36

479 30 59
                                    

Nişan al ve ateş et
Beynini konuştur, kalbini diret
Namlu başına hedef alındığında
Yoldan dönme, canını teslim et

****

"Siz burada ne arıyorsunuz?" dedim temkinli bir şekilde. Uzak duruyordum, korkuyordum. Artık korkumu engelleyemiyordum. Cesaretli durmak zorunda kalmaktan yorulmuştum. Bazen ayakta durmak bile istemiyordum. Gözlerimi kapayıp öylece kalmak istiyordum. Fazlaydı, zihnime komplo kurulmuş gibiydi. Kendimi zeki görüp işlerin içinden çıkabileceğimi her düşündüğümde düğümlere bir başka düğüm daha atılıyordu.

"Oğuz...yani Alp, beni kullandı. Senin hakkında bilgi sahibi olabilmek için. Onu mahvedeceğim."

Zihnim bulutluydu, düşünmek istemiyordum. Tek istediğim huzurlu bir uykuydu. Nisa, Funda, Ezgi, Bensu ve Seval tam önümdeyken çığlık ata ata kaçmak istemiştim. Ayrıca bizi karanlıkta bu kadar kolay tanımış olmaları da can sıkıcıydı. Peki Alp, Alp de bu kadar kolay tanımış mıydı?

Ona Alp demek bile garip geliyordu.

"Nasıl öğrendiniz?" dedim gözlerim kısık bir şekilde. Seval tek kaşını kaldırıp sinirli sinirli güldü. "Takip ettim. Şüpheleniyordum zaten. İzbandut gibi bir adamla buluşup bütün meseleyi konuştu. Sanırım...senin babanla ilgiliymiş."

"Korhan'ı benden neden uzaklaştırmaya çalıştığını anladım. Seni başta yanlış anlamışız." Bensu bunu mahçup bir şekilde söylemişti. Hepsinin üstünde gözlerimi gezdirirken hepsinin gergin olduğunu fark ettim. Ezgi hep yanan binaya bakıyordu. Funda sinirli sinirli gülüyordu ve Nisa her zamanki gibi sessiz, ifadesiz bakışlarla etrafı izliyordu. Bensu ve Seval öndeydi. Ne demeliydim?

"Tamam, mahvedin Alp'i. Ama ben beynimin sınırlarını aşmaya başladım. Bunu başka bir zaman, daha güvenli bir yerde konuşsak olmaz mı?"

"Bizden önce davranmasanız Alp'i kıskıvrak yakalayacaktık. Hatta..."

Seval süt dökmüş kediye dönünce cümlenin devamını korkarak bekledim. Hatta yüzümü buruşturmuştum. "...polis de gelmek üzeredir."

"Ne?" dedim aniden. Bu adamların polise bağışıklığı olduğunu bilmediklerine inanamıyordum. Her zaman bir yolunu buluyorlardı. Hatta bazen paralarıyla çıkıyorlardı işin içinden. Ama mahçup durduklarına göre polis çağırmanın mantıksız olduğunu anlamış olmalıydılar.

Alkan hiç sesini çıkarmadan kızlara bakarken kolunu tuttum. "Polis gelecek, gitsek iyi olur." Kızlara döndüm. "Dönebilecek misiniz? Nasıl geldiniz?"

Ezgi nihayet yanan binadan ve insanlardan gözünü çekip bize döndü. "Arabamla geldik, dönebiliriz." Kafamı salladım ve gitmek için harekete geçmeden önce tekrar kızlara döndüm. "Bana Instagram'dan ulaşırsınız. Hattımı kullanmıyorum."

Sessizce onayladıklarını gördüğümde bu hallerinin okuldakinin tam zıttı olduğunu fark edip kaşlarımı çattım. Şüphe sinyallerim yine ötüyordu.

"Bir şey daha var," deyip duraksadım ve dudaklarımı ıslattım. "Eğer bir oyun çeviriyorsanız ve işin sonunda bizim aleyhimize bir şey olacaksa sonuçlarına katlanırsınız. Blöf yapmadığımı da arkada yanan evden anlayabilirsiniz. Şimdi iyi geceler."

Alkan'la aynı anda eve doğru döndüğümüzde kızlardan hiç ses gelmemişti. Adımlarımı hızlandırırken ne yaptığımı umursamadan Alkan'ın parmaklarına parmaklarımı kenetledim. Alkan'ın şaşkın bakışlarını görsem de evden olabildiğince uzaktan yürümeye ve arabaya ulaşmaya odaklanmıştım. Nihayet arabaya ulaştığımızda siren sesleri duyulmaya başlamıştı. Kimselere görülmeden kargaşadan uzaklaştık ve gecenin karanlığına karıştık. Eve ulaşana kadar tek kelime etmedim. Başımı arabanın camına yaslayıp gözlerimi kapadım ve derin nefesler alarak uyumaya çalıştım. Uyursam geçerdi, gerçi...uyuduğumda da geçmemişti. Kabuslarım bile gerçek dünyadan ezgiler içeriyordu. Buna rağmen uykuya dalmıştım. Gözlerimi Alkan beni kucağına almaya çalışırken açtım ve göz göze geldik. Elimi kaldırıp gerek olmadığını gösterdim, uyku mahmuru bedenimi zorlukla arabadan atıp yoğun güvenlikli geniş malikaneye adımlarımı attım. İçeride sabahki gibi kimsecikler yoktu, uykumu açmak için banyoya girdim ve aynada boyalı suratımla göz göze geldim. Yumruklarımı sıkıp yüzümdeki boyaları çıkarmaya başladım. Yaklaşık 15-20 dakika boyunca yüzümü yıkadım ve sonunda kendi tenime ulaşmıştım. Yüzüm  fazla ovalanmaktan kızarmıştı. Banyodan çıkıp odaya gittim ve Harley'nin oldukça iddialı kıyafetlerini üzerimden çıkartıp bir eşofman takımını üstüme geçirdim. Aslında duş da almak istemiştim fakat karnım ağrıyordu. Bu bir şeylerin yaklaştığının habercisi olduğundan ve yorgun olduğumdan buna yeltenmemiştim. Teyzemin bana gerekli her şeyi bavula koymuş olması içimi rahatlatıyordu, bir sabah Alkan'a ped aldırmak istediğim söylenemezdi.

Saçlarımı tarayıp salık bıraktım ve odadan çıktım. Alkan'ın nerede olduğunu sorgularken onu geniş salonda yanmayan şöminenin önünde elinde içi dolu bardak ve yerdeki orta sehpanın üstündeki bira şişesiyle buldum. Beni gördüğünde elindeki bardağı kafasına dikledi ve bir bardak daha doldurdu.

Oturduğu geniş koltuğa tam yanına oturduğumda üstümdeki bakışları keskindi. Sorgulayıcı bakışları eşliğinde bira şişesini elime aldım ve ona bakarak kafama dikledim. "Bence sen içmemelisin." Sakince söylediği şey ortamdaki sessizliği kırmıştı, ışık loştu. Tepedeki sarı spot ışıklar yanıyordu ve yüzüne gölge düşüyordu. Biranın verdiği garip tat boğazımda kalınca dudaklarımı birbirine bastırdım. "Neden?"

"Çünkü sarhoş olursun."

"Sarhoş olsam ne olur?"

Gayet sakin konuşuyorduk, söylediklerinin arkasındaki sebebi arıyordum. Biraz çakırkeyif olursa anlatırdı belki...

Alkan derin bir nefes aldı ve birden konuyu değiştirdi. "Kafedeki şu çocuk...adı neydi?"

Ne yapmaya çalıştığını anlamasam da sorusunu cevapladım. "Berk." Onun adını neden soruyordu. "Birbirinize yeterince dürüst müsünüz?" İşin içine Berk de girince iyice kafayı yedim ve şişeyi bir kez daha kafama dikleyip yudumladım. Etrafımda kim kalmıştı güvenebileceğim? Şimdi Berk nereden çıkmıştı?

"Dürüstüz." Sorusunu hiç anlamamış gibi davrandığımda gülümsedi ve bardaktan bir yudum aldı. "Yanılıyorsun."

Ben de güldüm. Hayatım yanılmaktan ibaretti. Belki de yanılsamalardan...

"Ne demek istiyorsun?"

"Alp seni öptü, bu senin için üzücü olmalı. Çünkü ilk öpücüğündü, değil mi?"

Konudan konuya atlayıp duruyordu, durdurmak istiyordum onu. Sustuğunda bile benim için daha faydalıydı. Sorularıma cevap vermiyordu ama en azından kafamı karıştırmıyordu. "Evet, üzücü." dedim umursamazca. Bu konuşmanın sonu nereye gidiyordu? Bende beyin kalmamıştı çünkü.

"Bunda da yanılıyorsun." deyip tekrar güldüğünde bakışlarım ciddileşti. "Ne?"

Alkan'ın gülümsemesi her dakika genişliyordu. Yüzümdeki ifade bile onu eğlendirmeye yetiyordu. Fakat sonunda ciddileşti ve biradan bir yudum daha alıp konuştu:

"Sana bir hikaye anlatacağım Zara, iyi dinle."

****

YANILSAMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin