Bölüm 31 - "Her şeye rağmen kardeştik"

107 12 4
                                    

Bir taksiye atlamış, Cemre'nin evine gelmiştim. Neden oradan oraya savrulup duruyordum? Kendimi sonbaharda bir ağaca tutunmaya çalışan yaprak tanesine benzettim. Rüzgarda ilk savrulan şey... ağaç bile istemiyor artık öyle düsünün. Sararıyor, soluyor, ömründen ömür gidiyor ve en sonunda ağaç atıyor onu kendinden. Yaprak, en ufak rüzgarda bile oradan oraya savruluyor... Neden ben savrulan, atılan, önemsenmeyen oluyordum hep?

Annemin gidişiyle başlayan bu his, babamın beni sevmemesiyle, Cemre'nin beni Antalya'ya gönderdiği günlerden bu yana bugüne kadar gelmişti. Üstelik şimdi aşık olduğum adamda aynı şeyi yapmıştı... Her zaman gözden çıkarılan ilk kişi ben oluyordum.

Derin bir nefes aldım üzerimden bu sıkıntıları atabilmek için. Zile bastım. Dışarıdaki şifreli kilitten evin numarasını girebilirdim ama burası artık evim değildi. Gerçi hiçbir zaman olmamıştım. Fakat artık, burası kardeşimin de evi değildi. Burası, tanıdığımı sandığım, ama asla tanıyamadığım bir yabancının eviydi. Ben burada, ancak yabancı bir misafir olabilirdim bu saatten sonra. Kapı iceriden birinin komutuyla yavaşça açılmaya başladığında, ruhumu bir endişe kaplamaya başladı. Kapıyı açan kişinin Cemre olduğunu sanıyordum ama bu kez o değildi.

Vural, göz göze geldiğimizde, yüzündeki solgunluğun yerini taze bir şaşkınlık aldı. Bir şeyler söylemek ister gibiydi ama tek bir kelime bile edemiyordu. Demek Cemre ona anlatmıştı evden gittiğimi. Bu şaşkınlığın başka bir açıklaması olamazdı. Acaba Burak söylemiş olabilir miydi diye düşünürken, içeriden gelen ağlama sesleriyle dikkatim dağıldı. İçeri girmek için yeltendiğim esnada Vural geri çekilmeyi akıl etti ve başını salona doğru Cemre'ye çevirdi. Eve girer girmez karşılaştığım manzara pekte iç açıcı değildi.

"Hayatım," Vural'ın sesi evin içerisinde yükselirken, Cemre kızarmış gözleriyle yüzüme baktı. Beni görür görmez yüzünü kaplayan şaşkınlığı fark edince gözlerimi devirdim. Sürekli ağlıyor muydu evde böyle?

Benden nasıl daha berbat bir halde olabiliyordu anlam vermek mümkün değildi. Aynı berbatlığı Kuzeyde de biraz görmüştüm bu sabah. Beni havaalanında durdurmaya çalıştığında, ne kadar garip bir ruh halindeydi öyle.

Kendini açıklayabilmek icin, konuşmak icin öyle bir gözümün icine bakıyordu ki. Bilmediği şey, artık gözlerindeki o mahcup, masum bakışların beni etkileyemeyeceğiydi...

Evet konuşacaktık. Ama şimdi değil.

"Geri döndün," diyerek ayaklandı koltuktan. Önünde yine bir sürü içki ve şarap şişeleri vardı. Kendini böyle mi avutuyordu yani? İçerek mi? önündeki o icki siseleri, ihanetini alıp götürebilir miydi? Hayır... Peki niye iciyordu o zaman?

Genelde içki içen insanlara asla anlam veremezdim, çünkü başlı başına içmenin dertlerini alıp götüreceğini sanıyorlardı ama boğazından o zıkkımı bir kereliğine de olsa geçirdiğin ân, ruhuna daha çok işliyordu o acı. Bu yüzden içkiyi; "dünyadaki en saçma avutulma aracı" olarak görüyordum. Elbette babamı defalarca bununla bağdaştırmakta, alkole olan nefretimi körüklüyordu.

Ablamın 'geri döndün' tepkisine karşılık olarak başımı evet anlamında hafifçe salladım. Yanıma koşar adımlarla geldiğinde elimi gelmemesi anlamında kaldırdım.

"Sakın," nefretle gözlerinin içine baktığımda, gözlerinde bir süredir parlamaya başlayan umut ışıklarının teker teker sönüverdiğini gördüm.

"Konuşmak istemiyorum, şimdilik." Göz ucuyla Vural'a baktım. İşte ilk kez kendini yanımızda yabancı hissettiğini görebiliyordum. Vural'i ilk baslarda hic benimseyememiş olmak, ama simdi onunla ayni kaderi yaşıyor olmak garip bir histi. tek fark vardi aramızda: ben aldattıldığımı gözümle görmüşken o henüz her şeyden habersiz, nişanlısını evinde avutuyordu. Ne yazık... Acıyarak baktım ona. O'da bakışlarımdan ürkmüş olacak ki, gözlerini kaçırdı.

Araf Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin