29

498 31 98
                                    

Ateşe dokunmak üzereydi
Bu seferlik korkusu dindi
Yanacağını bilirdi
Ama yakacağını yeni öğrendi

****

Hayat her gün başıma yeni bir gariplik çıkarmakta oldukça başarılıydı. Monoton ilerleyen hayatım birden bambaşka bir şeye evrilmişti. Korkunçtu, fırtına elbet bir gün dinecekti fakat her şeyin yıkılmamasını umuyordum. Sulamayı öğrenecektim fakat zaman gerekiyordu.

"Zamanımız yoktu, anlarlardı."

Karşımdaki sarışın koyu kahve gözlü orta yaşlı adama baktım, ev haliyleydi. Onun babasının imajını zihnimde çok farklı çizmiştim fakat şimdi gördüğüm sempatik adam bütün düşündüğümün tam tersi çıkmıştı. Üstünde çizgili bir gömlek ve altında da düz bir pantolon vardı. Önünde duran Alkan ile boyları birbirine çok yakındı. Gözler son sözden sonra üstüme döndüğünde adının Gürkan olduğunu öğrendiğim adam bana üzgünce baktı. Yüzü düşmüştü, ben bir şey söyleyemeden konuştu. "Üzgünüm kızım, babanı koruyamadım..."

Alev yağmurunun ilk kıvılcımı şehrimin sokaklarına düşmüştü. İçime yayılan o kötü hisle beraber kendimi engelleyemedim ve sordum. "Babama ne yaptılar?! Ne olur söyleyin artık!"

Sesim sonlara doğru titrediğinde Alkan'ın bana yaklaştığını hissetsem de odağım beni hüzünle izleyen babasındaydı. "Zara..." Bana bir şeyler için yalvaran ses tonunu duyduğumda kısa süreliğine bakışlarım ona döndü. Bir şeyler söyleyen gözlerinde o kısa sürede kendimi görsem de babasının konuşmaya başlamasıyla gözlerimiz ayrılmıştı. "Alkan...anlatmadın mı?" Babası belirgin bir sitemle Alkan'a doğru konuştuğunda Alkan kafasını yana yatırdı. "Baba..."

Aralarındaki mesaj dolu bakışmayı fark etsem de hiçbir şeyi anlamamıştım. Gürkan Bey'e doğru yaklaştım. Düştüğü yerde birinci dereceden yanıklar bırakan o ateş yağmurunun altındaydım, gözlerim dolmuştu. "Lütfen söyleyin, babama ne yaptılar?" Gürkan Bey'in o zamana gittiğini hissettim. Çenesi kasıldı, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Alkan, Zara'yı ona hazırlattığım odaya götürür müsün? Biraz sakinleşmesi gerekiyor."

Bütün beklentim tuzla buz olurken "Ne? Hayır, hayır, lütfen anlatın bana! Ne var bu kadar saklayacak?! N'olur?! Bilmeyi hak ediyorum!" dedim hızlıca, gözlerimden akmaya başlayan yaşlar ihtimaller dağının yağmurlarından geliyordu. Korkmaya başlamıştım. Alkan beni belimden tutup yönlendirmeye çalışınca alev saçan bakışlarımı ona yönelttim. "Bırak!" 

"Zara, gelmelisin!" 

Alkan'ın sesi sona doğru yükselirken Gürkan Bey'in yüz ifadesi düşünceliydi, son kez ikimize bakıp bulunduğumuz geniş holün bir tarafına doğru ilerledi. Refleksif olarak hızla peşinden gitmek için harekete geçeceğim sırada Alkan kolunu arkamda durarak göğsüme doladı, dengem bozuldu ve kendimi tutamayıp çaresizce serbest bıraktım. Alkan'ın iki kolu da devreye girdiğinde ağlamaya başlamıştım. "Ağlama." dedi sesli bir şekilde nefes vererek. Göğsüme sardığımı kollara sinirle yumruk attım.

 "Bırak beni! Yetmedi mi?!" diye bağırdığım sırada çok kısa bir süreliğine göğsümdeki kolların baskısı yok oldu. O arkamdan çekilince ona yaslandığım için düşer gibi olmuştum fakat bunu yine o engelledi. Bir kolunu bacaklarımın altından diğerini de sırtımdan geçirip beni kucakladığında bir anlık bedenimdeki kargaşaya başka bir şey daha eklendi. Kafam anlık şokla aşağı doğru düşerken kendimi zorla toparladım ve belerttiğim gözlerle ona baktım. "Ne yapıyorsun sen?" Sesimde sinirden çok şaşkınlık vardı. Bütün renkler birbirine girmişti, içimde bir sürü ses tartışıyordu. Alkan yürümeye başladığında "İndir beni." dedim. Söylediklerimi es geçiyordu. Bulunduğum konumdan boynu ve çenesinin altıyla bakışıyordum. Çırpındım, sonunda beni kale almıştı. Tutuşu sıklaştı ve adımları hızlandı. "Beni bir taksana sen!" diye bağırdığımda yine beni yanıtsız bıraktı. Sinirden köpürmeye başladığım sırada bir odaya girdik. Kapıyı kapatıp beni kucağından indirdi. Nihayet yüz yüzeydik, ayakları  yere değdiği gibi işaret parmağımı ona doğrulttum. "Amacın ne senin?! Sıkıldım artık bir şeyleri bilmemekten! Söyleyin, annemin ölümünü kaldırdım ben! Bunu da kaldırırım! Tabii korktuğunuz buysa..."

Sesim sona doğru kısılıp imalı bir tona büründüğünde ifadesi sertleşti. Kaşlarını çatıp bana doğru bir adım attı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Bakışları içimi ürpertince geriye çekilmek istedim fakat tam arkamdaki yatak beni engelledi, dengemi kaybedip yatağa oturmak zorunda kaldığımda ellerimi yatağa koydum, yanıma doğru eğilen Alkan'ın gözleri öfkeliydi. "Sakın," dedi ve duraksadı. Gözlerini yumup tekrar açtı ve hareket eden adem elmasından yutkunduğunu anladım. "Sakın öyle bir imada bulunma. Ve sakın, kimse yüzünden ağlama." Sesi netti, tehditkar bir tavrı vardı fakat bu sesine yansımamıştı. Çok yakınımdaydı, ellerimi arkaya doğru götürdüm ve avuç içlerim yatağa gömüldüğünde kendimi geri eğmiştim. Kurduğu cümlenin ikinci kısmını duymamış gibi sordum: "Bulunursam ne yaparsın?" Kalbim ürpertiyle hızlansa da lafımı esirgememiştim. Alkan güldü, "Sence?" dedi şeytani gülümsemesiyle. Bakışlarım gülüşünde takılı kaldığında zorlukla yüzüne döndüm. Yutkundum, biraz daha yaklaşırsa hiç hoş şeyler olmazdı.

"Uzak dur benden." Uzak durmalıydı, en iyisi buydu. Şu an en büyük sorun buydu. Sorun muydu? Yakın durması gerçekten sorun muydu?

Derin nefesler aldım, göğsüm inip kalkmıştı. Bana doğru eğik pozisyonda duran Alkan'ın bir eli yatağın kenarından destek alıyordu. Bayılacak gibi hissetmiştim. Kendimi sorgulayacak duruma geldiysem bu iyi değildi. "Ne kadar uzak?" Sesi yakınımda olduğundan mı yoksa başka bir sebepten mi bilmiyordum ama boğuk geliyordu. Bedenim bir kez daha ürpermişti. Bu sefer alev yağmuru düştüğü yeri yakmıyordu, donduruyordu. Aynı anda hem yanıp hem de donmak çok garipti. 

"En az iki metre..." dedim kısık bir sesle. Bu dediğim asıl istediğim değildi, benim için en sağlıklı olanıydı. O da ne yazık ki bunu anlayacak kadar zekiydi, bir kez daha gülümsedi. "Şu an seni öpsem..." deyip duraksadığında yutkundum. "Cevaplar..." Ben de duraksamıştım. Kalbimin sesini duyabiliyor muydu? Ben duyabiliyordum, kemiklerimi kıracak derecede hızlı atıyordu. "Cevaplarına kavuşacaksın." dediğinde nefesi yüzüme vurmuştu. Yeşillerin içindeydim, bedenim kaynıyordu. Buna rağmen teslim olmak bana göre olmadığından öncesinde söylediği için cevabımı esirgemedim. Cesaret sinirlerimde ilerleyip dudaklarıma ulaştı. "Dudaklarım lekeli."  Lekeliydi, yalan değildi. Oğuz'un öpüşü kirli hissettiriyordu. Oğuz'u sevmeyen birine verilecek en iyi cevap buydu. Bu gerçek yüzüne vurulunca belki uzaklaşmak isterdi. Sinirlendiğini hissettim, kısa bir süreliğine aklına bugün Oğuz'un bana karşı sergilediği tavır da gelmiş olmalıydı.

Fakat o yine bütün beklentimi kırıp bana birkaç santim daha yaklaştı. "Cevapları alacaksın ama önce dudaklarındaki lekeyi temizlemeliyiz." Sözü zihnimde bir bomba etkisi yarattığında benim oyunumu bana karşı kullandı ve dudaklarımızı birleştirdi. 

YANILSAMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin