49. Bölüm: "Cehennemden Azat."

102 8 6
                                    

Gün geçtikçe İslam'a daha da aşık olmuş, gereksiz sevgileri kalbimden çıkarmıştım. Eski arkadaşlarımı hiç merak etmiyor, onları düşünmüyordum bile. Aklıma hiçbir zaman gelmiyorlardı. Bitmişti ve bu omuzlarımdaki ağır yükten kurtulduğum anlamına geliyordu.

Huzeyfe'yi de tamamen aklımdan çıkarmıştım. Ona karşı eskisi kadar kinle dolu da değildim. Yaptığı şey iğrençti ama birlikte yapmıştık ve ben de onun kadar suçluydum, belki de ondan daha çok suçluydum, geleceğimi düşünmediğim için.

Evet, bu durum yüzünden asla evlenemeyeceğimi biliyordum, yine de daha da geç olmadan bu hayattan kurtulduğum için Rabbime her gün şükrediyordum.

Adını öğrenemediğim gencin, artık yüzünü de tamamen unutmuştum. Çünkü artık İslam terbiyesine uyuyordum, ve bu doğru olmazdı. Yabancı bir erkeğe karşı hisler besleyip onu hayal edemezdim. Ki onun nişanlısı vardı.

Bu arada, taşınmamımızın üzerinden 4 yıl geçmişti. Ve ben artık 23 yaşındaydım, bu yüzden her daim bir hanımefendi gibi davranmaya çalışıyor, dinimi yaşamak için daha ciddi bir çaba sarf ediyordum.

Ergenlik kabuğundan sıyrılmış, sadece ileri bakıyor, geçmişimdeki hataları yapmaktan her fırsatta kaçınıyordum.

Çarşaf giymeye başlamıştım, sanırım bu, bu yıl verdiğim en güzel karardı.

Sabah vakti biraz dışarı çıkmak istedim. Evimizin yakınında her zaman boş olan bir çayır vardı. Çayır diyorum çünkü çok uzun çimenleri ve bakımsız patika yoluyla oldukça ıssız bir yerdi. Bu yüzden insanların genellikle tercih etmeyeceği bir yerdi. Öğlen namazına kadar orada oyalanmayı düşünmüştüm. Bugün nedense canım, biraz kendimle baş başa kalmayı istiyordu.

Evden çıktığımda yan komşumuza selam verdim. Güler yüzle karşıladı beni. Yanında bir kadın daha vardı, sırtı bana dönüktü. Ben komşumuzla konuşmaya devam ederken beni merak etmiş olmalı ki yüzünü bana çevirdi. O zaman onu tanıdım. Biraz zor oldu ama gülümseyerek, "Sen nasılsın Ferhunde teyze?" diyebildim.

Beni görünce şok oldu, öyle ki benden bile çok şaşırmıştı, donmuştu adeta.

"Birbirinizi tanıyor musunuz?" dedi yan komşumuz.

Ben kafamı salladım.

Ferhunde teyze cevap vermedi.

"Ferhunde teyze, hatırlar mısın bilmem. Ama önceden çok hırpalardın beni. Her fırsatta iğneli sözlerle rencide etmek hoşuna gidiyor olsa gerek. Belki de sevgini bu şekilde gösteriyordun."

Son söylediğimden şüpheliydim. Ama devam ettim.

"Arkadaşlarımla buluştuğum evi aileme ifşa etme diye senin evini boydan boya silip süpürmüştüm. Ama biliyor musun?..."

Gözlerim istemsizce uzaklara daldı.

"Keşke o gün seni durdurmaya çalışmasaymışım. Keşke gitmene izin verseydim ve sen de bizi aileme ispiyonlasaydın ve bu yüzden gideceğimiz kamp iptal olsaydı."

Göz pınarlarım ıslanmaya başladı.

"Keşke haftalarca ev cezası alsaydım ve o kampa gidemeseydim!" dedim hıçkırarak.

O an Ferhunde teyzenin gözlerinde bir sıcaklık gördüm. Hayret, ağlamama verdiği tepki miydi bu yoksa?

"Seni neyin bu kadar kahretttiğini bilmiyorum." dedi ondan ilk defa duyduğum yumuşaklıkta.

"Ama her şey düzelir. Tamir edilemeyecek yaralar bile, zamanla iyileşebilir. Belki yarayı açan diker, belki de bir başkası. Ama mutlaka o yara kapanır. Hiçbir dert bizimle ölene kadar olmayacak. Ben böyle düşünüyorum." dedi ellerimi kavrayıp.

Gülümsedim. Burukça değil, umutla.

"Bana hakkını helal et." dedi kadın. "Sana pek insanca davranmadım." dedi büyük bir pişmanlıkla. "Estağfurullah. Sen de et." dedim hemen.

Yan komşumuz gülümseyerek bizi izliyordu.

Veda edip ayrıldım ve kendi yoluma doğru ilerledim. Çayır tahmin ettiğim gibi bugün de bomboştu. Burayı gizli üssüm gibi hissediyordum, işte bu yüzden.

Bugün rüzgarlıydı biraz. Yakınımdaki dev çınar ağacından kopan yapraklar, önümdeki tahta çitlere çarpıp, uçuruma süzülüyordu.

Daha ben geleli çok olmamıştı ki, bir ses duydum "Ecrin." diye. Ses hem yabancı hem de tanıdıktı sanki. Arkama döndüm. Tıpkı benim gibi siyah giyinmiş bir kız hızlı adımlarla bana doğru geliyordu. İyi de beni nereden tanıyordu acaba? Çünkü ben onunla tanıştığımı hiç hatırlamıyordum.

Yanıma yaklaşıp ellerimi tuttu. "Ecrin beni hatırlamıyor musun gerçekten?" dedi nazlıca. "Kusura bakmayın. Sanırım beni başkasıyla karıştırıyorsunuz." dedim başımı önüme eğip.

"Ecrin, ben senin arkadaşınım. Bak, benim, Lalezar." deyince irkildim. "Nasıl? Gerçekten sen misin? Ama nasıl?!" İyice bocalamıştım. "Bu uzun bir hikaye." dedi göz kırpıp. "Sana sonra anlatacağım."

Eliyle ilerideki uzun bir ağacı gösterdi. Gölgesindeki oğlanı fark ettim. "Ammar da geldi." Duraksadı. "Biliyor musun, nişanlandık biz." Bunu derken zorlanmıştı. "O da şu an benim gibi, senin gibi İslam'a göre yaşamaya çalışıyor." Gülümsedi. "Bu yüzden korkarım yanına gelemeyecek."

"Nişanlandınız mı?" dedim sakince. Aslında şok olduğum için konuşamıyordum. İnanılmaz bir an yaşıyorduk şu an, belki de bu yüzden rüyada olduğumu sanıyor ve fazla heyecanlanamıyordum.

"Ecrin seni öyle özledim ki." dedi Lalezar. Bir yandan beni sarıp sarmalıyordu. Kulağıma fısıldadığını hissettim. "Burada seni görmek isteyen biri daha var."

Durgunca sordum. "Kim?" Bana neler oluyordu böyle? Neden kalbime bir ağırlık çökmüştü?

Yakındaki yapraklar çıtırdadı ve biri yanımıza yaklaştı. Lalezar kollarını benden çözüp yanımdan ayrılınca arkama döndüm.

Sert bir rüzgar bedenimi dondururken göz göze geldik.

Huzeyfe.

O, görmeyi beklediğim son kişiydi.

SAHRA YANGINLARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin