-Zeina?!
Karşımda dikilen eski arkadaşa ne söyleyeceğimi ve yapacağımı bilmez halde bakıyordum. Zaman bize pek çok şey katarken ondan çok şey götürmüşe benziyordu. Hatırladığımdan çok daha zayıftı bir kere, eskiden belli olmayan elmacık kemikleri ortaya çıkmıştı. Uzunluğuyla övündüğü sarı saçları öylesine kesilip atılmış gibi duruyordu, tüm bu kan ve kumun içinden bile belli oluyordu çıkıntılı yamuk saçlarını şu an umursuyor olamazdı. Korku dolu bakan gözlerinin altında siyah halkalar oluşmuş, asla makyajsız göremeyeceğimiz yüzü yara bere içinde kalmıştı.
-Sana ne oldu böyle?
Bana benden daha da hayretle bakmakta olan Zeina sıkı sıkıya tutuğu gözyaşlarını salıvermişti birden. Ona biraz daha yaklaşıp teselli etmek istediğimde zayıflamış kollarını uzatıp onu uçurumdan kurtaracak bir ağaçmışım gibi tüm gücüyle bana sarıldı. Onu böyle görmek üzücüydü. Kollarımın arasında titreyen, giderken vedalaşma gereği bile duymamış olan eski arkadaşımın sırtına ellerimi koyarak teselli etmeye çalıştım. Bir yandan da etraftaki diğer su enerjisinin kaynağını bulmaya çalışıyordum.
-A-ailem, onlar...
Hıçkırarak ağlamaya başladığında titremesi de artmıştı. Ne yapacağımı bilemez halde kalakalmışken etrafta hazır bekleyen şaşkın muhafızlara bakıp sorun yok anlamında baş salladım. Ailem mi dedi o?!
-Her şeyi çözeceğiz Zeina. Lütfen sakinleş tamam mı?
Duraksadım, buraya kiminle geldiğini sormak zorundaydım ama kollarımın arasında duran ve büyük bir travma geçirdiği belli olan Zeina'ya yüklenmek istemiyordum.
-Buraya kiminle geldin, onu da koruma altına almalıyız değil mi?
Zeina kollarını bedenimden çekerken yüzüme şüpheli bir ifadeyle bakmaya başladı. Yüzünden akan yaşlar çenesine doğru uzanmış, tozun ve kirin arasındaki beyaz tenli yüzünde temiz bir yol açmışlardı.
-Ben, kendim geldim. Kimsem yo...
Zeina'nın arkasından başlayan hareketlilik dikkatimi çekerken sarayın dış duvarından gelen şeyi gördüm. Zeina'nın kolundan tutup onu geri iterek öne geçtim ve işaret parmağımla arkamda kalan sarayın kapısını gösterdim.
-Koş!
Zeina yalpalayarak koşmaya başladığında önüne çıkan herkesi sağa sola fırlatarak büyük bir hızla doğrudan bana gelen devasa insana bakıp pozisyon aldım. Boyu en az iki buçuk metre olan aşırı kaslı siyah adam beline uzanan Afrika örgülü saçlarını ve sadece belini çevreleyip diz kapaklarına kadar inen kumaş parçasını savurarak nefes nefese koşuyordu.
Gardımı çoktan almış muhafızlara geri çekilmelerini emrederken ellerime su çekmeye çalıştım ama kurak alanda ancak birer avuç dolusu suyu toplayabilmiştim. Suyu boş vererek elime baltalarımı çağırdım ve artık tamamen yaklaşmış olan adamın dehşet içindeki yüzünü görerek kaşlarımı çattım. Burada ne halt dönüyordu?!
-YARDIM! YARDIM EDİN!
Adam benden birkaç metre ileride diz çöküp otururken kurumuş dudaklarından bunlar dökülmüştü.
***
Gözlerimi ikinci kez açtığımda üzerimdeki baskı iki kat artmış gibiydi. Midem bulanmaya başlamış, kan basıncım yükselmiş kalbimin ritmi beynimde zonkluyordu.
Bu sefer Kan'ı soru yağmuruna tutmadan önce bilgi toplamak adına etrafa bakmayı denedim. Gördüklerim karşısında dudaklarım birbirinden ayrılırken çığlık atmamak için ellerimi ağzıma götürdüm. Gözlerim irice açılıp gördüklerini anlamlandırmaya çalışırken kalbim bu sefer hüzünlü atmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zihin Oyunları 2 : Arayış
FantasyZaman geçti ve her şey değişti. Küçükler büyüdü ve duygular gelişti. Kaçan yakalanmak istiyor ve ip uçları bırakıyor. Tüm bunların anlamı ne? O gün gelmiştir ve arayış çift taraflı bir şekilde başlıyordur. Bu sefer onları durduran en büyük engel ken...