Saklanmak için güç bela bir mağara bulduğumuzda hepimiz nefes nefeseydik. Titreyen bacaklarım, adım atmama hiç yardımcı olmuyordu artık. Ayının homurdanmasını hâlâ duyabiliyordum. Yakınlardaydı. Bunu bilmek, bir kez daha ecel teri dökmeme sebep oldu. "Çocuklar..." dedi Lalezar kısıkça. Suratı kireç gibiydi. "Hakkınızı helal edin." Bu sözler sayesinde daha çok korktum. Nûra sarsak adımlarıyla öne çıktı. "Ne? Ölmeyeceğiz değil mi?" dedi panikle.
"Ölmek istemiyorum ben!" Bu kadar çok stres hepimizi yıpratmıştı, ama Nûra bizden daha kötü haldeydi. Nitekim panik atağı daha şiddetli bir şekilde baş göstermeye başlamıştı. Ayakları kayınca, onun daha fazla dayanamayacağını anladım. Ammar ve Siraç, Nûra'yı tutmak için aynı anda atıldı. Huzeyfe ise yerinden kıpırdayamadı.
Nûra'nın yarı baygın hâli gözüme çarpınca, başımın döndüğünü hissettim. Midem bulanıyor ve bacaklarım titremeye devam ediyordu. Ayı, er ya da geç kokumuzu alacak ve bizi bulacaktı. Bu ürpertici hayal dizlerimin bağını çözdü. Gözlerim kararıyordu sanırım, çünkü görüş alanım sınırlanmıştı. Derin bir kuyunun içine çekiliyor gibiydim, direnmedim ve teslim oldum. Biri bunu fark etmiş olmalı ki, çok geçmeden beni tuttu. "Ecrin." Adımı mırıldandı. Arkadaşlarımdan biri olduğu kesindi. Ama hangisi olduğunu çıkaramayacak kadar bilincim zayıftı. Birtakım anlamsız sesler duydum. Diğerleri de başıma toplanmış olmalıydı. Görüntüler birbirinin üstüne bindi ve hiçbirinin yüzünü seçemedim.
"Ecrin! Dayanmak zorundasın!" dedi bir erkek sesi. Başka birinin yüzüme serptiği suyu hissettim. Bu beni biraz ayıltmış olmalıydı ki gözlerim bu kez zorlanmadan aralandı. Hâlâ halsizdim. Fakat her geçen dakika aklım biraz daha açıldı ve beni tutan kişiye bakmayı düşünebildim. Huzeyfe'nin kucağındaydım, yere bağdaş kurmuştu.
Göz göze gelince rahat bir nefes aldı. "Uyandın. Çok güzel." Islak yüzüme yapışmış saçları ittirdi. "Çok endişelendim." Üstümden tır geçmiş gibi olmasına rağmen gülümsemeye çalıştım. Lalezar da yanımıza çöküp bana eğildi. "Çok korktum Ecrin. Şükür ki iyisin." dedi. "Hem Nûra hem de sen aynı anda. Ne yapacağımızı bilemedik." Ammar da tedirgin bakışlarla beni süzüyordu. Siraç'ı göremedim. Muhtemelen Nûra ile ilgileniyordu.
Mağaraya yaklaşan adım seslerini duyunca aniden yerimde doğruldum. Arkadaşlarım da duymuştu, ses git gide yükselirken korkuyla Huzeyfe'ye sokuldum. Bana sarılıp fısıldadı. "Sakın tekrar bayılma." Ağlamaklı bir sesle Huzeyfe'ye cevap verirken başımı onun boyun girintisine gömmüştüm. "Deneyeceğim."
Hepimiz yerde oturur vaziyette birbirimize tutunmuş, ölmeyi bekliyorduk. Buraya kadardı her şey. Bizi arayan ailelerimizin bulacağı tek şey cesetlerimiz olacaktı. Birlikte ve birbirine kenetlenmiş. Pisi pisine, kaçamak bir tatil uğruna hayatını kaybetmiş...
Adımlar mağaranın girişinde yavaşladı, durdu. "Çocuklar korkmayın." dedi bir ses. Bu bir insana aitti. Yüreğime serin bir sel yayılırken vücut sıcaklığım normal haline dönmüştü. Başımı Huzeyfe'nin boynundan çekip arkamı döndüm. Arkadaşlarım da yavaş yavaş birbirinden ayrılmaya başlamıştı. "Ayı size zarar veremez artık. Lütfen korkmayın." Başımı yukarı kaldırdım. Uzun boylu ve zayıf bir adam bize güven verircesine gülümsüyordu. "Siz kimsiniz?" Konuşmayı ilk akıl eden Lalezar olmuştu.
"Ben Turgut. Avcılıkla ilgileniyorum. Yaklaşık iki yıldır bu adanın ormanında yaşıyorum." dedi başımızdaki yabancı. "Ayı nerede? Geri gelmeyeceğinden nasıl bu kadar eminsiniz?" dedi Nûra. Yeni ayılmıştı ve hala tedirgindi. "Arkadaşım onu ormanın zıt yönüne sürdü. İşini bitirecek." Bu kez bir soru yönelten bendim. "Nasıl?" Ben cümlemi bitirmeden güçlü bir silah sesi etrafa yayıldı. Gürültüden korkan kargalar yığın halinde göğe yükseldiler. "İşte bundan bahsediyordum." dedi Turgut isimli adam. "Epey korkmuşsunuz. Yorgunsunuz, dinlenmeye ihtiyacınız var." Şapkasını düzeltti. "Beni takip edin. Evime götüreyim sizi. Orada tanışırız."
Erkek arkadaşlarıma baktım. İtiraz etmeden ayağa kalktılar. Bu yüzden biz kızlar da karşı çıkmadık ve Turgut isimli adamın arkasından yürüdük. Şu anda en çok ihtiyacımız olan şey, güvenli bir barınak ve bize yardım eli uzatacak bir insandı. On, on beş dakika yürüdükten sonra tahta bir kulübeye vardık. Yeni ahbabımız, kapıyı açıp bizi içeri buyur etti. Tereddüt etmeden içeri girdik. Oturmamız için şöminenin yanındaki koltukları işaret etti. Dediğini yaptık.
"Burada yaşamıyorsunuz herhalde?" Bu soru üzerine hepimiz birbirimize baktık. "Hayır." dedi Ammar. "Tatil için buradayız." "Tahmin etmiştim." dedi Turgut. "Burada yaşasaydınız ormanın o kısmının tehlikeli olduğunu bilir ve yaklaşmazdınız." Siraç kafasını salladı. "Haklısın. Bilemedik işte. Az kalsın bedelini canımızla ödüyorduk." Turgut, cebinden çıkardığı paketten bir sigara çekip yaktı. "Sadece ayı değil, o bölgede bir çok vahşi hayvan var. Şanslısınız ki, karşılaştık."
Yavaş yavaş kendime geliyordum. Nefes alış verişim düzelmiş, vücudumdaki titreşim dinmişti. Ortama ayak uydurmak için kurtarıcımıza bir soru sormaya karar verdim. "Burada nasıl yaşayabiliyorsunuz? Yani, yiyecek içecek işini nasıl hallediyorsunuz?" Sigarasından bir yudum daha alırken gülümsedi. "Avcı olduğumu söylemiştim, hayvan avlıyorum. Bazen yenebilir meyve ve sebze topluyorum. Çok çeşitli bir içecek menüm yok, çoğunlukla dere suyu içerim. İnsan yapımı yiyeceklere çok özlem duyduğumda şehire inip alışveriş yapıyorum." diye açıkladı.
"Yalnız yaşamak sıkıcı olmuyor mu?" dedi Nûra. Bu soruya anında olumsuz cevap veren Turgut, elini savuşturdu. "Tabii ki de hayır. İnsanların olmadığı yerde huzur vardır. Kendimle olmaktan çok mutluyum." Nûra hafifçe gülümsedi. "Değişik bir yaklaşım."
Bu kez soran Lalezar'dı. "Kaç yaşındasınız? Ayrıca, anne babanız bu kararınız hakkında ne düşünüyor?" Bekletmeden cevap verdi Turgut. "28 yaşında olduğum için, bana karışmadılar ve saygı duydular." Ayağa kalkarken sormayı ihmal etmedi. Gözleri hepimizin üzerinde gezdi. "Siz kaçsınız? Tahmin ettiğim kadarıyla oldukça çıt kırıldım ve yeni yetmesiniz." Bu sözlere Ammar ve Huzeyfe göz devirip birbirlerine baktılar. Bu tarz kelimeler erkeklerin hoşuna gitmiyordu sanırım. Onlar bir an önce yetişkin olup, erkeklere yakışır hitaplarla anılmak istiyorlardı.
"Çoğumuz on sekiz yaşındayız." dedi Nûra. "Ammar ve Huzeyfe yeni on dokuz oldu, Ecrin ise en küçüğümüz, o on yedi." "Anladım." diye mırıldanan Turgut mutfağa doğru giderken ekledi. "Size bir şeyler ikram edeyim, biraz bekleyin." Minnettarlıkla ona teşekkür ettik. Zira şu anda hiçbir şeye hayır diyemeyecek kadar bitkin bir haldeydik.
▪
İki saati Turgut'un küçük orman evinde geçirmiştik. Sonra Turgut, çadırımıza kadar bize eşlik etmişti. Arkadaşının ayıyı vurduğunu anlamıştım, bu yüzden içim rahattı. Elbette hiçbir hayvanın ölmesini istemezdim fakat söz konusu insan hayatı, üstelik benim ve arkadaşlarımın hayatları olunca bunu temenni etmeye mecburdum.
Kampımızın tüm tadı kaçmıştı. Hepimiz, amansız bir korku içindeydik ve en ufak çıtırtıya irkiliyorduk. Bu travma biraz sürecekti. Yine de hâlâ tek parça halinde olduğumuz için şükretmeliydik. Beş gün kararlaştırdığımız günü üçe düşürdük. Son günü de güç bela atlattıktan sonra toparlanıp gitmeye hazırlandık. Yaşadığımız devasa dozdaki korku yüzünden güzel bir tatil olduğunu söyleyemezdim. Buna rağmen içimi karartmamaya çalıştım.
Ammar, bizi adaya bırakan tekne kaptanını aradı ve gelmesini istedi. Onu beklerken biraz oyalanıyorduk, gözlerim Siraç'a çarptı. Ona baktığımı fark etmişti, fakat başını ters yöne çevirdi. Bu yaptığına mana veremedim ve ister istemez gücendim. Aramızda her geçen gün daha büyük bir uçurum oluşuyordu. Maalesef ki bunu değiştirmek için elimden hiçbir şey gelmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHRA YANGINLARI
ChickLitEcrin, dindar bir ailenin kızıdır fakat düşünce tarzı ve fikir yapısı anne babasından tamamen farklıdır. Ailesi onaylamasa da oldukça cüretkar bir hayat sürmektedir. Çocukluktan beri arkadaş olduğu Nûra ve Lalezar da onun kafasındadır. Sahabe isimle...