3

2.3K 101 65
                                    

Nasıl giyindiğimi, nasıl davranışlarımızın olduğu ve insanlarla etkileşimimiz bizim hakkımızda her şeyi göstermezdi. Dışa yansıttığımız kısım değişebilirdi ama içimiz hep aynı kalırdı. Bu düşüncenin kanıtı bendim. Bu yüzden insanların içimi bilmesini istemezdim çünkü o zaman hangi maskeyi takarsam takayım beni tanırlardı. Bu istediğim bir şey değildi. Okulda sessiz kızı, yanında kaldığım teyzem maddi olarak elimden tutamadığı için çalıştığım kafede de sevecen ve biraz da seksi görünmeye çalışan kızı oynuyordum. Hangisi gerçek bendim? Bunu ben bile bilmiyordum çünkü insanlara kendimi kaparken kendimi de kapamıştım. Ayak basılmamış bir kara parçası, keşfedilmemiş gezegendim. Yeteneklerim elbette vardı ama hiçbir alanda ilerlememiştim. İşlenmeyen toprak kururdu, ben de kuruyup gidecektim çünkü kendimi tanımıyordum. Bir insan kendini nasıl tanımazdı?! İlginçti, yaşadığım hayat gibi...

Kafeye girdikten sonra personel odasına gittim ve çantamı astım. Aynada görüntüme denk geldiğimde belli belirsiz gülümsedim, nasıl da değiştiriyordum kendimi. Amacım belliydi aslında, okuldakilerin beni tanımasını istemiyordum. O yüzden biraz daha fazla sıvıyordum o boyaları yüzüme. O yüzden bu doğal duran peruğa bir maaşımın çeyreğinden fazlasını yatırmıştım. Hayır, kafede çalışmaktan utanmıyordum. Sadece okulun öğrencilerini sevmiyordum, çalıştığımı bilselerdi sürekli buraya gelirlerdi. Çünkü burunlarını sokmadıkları yer yoktu, söz konusu okulun en sessiz, gizemli insanıydı. Elbette kurcalamak isterlerdi.

Az önce yaşadığım olay tekrar aklıma geldiğinde derin bir nefes aldım. Bir nefesle her şeyi yoluna sokacağıma inandırmaya çalıştım kendimi. İnsan kendini her şeye inandırabilirdi. Yeterince uğraşırsa istek inancın önüne geçerdi çünkü.

Mutfakta çalışmasam da kafenin yönetiminin garsonlara da giydirdiği siyah mutfak önlüğünü boynumdan geçirip belime bağladım. Bir mutfak önlüğüne göre oldukça şıktı elbette. Başka bir iş kıyafetimiz yoktu ve bu işime geliyordu. Kızıl gür saçların bir kısmını tokayla arkada tutturdum ve önden birkaç tutamı çıkardım. Her şey tamamdı, telefonumu önlüğün cebine atıp odadan çıktığımda kafenin fazla yoğun olmadığını fark edip sevindim, kafe belirli bir saati geçince bar oluyordu. O saate kadar kalmasam da bazen kalmam gerekebiliyordu. Ortam iyice çirkinleşiyordu, okuldan birkaç kızı barda görmüştüm. Büründükleri o haller yanlarında getirdikleri adamın kucağında bitiyordu. İzlemesi oldukça mide bulandırıcı olduğundan tuvalete gidip kusuyordum. Neyse ki teneffüste sınıfta toplanan kız grubundan kimseyi daha önce burada görmemiştim.

Düşüncelerime cevap olarak Ezgi yalnız bir şekilde kafenin kapısından içeri girdiğinde kendimi tokatlamak istedim. İnsanın düşünceleri bile şom ağızlı olur muydu ya?! Bakışlarımız kesiştiğinde gözlerimi kaçırdım. Kasadaki Berk ile göz göze geldiğimde gözlerimle diğer garsonların nerede olduğunu sordum. Sinyali aldıktan sonra kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzdü. Anlaşılan bugün geç kalanlar vardı, oflayıp kasanın yan tarafından bir menü alıp Ezgi'nin oturduğu masaya doğru yürüdüm. Bir yandan da içimden dua ediyordum çünkü beni tanımamalıydı. Gerçi beni okuldaki o kızla benzetse bile o olacağıma inanmazdı çünkü çizdiğim iki profil birbirinden o kadar zıttı ki...Neyse ki makyajla yüz hatlarımı güzel değiştiriyordum. Bu zamana kadar okuldan gelen kimse beni tanımamıştı, yani en azından ben öyle biliyordum. Ezgi'nin de tanımayacağını umarak yanına gittim ve menüyü ona uzatıp "Hoş geldiniz." dedim. Okulun en sessizi olmamın avantajlarından biri de kimsenin sesimi tanımamasıydı. Öğretmenler artık bana pasaj bile okutmuyordu. Sessizliğime saygı duyulmaya başlanmıştı. Keyifsizce "Hoş buldum." dedikten sonra eline verdiğim menüye bakmaya başladı. Bana fazla bakmıyordu, başında dikilip ne isteyeceğini beklerken "Limonata ve cheesecake alacağım." dedi. Menüyü bana uzatırken göz göze geldik. Aramızda kısa bir bakışma geçti, uzattığı menüyü alıp "Hemen getiriyorum." dedim ve mutfağa doğru yürüdüm. Bir an tanıyacak diye kalbim ağzıma gelmişti ama gayet yabancı bakmıştı.

Neyse ki mutfakta çalışan kişiler işinim başındaydı. Siparişini kısa sürede hazırlatıp ona götürdüm ve kasaya yürüdüm. Hiç iletişim kurmamıştım, kafamda sorular vardı. Neden yalnızdı? Takıldığı çocukla ya da kızlardan biriyle neden gelmemişti?

"Eee n'aber Gökçe?"

Berk'e döndüğümde her zamanki pozitif enerjisiyle kasada oturuyordu. Evet, adım Gökçe'ydi. Yani sadece buradaki adım Gökçe'ydi. Patronlara yaka kartına Gökçe yazılmasını istediğimi söylemiştim. Diğer ismimi kullanmadığımı sanıyorlardı oysaki benim okulda kullandığım ismim farklıydı. Tam adım Zara Gökçe Ersel'di. Kendimi gizlemekte oldukça iyiydim. Okuldaki çoğu kişinin de Gökçe ismimden haberi yoktu. Düşüncelerimden sıyrılıp Berk'e döndüm. Benden bir yaş büyüktü, üniversiteye giderken ailesine maddi olarak destek olabilmek için işe girmişti. Akşamlarını kafede geçirerek tıp okumak zor olmalıydı. "İyi senden?" dedim gülümseyerek. Oturduğu yeri gösterip "Bugün de hayattayım Allah kahretsin." dediğinde kıkırdadım. "Bir gün öleceksin bunu diye diye."

"Keşke, keşke, inşallah!" dediğinde gülümsemem genişledi. Dikkat çekmemek için fazla gülmüyordum. Fakat Berk hep böyleydi. Aslında hayattan zevk almıyor, ölmek istiyor gibi konuşuyordu ama etrafına yaydığı pozitif enerji benim gibi buz gibi birini bile güldürüyordu. Sohbet etmeye devam ettiğimizde sohbetin ortasında Ezgi'nin biriyle hararetli hararetli konuşması dikkatimi çekti ve Berk'e 'sus' işareti yapıp o tarafa kulak kabarttım.

"Onu beni aldatmadan önce düşünecektin! Aşağılık pislik!" Bağırmaya başladığında şaşkınlık içinde onu dinledim. Muhtemelen Berkay'la konuşuyordu. Herkese anlattığı aldatma hikayesi nihayet Berkay'ın kulağına gitmiş olmalıydı ama Berkay'ın onu aldatmış olduğu gerçeği oldukça dikkatimi çekmişti. Ortadaki tablo üzücüydü, birbirini aldatan iki sevgili. Ezgi bunu intikam için mi yapmıştı yani? Yine de Berkay aşağılığından bir farkı kalmamıştı. "Üste çıkmaya çalışma! Siktir git Berkay! Seninle uğraşamam!" Telefonu kapatıp masaya fırlattıktan sonra birden ayaklandı ve daha yarısını bile içmediği limonatayı kafasına dikledi. Cheesecake'i masanın üstünde öylece yenilmeyi beklese de direkt kasaya yöneldi. Berk hızlıca hesabını hesapladı ve o geldiği gibi borcunu söyledi. Cebinden bir ellilik çıkarıp "Üstü bahşişim olsun." diyip bana kısa bir bakış attı. Sesi buz gibiydi, çok sinirliydi. "Yine bekleriz." dediğimde cevap vermeden kafeden ayrıldı.

Yaşanan garipliklerden sonra Berk'le birbirimize boş boş baktık. Daha sonra diğer garsonlar da kafeye teşrif etti ve yoğun saatlerde ayak tabanlarım ağrıyana kadar çalıştım. Çalışma saatimi doldurduğumda herkese "İyi akşamlar." dedim ve önlüğümü çıkarıp dolaba tekrar koyduktan sonra çantamı aldım. Kafesen çıktığımda saat 9'a geliyordu. Hava kararmış, soğuk hava suratıma vurmaya başlamıştı. Bu yıl Mart ayı oldukça soğuk geçiyordu, tramvaya yürürken montumum cebine koyduğum telefonumun titrediğini hissedip elimi cebime attım.

Telefonu açtım. WhatsApp'tan gelen bildirimi gördüğümde gözümü kısıp bildirimin üstüne tıkladım, genelde bana fazla mesaj atılmazdı.

053********: Selam.

053********: Buldum seni.

YANILSAMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin