Gelen fotoğrafları gördüğümüzün üzerinden tam olarak iki saat geçmişti. Bir şey olma ihtimaline karşı kimse kendi evine gitmemiş ve burada kalmaya karar vermişti. Jimin, Yoongi, Hoseok ve Jin salonda yatarken Rose ve Jisoo'ya misafir odasını vermiştik. Jennie kendi odasındayken ben de kendi odama çekilmiştim. Taehyung da çocukların yanındaydı fakat sürekli ayakta sağ sola gittiği için bu gece uyuyabilir miydi bilmiyordum.
Sabah bir plan yapmak üzere uyumaya karar vermiştik. Gördüğüm resimler yüzünden gözüme bir gram uyku dahi girmiyordu. Saatlerce oturup ağlamak istiyordum sadece. Her tarafında kan vardı...kanlı yüzünü şiş olan gözleri tamamlıyordu.
Yatağın diğer tarafa dönerken titreyen bedenim soğukla buluşmuştu. Görüntüleri aklımdan silmek istiyordum. Her gözümü kapattığım da bir bir önüme geliyordu. Daha fazla bocalamayı bırakıp yattığım yataktan doğruldum. Bacaklarımı bağdaş kurup yatağın başlığına yaslandığımda derin bir nefes alıp vermiştim.
Başımı iki elimin arasına aldığımda saç tutamlarım bir bir kollarıma düşüyordu. Nefes almakta zorluk çekiyordum son zamanlarda. Çok zor geliyordu dışarıdaki havayı içime çekip geri onu özgürlüğüne bırakmak. Belki de dedim içimden...belki de fazla üzerine gittim. Belki de tam hakettiğini verdim bilemiyordum. Çözülemez bir kara düğümün içinde hapsolmuştu hayatım ve ben bu düğümü çözmek için parmaklarımı kan içinde bırakmıştım.
Kafamı geri kaldırdığım sırada o tanıdığım koku dolmuştu her bir hücreme. O çok sevdiğim...varlığı ile huzuru bulduğum koku... Kandırıldığım, aşık olduğum aynı zamanda da gecelerce ağlamama sebep olan o koku...Jungkook'un mis kokusu...
Yatağın yanında duran sandalyenin üzerinde asılı olan cekete bakmaya devam ediyordum. Elime alıp sarılma cesaretim yoktu. Cekete dokunup kokusunun gitmesine sebep olmaya cesaretim yoktu. Kokusunu son kez koklamak istedim. Son kez onun kokusu ile dolmak istedim. Ben onu her şeye rağmen yanımda istiyordum. Çok adice değil mi? Canını yakan insanı deli gibi özlemek...fazlasıyla sinir bozucuydu.
Gözlerimin dolduğunu düşen bir damla yaştan anlamıştım. Ellerimi gözlerimin altına götürmüş ve ıslak olan yerleri silmiştim. Bu gece uzundu benim için. Uzun ve bitmeyen bir gece beni bekliyordu. Şuan ne yaptığını düşünmeden edemiyordum. Yaralarının üzerine yeni yaralar açılmış mıydı? Uyuyor muydu? Aç mıydı? İyi miydi? Canı...canı çok yanıyor muydu?
Çaresiz ve bir başıma kalmıştım. Birkaç ay önce her şey normalken nasıl bir anda bu durumlara gelmiştim aklım almıyordu. Gerçi benim hiçbir zaman düzgün bir hayatım olmamıştı. Annem...o gittiğinden beri bu yabancı dünyaya ayak uydurmakta zorlanmıştım. Jennie olmasa belki de bende çoktan annemin yanında olurdum kim bilebilirdi?
Uyumak istiyordum. Uyuyup her şeyin bir rüya olmasına çok ihtiyacım vardı. Jungkook'un yanımda olmasına ve aslında bu oyunların hepsinin kötü birer kabus olduğunu öğrenmeye ihtiyacım vardı. Şöyle bir bakınca ne çok şey istiyordum değil mi?
...Kolumda hissettiğim ağrı ve yüzüme vuran güneşin ışıkları ile gözlerimi yavaş bir şekilde açmıştım. Havanın aydınlığından sabah olduğunu az çok anlamıştım. Dün gece düşüncelerimle boğuşurken uyuyakalmıştım anlaşılan. Başımı yavaşça kolumun üzerinden kaldırırken üzerinde ince çizgiler çıkmıştı. Ağrıyan kolumu sağ sola sallarken yavaşça yataktan doğrulmuş ve elimi yüzümü yıkamak için banyoya adımlamıştım.
Aşağıya indiğim de Hoseok ile Yoongi camın kenarında oturuyordu. Jin ve Jimin ise iki ayrı koltukta oturmuş yeri izliyordu. Tahminime göre Rose ve Jisoo hala daha uyuyor olmalıydı. Adım seslerimden dolayı dördünün bakışları da beni bulmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Price of Love
FanfictionHayatında en güvendiğin insandan bile güçlü bir darbe yiyebileceğini Lisa çok iyi öğrenmişti... Kim bilebilirdi ki acımasız bir oyunun iki genci birleştireceğini? ~17/04/2020~