34. Bölüm: "Yasak Elma."

153 8 0
                                    

"Sana yapamazsın demiştim." dedi alayla. "Bu gereksiz ve tehlikeli hareketi mi? Yapabilecek olsam bile yapmam. Bana korkak da diyebilirsin. Umrumda değil." dedim son olarak. "O yüzden yapmıyorsun ya zaten. Her neyse yine haklı çıktım." Başını geriye yasladı.

"Daha fazla konuşmak istemiyorum, Huzeyfe." dedim soğukça. "İstediğini yap." Arkamı dönüp mağaranın diğer ucuna yürüdüm. "Çok fazla uzaklaşma, Ecrin." dedi Huzeyfe bu sefer ciddice. "Kaybolursun sonra." Ona dönüp sahtece güldüm. "Hadi ya? Güvenliğim için endişeleniyorsun demek. Demin beni dilimi yakmaya teşvik etmene rağmen." diye vurguladım.

"Ecrin. Sadece bir şakaydı. Yapmayacağını biliyordum diye teklif ettim zaten. Yapacak olsan da engellerdim seni. Üzgünüm, tamam mı?" "Ne demeye çalışıyorsun? Mağaranın diğer tarafına gitmekten vazgeçeyim diye mi bunca çaba? Normalde ölsen özür dilemezsin sen, hem de böyle çabucak?" dedim sert tavrımdan ödün vermeden.

"Yoksa korkuyor musun, yalnız kalmaktan?" Güldü. "Saçmalama." Eli bileğime dolanırken, "Sadece ayrı kalmak istemiyorum." dedi tuhaf bir tınıyla. Garipsedim. "Bu da korkmak oluyor işte." Omuz silktim. "Ecrin. Anlamıyorsun." dedi bozguna uğramışça. "Yanımda ol istiyorum. Ben seni... Hep yanımda istiyorum, kendime yakın istiyorum." Eli bileğimden parmaklarıma indi, varlığını hissettirmek ister gibi sıktı, sarmaladı onları.

"Huzeyfe? Neden durduk yere bu kadar dramatik davranmaya başladın?" Kafam karışmış bir şekilde elimi çekmeyi denedim. "Kampımız yine felâketle sonuçlandı diye travma mı geçiriyorsun acaba?" Huzeyfe elimi bırakacağı yerde daha da sıkıp diğer eliyle çenemi kavradı. Yüzlerimiz yaklaşınca gözlerinin dolu olduğunu fark ettim. "Hiçbir zaman, hiçbir zaman mı anlamayacaksın?"

Parmakları çenemden dudaklarıma uzanırken, aramızdaki mesafenin tamamen kalkmasıyla kalbimin kıpırdadığını hissettim. "Ecrin senden hoşlanıyorum. Çok fazla hem de." O an her şey durdu sanki. Zaman çarkı dondu, yelkovan ve akrep buzla kaplandı. Bu sefer idrak etmekte zorlandığım hiçbir şey yoktu. Her şeyin anadan üryan bir şekilde ortada olduğunu fark etmiştim.

İzaha gerek yoktu artık. Kardeşi yerinde gördüğü arkadaşlarına bunu kondurmayan benim vicdanımı rahatlatacak hiçbir şeyim yoktu artık. Şimdi her şey yerine oturuyordu. Huzeyfe'nin bana karşı tuhaf tavırlarının hepsini açıklıyordu bu ilan-ı aşk. Bana ne zamandan beri bu gözle bakıyordu acaba? Huzeyfe benim cevap vermeyip, ondan uzaklaşmadığımı fark edince onu kabul ettiğimi düşünmüş olmalı ki, yüzüme eğildi, dudaklarıma yanaştı.

"Peki... Anılar ne olacak?.." Güçsüz sesim bu soruyu muhattabına ulaştırınca Huzeyfe durdu. "Kirlenecekler mi?" dedim ağlamaklıca. Arkadaşlarıma arkadaş olarak yüklediğim anlam çok fazlaydı. Bu romantik hisleri onlardan biriyle yaşamayı istememiştim hiçbir zaman. Hep dışarıdan yabancı birini hayal etmiş, onu beklemiştim ben. Şimdi ise o yüzü belirsiz sureti düşündükçe heyecanlanamıyordum. O sadece bir hayaldi. Ama dudakları her an benimkilere değecekmiş gibi duran, karşımdaki çocuk, kanlı canlı bir erkekti.

"Artık on yaşında değiliz Ecrin." Kollarını belime sararken, ona engel olmadım, olamadım. "On yaşındaki Huzeyfe ile yirmi yaşına yaklaşmış Huzeyfe'nin ilgi alanları, hayalleri, arzuları o kadar farklı ki." Dudakları dudaklarımın üstünde belli belirsiz hareket etti. "Yani... Kirlenmeyecekler. Sadece farklı bir değer kazanacaklar." İtiraz etmedim, çünkü bu anın cennete ait bir haz olduğunu düşünüyordum. Bir daha elime geçmeyecek bir lütuf gibiydi ve ben sadece yaşamak istiyordum, tatmak istiyordum.

Kollarımı Huzeyfe'nin boynuna doladım ve gerisini düşünmeden öptüm onu. Yarını, pişman olma ihtimalimi, hayatımı düşünmeden. Sonuçta bu koca mağarada yapayalnızdık ve bize engel olabilecek hiçbir şey yoktu. Bu özgürlük hissi çoktan ayaklarımı yerden kesmişti bile.

Sabaha saatler vardı ve ikimiz de bu tek öpücükle yetinemeyeceğimizi biliyorduk.

Mağaranın içine sızan ışık yüzüme vurunca uyuşukça gözlerimi araladım. Huzeyfe ile sarmaş dolaş bir halde yerde uzanıyordum. Ürpertiyle onun kollarından kurtulduğumda birkaç saat önce yaşanmış geceye ait yapboz parçaları yavaş yavaş bir araya gelmeye başladı zihnimde. Ani hareketim yüzünden Huzeyfe de uyanmıştı. Göz göze geldiğimizde bütün yüzüm kıpkırmızı oldu ve yerde bulduğum kotumu üzerime geçirmeye çalıştım panikle.

Huzeyfe yattığı yerden doğruldu. Konuşmadığımı görünce o da tek kelime etmedi. O üstünü giyinirken ben hâlâ köşede büzüşmüş bir halde düşünüyordum. Dün gece bana ne olmuştu da böyle bir şeyin yaşanmasına izin vermiştim? O sırada buna razı olduğumu hatırlıyordum. Eğer bu bir tecavüz olsaydı gecenin anıları daha karanlık ve vahşetli olurdu hayalimde.

Huzeyfe mağaranın çıkışına ilerlediğinde dün dediği gibi diğerlerini arayacağımızı anladım ve sessizce onu takip ettim. Yarım saat boyunca hiç durmadan yürüdük. Bu süre boyunca ne ben ona bakabildim ne de o bana dönüp bir şey söyledi. Bundan sonra onunla konuşmak şöyle dursun gözlerine bile bakamayacağımdan emindim. Ne yapacaktım? Benim yerimde başka birisi olsaydı nasıl davranırdı acaba, nasıl hissederdi?

"Ecrin." Huzeyfe'nin sesini duymaya hâlâ hazır değildim. Bu sebeple adımlarım sarsılır gibi oldu. "Ben ciddiydim." Aniden durduğunda ona çarpmaktan son anda kurtuldum. "Yani dün gece... Ben hevesine yaklaşmadım sana. Gerçekten seni seviyorum. Ve... Kendimi senin yerine başkasıyla hayal bile edemiyorum. Sadece bunu bilmeni istiyorum." derken başını yavaşça bana çevirdi. Gözlerimi yerden kaldıramıyordum.

"Lütfen... Bundan kimseye bahsetme." Öylesine kısık ve boğuktu ki sesim, ben bile duymakta zorlanmıştım. Huzeyfe'nin duymuş olmasını umuyordum, çünkü tekrar söyleyebileceğimi zannetmiyordum. Bu mırıltım üzerine duraksadı. Belli ki duymak istediği bu değildi. "Peki. Kimse bilmeyecek." dedi sonra. Yürümeye devam etti. Cılız adımlarla peşinden gittim.

Midemde kelebekler uçuşmalıydı, ama akrepler kemiriyordu sanki kalbimi. Ben oldukça büyük bir şey yapmıştım. Hata mı yoksa lütuf mu olduğunu seçemiyordum. Karşıdan gelen adım seslerini duyunca dikkatim kısa süreliğine olsa da dağıldı. "Demek bu taraftaydınız?" Siraç'ın sesini duyunca nihayet başımı yerden kaldırabilip önüme baktım.

Herkes buradaydı. "Hep mi beraberdiniz?" Huzeyfe şaşkınca sorduğunda Ammar cevapladı. "Evet çok kısa bir süre ayrı kaldık. Hava kararmadan bulduk birbirimizi. Nûra'nın telefonu çalışıyordu ve Lalezar'ın da pusulası vardı. Şans eseri beraberdiler. Bende Siraç ile birlikteydim ve onun da telefonu sağlamdı. Bu yüzden pek sıkıntı çekmedik."

"Hakikaten de su geçirmiyormuş." diye kıkırdadı Nûra. "Telefona verdiğim paraya değdi." "Şanslıymışsınız." dedi Huzeyfe. "Ben de Ecrin ile kıyıda karşılaştım. Bir mağarada kaldık." Ruhuma daha da büyük bir huzursuzluk çöreklendi. Şüphelenmezlerdi bile, ama ben sanki herkes bunu öğrenip benimle konuşmaya çalışacakmış gibi hissediyordum ve bu beni inanılmaz geriyordu.

"Şey, çadırı kurduk biz." dedi Lalezar. "Gidelim isterseniz, siz açsınızdır şimdi." "Evet kesinlikle. Dün akşam yemeğinde yediğim şey sadece meyve ve sigaraydı. Ayrıca taşların üstünde yatmaktan boynum tutuldu." diye onayladı Huzeyfe.

Bense ne bir yere gitmek, ne de burada kalmak istiyordum. Ne açlık ne de tokluk hissediyordum. Yaptığımdan pişman da değildim, memnun da değildim.

Ama bildiğim tek şey, ikimiz de sonrasını düşünmeden sorumsuzca davranmıştık. Ne evlenecek yaştaydık, ne de ailelerimiz beraber yaşamamıza izin verirdi.

Bitkin adımlarla yürümeye devam ettim, bir ceset gibi ağırlaşmış bedenimi sürüklerken.

SAHRA YANGINLARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin