Gözyaşları inci taneleri gibi yerle buluşurken
Kalbe zehir oldu yaşamaya çalışırken
****
Kahvaltıyı edip masayı topladıktan sonra Alkan'ın bir şey söylemeden odasına gitmesiyle salondaki koltuklardan birine oturup kafamı geriye yaslamıştım. Elim hafiften sızlıyordu ve sırtıma birden tonlarca yük binmiş gibiydi. Kafamda dönüp duran plan beyin fonksiyonlarımı zorluyordu. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım, kendimi engellemeliydim yoksa kafayı yerdim.
Farkına bile varmadan uykuya teslim olmuştum. Rüyamda kaçış ve kovalama temalı bir sürü kesit görmüştüm. En son babamın son hali gözümün önüne geldiğinde uykudan sarsılarak kalkmıştım. Doğrulduğum gibi bulunduğum yerin değiştiğini fark ettim. En son koltukta uyuyakalmıştım fakat şu an koyu mobilyalarla döşenmiş geniş bir yatak odasındaydım. Üstümdeki ince örtüyü çekip ayaklandım. Buraya kendim gelmiş olamazdım çünkü uyurgezer değildim. Gözlerimi ovuşturup güneşlikle kapatılmış penceren gelen gün ışığına baktım. Hala gündüzdü, muhtemelen çok az uyumuştum.
Kapıdan çıktığımda karşıma çıkan ilk şey gizlice girmeye çalıştığım odanın kapısıydı, Alkan'ın odası karşısıydı. Peki kaldığım oda kimindi?
Koridoru geçip salona ulaştığımda bilgisayarla uğraşan Alkan'ın dikkatini çekmiştim. Gözü kısa bir süreliğine bana kaydıktan sonra tekrar bilgisayara döndü. Gözlerimi kısıp yanına gittim ve oturduğu tekli koltuğun arkasına geçip bilgisayar ekranına doğru eğildim. Hiç istifini bozmamıştı çünkü tam olarak bilmem gereken şeylere bakıyordu.
"Kayıtlar mı?" dedim sorgularcasına. Muhtemelen başka bir şeyin olup olmadığını merak ettiğinden tekrar inceliyordu. Görüntüyü bir ileri bir geri sarıyordu. En sonunda istediği kısma gelince kafasını salladı. "Biz gittikten sonrasını gördük, bir de öncesini görmek istedim." Durdurduğu kaydı oynattığında bahçenin önüne park edilen arabanın içinden takım elbiseli adamlar indi, ardından Oğuz da oldukça sakin bir şekilde arabadan inip yürümeye başladığında kaşlarımı çattım. Oğuz bahçeye girdiği gibi karşısında kameraya arkası dönük şekilde dikilen adama bir yumruk geçirdi. Diğer adamlar hemen Oğuz'un önüne geçerken yumruk yiyen adam yumruğun etkisiyle birkaç adım geriledi. Sonra elini kaldırıp yüzüne götürdü. Oğuz deli deli bir şeyler söylerken adamların hepsi onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Birkaç cümleden sonra sinirle binaya giren Oğuz'un içerideki kameraların kadrajına girerek yürümeye devam etmişti. En sonunda oldukça tanıdık olan koridordaki odalardan birine girdiğinde onun adamı uçurarak çıktığı oda olduğunu anladım.
Alkan tepkimi ölçmek için bana döndüğünde bilgisayara bakmaya devam ediyordum. "Odalarda kamera yok, değil mi?" dedim umutsuzca. Kafamı çevirdiğimde Alkan'a omzunun yanından bakıyordum ve ister istemez biraz yakındık. Alkan kafasını olumsuz anlamda salladı. İstemsizce güldüm. "Yani kamera yerleştirme riskine giriyorsun ama ses kaydetme özelliği olan bir kamera yerleştirmeden işi bitiriyorsun. Pes!"
Alkan sahte bir şaşkınlık ve imayla konuştu. "Kameraları ben almadım, dolayısıyla özelliklerinden haberim yoktu. Kusurumu mazur görün." Pislik, bir de dalga geçiyordu! Gerçekten hayatımın en berbat dönemlerinden birindeydim. Fazla merak gerçekten başıma bela olmuştu, sahiden de eli silahlı adamlarla aşık atıyordum. Alkan öylece bana bakmaya devam ederken yakın durmamızda hiçbir gariplik yok gibiydi. O kadar yakından yüzü bir anlığına tanıdık gelmişti, sonra birine benzettiğimi düşünüp soru işaretlerini kafamdan atmıştım.
"Neden odaya götürdün beni?"
Konuyu birden değiştirdiğimde hızlıca cevapladı: "Geldiğimde kafan öne doğru düşmüştü, ayakta uyuyordun resmen. Ben de götürdüm." Sonra duraksadı ve aklına sonradan gelmiş gibi devam etti. "Kötü mü yaptım?"
"Hayır da ben burada da yatardım. Keşke başkasının odasına götürmeseydin. Ya da uyandırsaydın, uyanırdım ben. Uykum hafiftir benim, saat tik-taklarına bile uyanırım ben."
Birden seriye bağladığımda Alkan gülüp elini kaldırdı. "Götürmem seni rahatsız mı etti?" Bazen bu kadar açık sözlü olmamasını diliyordum. Hiç aklımdan geçmeyen bir şeyi önüme çıkarıp devrelerimi yakıyordu. Suratına garip garip baktım. Buna ne denirdi?
"Hayır, gerek yoktu sadece." demekle yetindim. Bunu demekle yanlış anlaşılmamayı ummuştum. Alkan kaşlarını kaldırıp indirdi. "Çekinmene gerek yok." Dediğini duysam da tepkisiz kaldım. Eğildiğim yerden doğrulup çaprazındaki koltuğa oturdum ve ellerimi göğsümde bağladım. "Planı konuşalım."
Alkan'ın yüz ifadesi birden ciddileştiğinde bu konudan nefret ettiğini haykıran yüzü başka ifadelere evrilmişti. "Madem üstesinden geleceğini düşünüyorsun yap o zaman. Ama her şeyden haberim olmalı. Öncelikle benimle beraber kaçıp gitmeni açıklamamız gerek."
İlk adımdan başlayarak bütün meseleyi enine boyuna tartıştık, kimi yerde sergilemek istediğim tavırları onaylamadı. Benim istediğim yavaş yavaş ona kapılan hülyalı bir kız izlenimi vermekti fakat o daha ağır oynamam gerektiğini söylüyordu. Neyse ki oynayacak olan bendim ve kuralları ben kuracaktım. Bundan onun haberi olmasa da olurdu. Planın her ayrıntısını kararlaştırdıktan sonra neler olacağını merak ediyordum. Burada kalamazdım çünkü burayı bilme ihtimalleri vardı. Alkan'ın evinde olduğum bilinirse bir şeyler peşinde olduğum anlaşılırdı çünkü Alkan sağlam ayakkabı gibi durmuyordu. Bu yüzden Alkan kalabileceğim bir yer olduğundan bahsetti ve oranın kimse tarafından bilinmediğini söyledi. İlk işim teyzemle durumları konuşup evden eşyalarımı almak olacaktı ama bunu gizlice yapacaktık. Bu evden gizlice çıkıp teyzemin evine kimselere görünmeden girecektik. Aksi takdirde peşimize bir sürü adam takabilirdik.
Her şeyi konuştuktan sonra ihtimaller kafamda dönerken uyuyakaldığımda gördüğüm rüya birden kendini hatırlatmak istercesine zihnimde belirdi. Babamın yaşlı gözleri ve korkmuş yüzüydü son gördüğüm. O günü görmemiştim ama babamı görmüştüm. Öğrenmem gereken şeyler vardı ama o bunları cevaplayabilecek durumda mıydı?
Asıl sorulması gereken şey başkaydı: Ben babama bunları sorabilir miydim?
Onu o günden sonra hiç görmemiştim. Annemi ölüm soğukluğunda toprağa verdikten sonra cehennem hayatım boyunca asla babamı düşünmemiştim. Aklımda dönüp duran tek şey yaptığıydı. Düşünmeye devam ettim, belki de bahsettikleri şeyi gerçekten biliyordum. Belki de zihin arşivlerimi en ince ayrıntısına kadar kontrol etmeliydim.
Bana miras kalan birkaç anıya döndüğümde hatırladığım tek şey sevgisiydi. Yüzdüğümüz denizler, piknik yaptığımız göl kenarları ve fidan diktiğimiz güzel günler...Son zamanlardaki değişiminden hiçbir anlam çıkaramamıştık. Sonradan şizofreni hastası olduğunu öğrenmiştik ve her şey netleşmişti. Fakat şimdi tekrar düşününce normal değildi. O adamın teklifinin veya ödettiği bedelin bir etkisi olabilirdi. Ama neydi?
Babamın ben küçükken anneme sürekli söylediği bir söz düştü aklıma. "Ona çok iyi öğretmeliyiz hayatı. Bir gün bizi kaybederse mutluluğu nasıl bulacağını bilmeli." Göğsüm sızladığında anılarda biraz daha derinlere indim. Acı veriyordu ama yapmak zorundaydım. Babam çok küçükken babasını kanserden dolayı kaybetmişti, bu yüzden bana çok düşkündü. Babasından göremediği sevgiyi bana vermişti daha küçükken. Babası hakkında fazla bilgisi yoktu. Sürekli babaanneme babasını anlattırdığını söylerdi. Babaannem de çok geçmeden hayat gözlerini yumunca pusulasını kaybetmişti. Yolu bulamamıştı bir süre. Sadece sürüklenmişti hayatla birlikte. Korkmuştu, benim de onları kaybedip aynı şeyleri yaşamamdan korkmuştu. Çünkü bu onun en büyük tramvasıydı. Bana da hep verdiği bir öğüt vardı bu yüzden:
"Bir gün bizi kaybedersen diktiğimiz fidanların yanına git, biz olmasak bile bizi hissedeceksin kızım. Asla yalnız kalmayacaksın."
Aklıma gelen cümle ile bedenim titredi, dolan gözlerimi kırpıştırdım ve ağlamaya başladım. Ne yapmam gerektiğini biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANILSAMA
Misterio / SuspensoYanıldım, kendi geçmişim hakkında fena yanıldım. Bildiklerimden çok bilmediklerim var büyük kapılar ardında. Anne özledim seni...Baba, o gün kestim sesimi. Dön geriye, yaşa tekrar. Hisset acıyı... Bir gün, gelecek doğuracak sancıyı. Kısa Hikaye (...