9

1.2K 61 56
                                    

Bağımlılık, savaştığım şey tam olarak buydu. Peki kendi savaşıma sadık mıydım? Bağımlılık sadece uyuşturucu ile mi oluyordu? Bazı hareketler, bazı hisler bağımlılık yapmıyor muydu? Fark neydi?

Farkı yoktu, bazı bağımsızlıklar bedeni öldürürken bazıları ruhu öldürüyordu.

Şeytani gülümsemesinin altında bir şeyler yattığına, bir şeyler yaşadığına emindim. Fakat bunu bana anlatmayacağını biliyordum, onu tanımak için neler yaşadığını bilmem gerekiyordu çünkü bir insanı en üzgün anında tanıyorduk. İçimi kara bulutlar kaplamıştı, ertesi gün beni alacağını söyleyip adresimi istediğinde evime çok da uzak olmayan bir parkın adresini vermiştim. Evimin orada olduğunu söylemiştim, hala ona güvenmiyordum. Güvenimi kazanmak zordu, kırmak da oldukça kolaydı.

Ertesi günün cumartesi olması işime gelmişti çünkü iş de okul da yoktu. İşe hafta içi haricinde bir tek pazar günü gidiyordum. Cumartesi günü bomboştu, onu da doldurmak biraz içime dokunmuştu çünkü bütün gün evde boş boş yatmak istiyordum.

Kafamdakilere fazla takılmadan Oğuz'la ayrıldıktan sonra her zamanki gibi çay bahçesinin tuvaletinde üstümü değiştirmiştim, bu kez belinde kemeri olan beyaz bir kazak elbise giymiştim. Kafeye gidince bu kez diğerlerinin de zamanında geldiğini görünce rahatlayarak işe koyulmuştum. Bedensel yorgunluktan daha kötü bir şey varsa o da zihinsel yorgunluktu. Bugün şahit olduğum şeyler gerçekten çocuk oyuncağı değildi. Çok yanımızda birileri savaşa yenik düşüyordu, kandırılıyordu ve huzurlu hayatların alıkonuluyordu. Bunun somut kanıtlarını görmek kendimi denize atmak istememe sebep oluyordu.

Şansıma fazla müşteri gelmemişti, bu yüzden zihinsel yorgunluğuma bedensel bir yorgunluk eklememiştim. Eve dönerken akşamın soğukluğu suratıma ve saçlarıma vuruyordu, yarının kasvetli ve yağmurlu geçeceğini anlamıştım. Eve vardıktan sonra rutin işlerimi halledip bedenime yük olan her şeyi çıkardım ve rahat pijamalarımı giydim. Teyzeme ertesi gün arkadaşımla buluşacağımı söylemiştim, şaşırmıştı çünkü hiçbir zaman arkadaşımla buluşmamıştım. Çünkü arkadaşım yoktu, tabii o bunu bilmediği için şaşırsa da fazla üstelememişti.

Yatmadan önce odamın penceresini açıp odayı havalandırmak istedim çünkü dışarısı ne kadar soğuk olursa olsun odanın içinde nefes alamamaya başlamıştım. Perdeyi kaldırıp pencereyi açınca soğuk rüzgar hızla suratıma vurdu. Derin bir nefes aldım, rahatlamıştım. Pencereyi kısa süre açık tutup sokak lambasını izledim, üşümeye başlayınca kapattım ve perdeyi düzelttim. Düşünmem gereken çok konu vardı fakat düşünemeyecek kadar yorgundum, bazen insan düşünmeye bile üşeniyordu.

Ben şanslı olan değildim.

Şanssızlık bazen alın yazınız oluyordu. Hayatınız boyunca peşinizi bırakmıyor,
en kötü anlatınızın sebebi oluyordu. Zamanında çok susmuştum ve alışkanlık yapmıştı, artık konuşamıyordum. Ama zamanında çok ağlamama rağmen artık ağlamıyordum. Çelişki içimdeydi, zamanında çok güvenmiştim artık güvenemiyordum. Benim yerimde kim olsa güvenemezdi. Bunu biliyordum çünkü sıradan şeyler yaşamamıştım.

Tek sıkıntı o kadar davranıştan sadece susmanın bende alışkanlık haline gelmişti. Önceden susmayı zorundalık olarak gördüğüm için miydi bu? Konuşmayı isteyip hep sustuğum için miydi? Bazı istekler sürekli bastırılınca kayboluyordu. Peki neden çığlık bile atamamıştım şahit olduklarıma? Neden en azından bunu yapamamıştım? Neden yine sessiz sessiz ağlamıştım?

Sorularımın tek nedeni bugünüm değildi, geçmişim ve geleceğimdi de...

Yatağa girip biraz telefonla ilgilenerek kafamı dağıttım, şarkı dinledim ve dizi izledim. Saatin gece yarısına geldiğini görünce şaşırmıştım çünkü anlayamamıştım. Teknolojinin hem iyi hem de kötü bir yanıydı bu. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorduk.

YANILSAMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin