Rüzgâr tenime dokundukça ürperdim. Ürperdikçe kapıya vurup vurmamak arasında kaldım. Kapının önünde belki de sadece birkaç saniye beklemiştim. Belki de olmamıştı bile.
Yorulduğumu hissettim;
Sürekli kaybetmekten...
Sürüklenmekten...
Arkama dönüp baktım. Kuzey eve sapan yolun girişinde öylece durmuş, yoluna devam etmek yerine beni izliyordu. Mesafeye rağmen göz göze geldiğimizi hissediyordum. Sanki benden bir kıvılcım bekliyor gibi tetikteydi. Ama ihtimaller... İhtimalleri tartmıştım. Şimdi gözlerinin içine baktığım adama bir adım atsaydım, o arabasından çıkıp yanıma gelecekti. Bavulumu alıp beni buradan götürecekti ama sonra? Sonrasını da biliyordum elbet. Beni evine götürecekti. Doğru değildi bu. Halletmemiz gereken onca şey vardı. Bütün ihtimallerin arasında, Kuzey bana bir söz vermişti. Vural'la ticari ilişkilerine son vermek üzere olduğunu biliyordum. Aslında tam olarak öyle değildi ama Kuzey, artık çalıştığı şirketten ayrılmak istiyordu ve bunu sadece benim için yapıyordu. Ben, her şey son bulsun istediğim için. Peki son buldu diyelim? Sonra ne olacaktı? Sonrasını söyleyeyim. Bir şekilde geçmiş bizi bulacaktı. Kaçtıkça içine batacaktık. Bütün kapıları kapatsak ta o geçmişin yollarından akan sular bizim yaratmaya çalıştığımız küçük dünyamıza sızacaktı. Bir gün elbet kapımızı kıracaktı geçmiş. Ya ablamın o kapıya vurup içeri girmesiyle, ya da babamın o kafasında bitmek bilmeyen tilkileriyle.
Bize iyileştiğini söyleyip duruyordu. Artık alkolü bıraktığını ve iyi bir insan olmak için çabaladığını söylüyordu. Evet, sanırım ben Cemre'nin dediği gibi, Kuzey'in de bir kere üstüne basmaktan çekinmediği gibi; kibirli ve öfkeli bir insandım. Hayata, hislerime ve yaşadıklarıma öfkeli.
Rüzgâr, bir kere daha tenime değince, geçmişten bir anı canlandı zihnimde. Hava bozacak gibiydi. Yağmur bulutları tepemizde sanki olacakları önceden biliyor da bizi kendi gözyaşlarıyla boğmayı bekliyor gibiydi. Sanki rüzgârın tenime değmesiyle, yıllar önceki o kış gününe geri döndüm. Bedenimi bile isteye boğulmak için denize bıraktığım o an... gözlerimdeki sızıya rağmen annemi hatırladım. Onun sızısı ise ta kalbime aktı. Babamın asla değişeceğine inancım yoktu. Bunun en güzel örneği, annemi sarhoşken döver, dövdükten sonra ayaklarına kapanır ve iyileşeceğine dair sözler verirdi. O kadar uzak anılardı ki, annemin nasıl göründüğünü bile doğru düzgün hatırlamazken, bunu hatırlıyordum mesela. Bir de Cemre'nin beni babamdan korumaya çalıştığı bir güne döndü zihnim.
''Annemi sen öldürdün baba!'' diye bağırmıştı. ''Sevgisizliğinle, içkinle, dayağınla, kumarınla ama en çok da tatlı yalanlarınla... Annemi yavaş yavaş öldürdün, ama kardeşime dokunmana izin vermeyeceğim!'' demişti. Buruktum. Hep Buruk kalacaktım. Tek bir şansım vardı oda yüzleşmek. Belki de bu eve geri dönmek istememin en büyün nedeni buydu. Yüzleşmek. Bir de kabullenmeye ihtiyacım vardı sanırım. Sürekli kaçtığım geçmişi kabullenmem gerekiyordu. Kabullenmeden alıp hayatımdan atmaya çalıştığım her an, hayat; onu daha da zalim bir şekle sokup karşıma çıkarıyordu. Kuzey'e daha fazla bakma cesareti gösteremedim ve kapıyı birkaç kere tıklattım. Belki de kapının açılmasını beklemek en kötüsüydü.
Çok geçmedi ve kapı açıldı. Açan kişi babamın eşiydi. Ya da sevgilisi ya da her kimse. Ama onu gördüğüm hallerinden farklıydı. Sanki kapıyı açarken mutsuz bir havası vardı. Beni görünce bir hayli şaşırdı. Bir şey diyemeden yutkundu.
Zaten fazla geçmeden arkadan gelen müzik sesleri odağımı ondan çevirmeme sebep oldu. Bu müziği biliyordum. Babamın en sevdiği parça. Ablaya döndüm ve buruk bir gülümsemeyle duygularını anlamaya çalıştım. Gözleri dolmuştu. İçeri girebilmem için kenara çekildi. Bende bavulu tuttuğum gibi içeri aldım ve en sonunda ben girdim. Dış kapıyı kapatınca, babamın müziğe eşlik edişini daha net duyabildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Araf
Romance"Sen, acını yaşarken yanında susacak birini arıyorsun. Bense keşke konuşacak birileri olsa diyorum. Bir anda öyle bir girdin ki hayatıma... İlk karşılaşmamızda bile, aramızda gerçek bir şeylerin yaşanmayacağına adım gibi emindim. Bana âşık olduğunu...