHayatında en güvendiğin insandan bile güçlü bir darbe yiyebileceğini Lisa çok iyi öğrenmişti... Kim bilebilirdi ki acımasız bir oyunun iki genci birleştireceğini? ~17/04/2020~