Draco öğrencilere verilen talimatlar sonucunda Ortak Salondan çıkıyordu. Büyük Salona ilerlerken ellerinün titrediğini hissediyordu, bunu diğerleri de hissetmesin diye ellerini cebine tıkıştırmıştı.
Yanındaki Blaise üç saniyede bir ofluyordu. Hala kendi kendine sinirli olmalıydı, suratı içinden küfür ediyormuş gibiydi.
Draco'ysa bir o kadar korkuyordu. Onu öptüğü zamanki cesareti yoktu, yüzüne bakmaya bile çekiniyordu. O, annesine mektup yazmıştı. Hem de... İkisinin sevgili olduğunu söyleyerek. Draco yutkundu, hırkasının cebindeki ellerinin titremesinin geçmesi için yumruk yaptı.
Büyük Salona girdiklerinde çoğu öğrencinin orada olduğunu gördüler, Draco heyecanlı bir nefes verdi. Gözleri hızlıca içeriyi taradı, sonunda onu buldu. Arkadaşlarıylaydı, masanın üzerinde oturmuş konuşulanları dinliyordu. Keyfi pek yerindeymiş gibi görünmüyordu, belki de Draco'yla takım olmak istemiyordu.
Draco gözlerini kırpıştırarak ne yapması gerektiğini düşündüğü anda önüne biri geçti. "Benim partnerimsin," Draco önündeki beyaz saçlı kıza baktı. "Ben de senin partnerin oluyorum."
Luna denilen kızdı,doğru ya, Draco onu Potter için seçmişti. Gözleri tekrar masaları dolaşarak onu buldu. Buraya bakıyordu, Draco yutkunarak kıza döndü. "Merhaba..."
Kız kendisine biraz baksa da "Hadi gel," dedi. "Ellie'nin nerede olduğunu biliyorum." Draco bir an boş bulunarak "Ellie?" dedi. Sonra onun Hufflepuff'tan aklına gelen ilk soyadını taşıyan kız olduğunu hatırladı, onunla da partnerdi. Luna etrafına bir bakış atarak "Hoş ayakkabıları olan kız." dedi.
Tamam, bu daha güzel bir betimlemeydi.
Kız aniden kendisini bileğinden tuttu, birkaç adım atıp ilerleyince Draco Blaise'in kendisine yalvarır gibi baktığını gördü. Tek kalmak istemiyordu.
Draco neredeyse gülecekken kendini tutup onun da gelmesini işaret etti, sonra Nicholson'ın yanına vardılar. Kız Hufflepuff sarısını taşıyan renkten ne bulduysa üzerine geçirmiş gibiydi. Suratında hiç dinmeyecekmiş gibi duran bir gülümseme vardı. "Aa... Merhaba."
Draco kolunu bırakan kızın, eliyle Nicholson'ın koyu sarı ayakkabılarını işaret ettiğini gördü. "Gördün mü? Hep güzel ayakkabılar giyer." Blaise rahatsızca kıpırdanırken Draco güldü. "Gerçekten güzel ayakkabılar."
Sonra bir an durdu, bunu söylemeyi planlamamıştı. Blaise bile bir an şaşırıp kıpırdanmayı bırakmıştı. Bu senenin başından beri, hatta belki de çok daha uzun zamandır birine iltifat etmemişti. Birine iltifat etmekten öte, içinden gelerek güzel bir şey söylememişti.
Şimdi yanında kendisini aşağılayan, nefret eden kimse yokken, birkaç gündür hiç olmadığı kadar keyifli hissediyordu. Güvende de hissediyordu ama doğrusu hiçbir zaman Potter'ın kendisine sarıldığı andaki kadar güvende hissedeceğini sanmıyordu.
Olur olmadık zamanlarda aklına gelmesine alıştığı çocuğa kendi kendine göz devirdi, Nicholson kızının gülüşünü duyduğunda gözlerini tekrar ona çevirdi. "Aa... Teşekkür ederim."
Lovegood etrafına bakınıp "Harry'nin de burada olması gerekiyor," dedi. "Sorun değil, biz ona gideriz. İşte orada, Ellie'nin havuçlu ayakkabıları çok gerçekçi." Draco kaşlarını çatıp ne ilgisi olduğunu çözmeye çalışırken yutkundu.
Sonra Blaise'in ıkınır gibi inlemesi duyuldu. Onun diğer takım arkadaşları Weasley'in yanındaydı, yani gidecek bir yeri de kalmamıştı. Yine de umutsuzca onun yanına gitmek istemiyor olmalıydı.
Draco bunu umursayacak halde değildi, derin bir nefes verirken önden yürüyen Lovegood ve Nicholson'a baktı, Blaise bile birkaç adım atıp ilerlemeye başlamıştı.
Gözleri tam karşısındaki masada oturan Potter'ı buldu, göğsü heyecanla inip kalktı. Ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu.
-
Hp fic evreninin en sacma sahneleri icin hazir miyiz
Bole baktiricam::
ŞİMDİ OKUDUĞUN
To Be So Lonely / ❝Drarry❞
FanfictionDon't blame me for falling, i was just a little boy. ^Bu kurgu anksiyete, yeme bozukluğu gibi tetikleyici unsurlar içerir. Lütfen sizi olumsuz etkileyeceğini düşünüyorsanız okumayın. [tamamlandı]