31. Bölüm

9.1K 390 149
                                    

Selamlar, ben geldim. Herkese keyifli okumalar diliyorum.

Oy ve yorumlarını bekliyorum çiçeklerim.








Bir köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten, içmekten kesilen için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün diğer ismidir..


Sabah başımdaki felaket ağrıyla gözlerimi açtığımda dün akşam olanlar film şeridi gibi gözümden geçti. Son zamanlarda ağlayarak uykuya daldığım için olsa gerek sabahları baş ağrısıyla uyanıyordum. Gökalp'in benden özür dilemesini hatırlayınca sertçe yutkundum. Nasıl da özlemiştim. Zayıflamıştı. Sakalları uzamış, göz altları koyulaşmıştı. Uykusuz kaldığı ve doğru dürüst yemek yemediği her halinden belliydi.
İkimiz de yanıyorduk. Acı çekiyorduk ama o gelmiyordu. Dün özür dilemişti ancak ben bir şey söylemeden gitmişti. Çabalasın istiyordum. Öyle hemen gitmesin, benim için savaşsın istiyordum. Umutsuzca derin bir iç çektim.

Yerimden kalkıp lavaboya girdim, gözlerimin akı kıpkırmızıydı. Saate baktığımda 06.48 geçiyordu. Okula gitmesem daha da uyurdum ama hemen hazırlanıp aşağı indim. Annemle babamı uyandırmamak için sessiz adımlarla evden çıktım. Dün Orhan Hocanın gitmeden önce bana söylediği kelimeler kulaklarımda çınladı.

"O adam seni seviyor Zeynep hoca. Sen de onu seviyorsun. Aranızda olanlar beni ilgilendirmez ama belli ki o pişman.. Hayat kısa, her an birbirinizi kaybedebilirsiniz. Mutlu olmak varken neden ayrı kalmayı tercih ediyorsunuz ki?" demişti. Sözleri beni derinden sarssa da susmuştum. Hiçbir şey diyememiştim. Haklıydı belki.. Hayat kısaydı. Affetmek varken neden acı çekiyorduk?

Aslında ben böyle düşüne düşüne sürekli Gökalp'i alttan almıştım. Özür dilemesini beklemeden onu affetmiş, kırılsam da içime atmıştım. Bu yüzden bu haldeydik ya zaten. Şimdi onu affetsem tekrar kırılmaktan, yıpranmaktan korkuyordum. Gökalp'i çok sevsem de bu ona karşı sürekli taviz vereceğim anlamına gelmiyordu ki?

Elbette kavgalarımız olacaktı. Birbirimizi kıracak, küsecektik belki ama ben onun hatalarının farkına varmasını istiyordum. Ben de hatalar yapmıştım. Özrümü de dilemiş ama umursanmamıştım. Kırılmış olmama rağmen sesimi çıkaramamıştım. Şimdi onunla tekrar denesem beni kırdığında kendisini affettirmesini beklerdim. Ama o aynı şeyleri yapmaya devam ederse sessiz kalamazdım bu sefer. O zaman daha da yıpranacaktık. Ben hiçbir zaman susup kenara çekilen, herşeyi içine atan bir kız olmamışken Gökalp için kendimden o kadar fazla taviz vermiştim ki bazen dönüp baktığımda şaşırıyordum.

Düşünceler içinde okul yolunda yürüyorken yanıbaşımda duran arabaya şaşkınca baktım. Gökalp'in arabasıydı.. Burada ne işi vardı? Camlar filmli olduğundan onu göremiyordum ama arabanın ona ait olduğundan emindim. Yine de plakaya bakmak için biraz ilerledim ve bakışlarımı arabanın önüne çevirdim. Oydu!

Neden gelmişti? Geldiyse de neden inmiyordu? Adımlarım durmuş öylece arabaya bakıyordum. İçeride olduğundan emindim ama çıkmıyordu. Dudaklarımı ısırırken arkamı döndüm. Anlaşılan inmeyecekti. Öylesine bakmaya gelmiş gibiydi. Kendisini göremedim ama kalbim varlığını hissetmiş ve hızlıca atmaya başlamıştı. Gerçi o Gökalp'in adını andığımda bile hızlanıyordu ya..

Okula girerken güvenlikte duran Kadriye ablaya selam verdim. 30'lu yaşların sonuna gelmişti Kadriye abla. Ben gelmeden iki yıl önce burada göreve başlamıştı. Bazen ondan korkuyordum. Heybetli ve ağır bir duruşu vardı. Gülümsediğinde bile size dalacak gibi bakıyordu.

Öğretmenler odasında dolabıma çantamı koyarken aklım hâlâ Gökalp'teydi. Neden gelmiş olabilirdi? Bir şey mi söyleyecekti acaba? Madem söyleyecekti neden inmemişti arabadan? Çalan okul ziliyle irkildim. Elimde tuttuğum kitapları düşürmeden sıkıca tutmayı başardım. Diğer öğretmenlere selam verip sınıfıma ilerlerken karşıdan gelen Orhan Hocayla gözlerimiz kesişti. Yanımda durdu.

NAMÜTENAHİ (FİNAL) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin