Cevaplar

878 111 100
                                    

Altı iradesiz kişiden sadece biri vardı karşımda. Saçları Afrika örgüsü halinde omuzlarına dökülen otuzlu yaşlarında bir erkekti. Gözleri koyu kahve, saçları siyahtı. Yanağından çenesine doğru inen ciddi ve sert bir yara izi olan adam yaklaşık iki metrelik boyuyla karşımdaki metal sandalyede dimdik oturuyordu. Ne olur ne olmaz diyerek elleri, ayakları ve gövdesi yere sabitlenmiş olan sandalyeye zincirlerle bağlanmıştı. Şu an için onun hakkında tek bildiklerim dış görüşünüşüyken adam, boş gözlerle gözlerime bakıyordu. 

Çift taraflı aynanın arka tarafındaydık.  Aslında tüm ailem ve arkadaşlarım, hepsi birden buraya doluşmak istemişlerdi aslında ama kişi sayısı arttıkça kafamı toplamam zorlaşacağından onları kovalamıştım. Aslı ve Dicle'yi de göndermiştim ki dinlenebilsinler. Sonuçta çıkacağımız yolculuk ertelenmemişti. 

Bu oda içeri ve dışarı zihin gücünü sızdırmamak üzere büyülenmişti. İşime gelecek olan başka bir ayrıntı. Odam da bu şekilde olsaydı diye düşünmeden edemedim ama olsaydı eğer şu an bu sorguyu yapıyor olmazdım da. 

Hazırım, çok tehlikeli bir şey olmadıkça içeri girmeyin ve bana müdahale etmeyin. 

Oda düşünce geçirmez olabilirdi ama benim düşüncelerim için geçerli değildi. 

Yumuşak bir minderin üstünde bağdaş kurmuş oturuyordum. Boynumu ve kollarımı birkaç saniye sürece esnettikten sonra gözlerimi kapadım. İşte başlıyoruz. 

***

Siyah cübbesinin kapüşonu yüzünü kapatan adam, siyah eldivenler içindeki ellerini hırsla ovuşturuyordu. Şimdi ne yapacaktı, sıradaki hamle ne olmalıydı? Bunca zaman onlar ve yaptıkları hakkında kimsenin ruhu bile duymamışken şimdi birkaç böcek onların işlerini bozmaya kalkmıştı ha! Öfkeli bir şekilde homurdandı. 

Altı bekçiyle olan bağları birkaç dakika önce tamamen kopmuştu. Şimdi nerede olduklarını bile bilmezken onlara yeniden bağlanması mümkün olamazdı. Altı ayakçı kaybetmişlerdi ve birkaç da potansiyel büyücü. 

Karanlık odadaki tek ışık kaynağı olan, perdelerle kapanmış pencereye yaklaşıp tüllerin ardından dışarıya baktı ama gözlerinin baktığı şeyleri göremeyecek kadar öfkeliydi. 

Yumruğunu pencerenin yanındaki duvara sertçe geçirirken öfkeden acıyı bile hissetmeyerek dişlerini sıktı. 

-Yaptıklarınız yanınıza kâr kalmayacak. Bizim yaşadığımız acıları tatmadan ölmenize izin vermeyeceğiz. 

***

Karşımdakinin zihni her zaman karşılaştığım zihinlerden çok ama çok farklıydı. Bilincimi onun kafasına aktardığımda bir süre boyunca tek hissettiğim şey boşluk ve kaybolmuşluktu. Onların konumunu öğrenmek için zihinlerine girdiğimde bu hissi fark etmemiştim ama o an zaten bu insanların aklında olan tek şey bu konumdu. Zihin yansımam bile şekillenmekte güçlük çekerken güç barajımın akış hızını biraz daha arttırdım. 

İlk hissettiğim şey, beynin vücut üzerindeki kontrolüydü. Eller, ayaklar, organlar... hepsinin çalışma düzeni avuçlarımın içindeydi. Bu adamın beyni boşalacak kadar yıkanmış olabilirdi ama sonuçta beyin işlevleri hala çalışıyordu. Organların çalışmaya devam etmesi için beyne ihtiyacı olacağından onu asla tamamen devre dışı bırakamazlardı. Vücuda emir veren beyin ne kadar yıkansa da insan evladının ana iç güdüleri baskılanamazdı, mesela hayatta kalma iç güdüsü. Bu elemanın elleri bağlı değilken kafasına bir top atsam bundan kaçınmak istemez miydi yani? Refleks olarak dahi olsa geri çekilirdi. 

Kasların da kendi hafızalarının olduğu gerçeğini hatırlarken gülümsedim. Bu adamın bir yara izi vardı değil mi? Bir hikayesi de olmalıydı. 

Zihin Oyunları 2 : ArayışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin