29. Bölüm: "Buruk Toplantı."

91 9 0
                                    

Merak ve biraz da endişeyle, içeri girdim. Mutfaktan başını uzatan Nûra dışında hiç kimse yoktu. Nûra'nın gözleri ıslaktı ayrıca. "Sorun ne? Her şey yolunda mı Nûra?" dedim gergince. Neden burada bir başına ağlıyordu? Düşüncelerle boğuşurken, ayağım bir şeye takılınca, odanın savaş alanından farksız olduğunu gördüm. Masa yere devrilmiş, yastıklar fırlatılmış, koltuklar yerinden kıpırdamıştı.

Merakım ve huzursuzluğum git gide büyürken, Nûra mutfaktan çıkıp koltuklardan birine oturdu. Sol kolu sargılıydı. Durmamış kanı sargı bezinin üzerine çıkmış, yavaşça yayılıyordu. "Nûra!" Sesim bu sefer çok daha yüksek çıkmıştı. "Ne oldu burada? Neden konuşmuyorsun? Kolun çok kötü, düzgün saramamışsın üstelik. Söylesene burası neden bu kadar dağınık?"

Nûra diğer eliyle gözünü silerken, gülümsemeye çalıştı. "Önemli bir şey değil ya. Salata yaparken oldu." Ciddi miydi? Bu kadar büyük bir sıyrığın bu sebeple olmasına imkan yoktu çünkü. Başka ne sorduysam Nûra ya hep konuyu değiştirdi, ya da üstü kapalı cevaplarla beni geçiştirdi. En sonunda pes edip sustum. Burada her ne yaşandıysa, arkadaşımın anlatmaya niyeti yoktu. Bu gerçek çok bariz sırıtıyordu.

Kapı sertçe açılınca içeri Ammar girdi hışımla. Dağınık salonda bir iki adım atıp, telefonunu ve hırkasını buldu, geldiği gibi gitti. Bana selam vermemişti, belli ki fark etmemişti bile. Bu evde cidden ne oluyordu? Hepsi çok kasırgalı bir gün, belki de bir hafta geçiriyorlardı. Bir hafta grup evine uğramamıştım ve karşılaştığım manzara hiç beklemediğim türdendi.

Bütün günü dili mühürlenmiş Nûra'nın yanında sessizlikle boğuşarak geçirdim. Çok can sıkıcı bir durumdu ama hiçbir şey öğrenemeyeceğimi bilsem de evime dönememiştim işte. İlerleyen saatlerde illa ki arkadaşlarımdan biri eve uğrar da, bana cevap verir diye umuyordum ama sanki anlaşmış gibi bugün kimse gelmedi. Hava kararmaya yüz tutunca da mecbur Nûra'nın yanından ayrıldım.

Bütün akşam içimi bir kurt kemirdi. Neden sonra, Lalezar'ı aramaya cesaret ettim. O da Nûra gibi belirsiz bir renk yansıtırsa, mecbur oğlanlardan birini arayacaktım. Bir izah duyana kadar da bu işin sonunu bırakmayacaktım. Lalezar bir iki çaldırmadan sonra açtı telefonu. "Ben yokken ne oldu?" Onun bir şey demesine fırsat vermeden, sualimi yerleştirmiştim saliselere.

"Ne, ne ne oldu? Bir dur hele, selam sabahsız, ne bu acelen?" Arkadaşım benden bunu beklemiyormuş gibi şok yaşamıştı ama bütün gün ne kadar daraldığımı bilse belki de anlayış gösterirdi. "Çatladım kızım, sabahtan beri." Her şeyi bir çırpıda anlatmak en iyisiydi. "Grup evine bir gittim, her yer ⅠⅠⅠ. Dünya Savaşı, salonun içine edilmiş resmen. Nûra kanı dinmeyen sargılı bir kolla yanıma geldi, gözleri kan çanağına dönmüş. Ne sorduysam hiçbir şey öğrenemedim ondan. Ağzını bıçak açmadı. Şimdi sana soruyorum, ben yokken ne oldu?"

Lalezar yavaşça mırıldandı. "Anladım." Sessizce devamını bekledim. "Nûra hâlâ oradaydı demek. Zavallı kız." Lalezar efkarlıca içini çekti. "Tamam anlatacağım. Hepimizin bilip, senin bilmemen doğru olmaz tabii." Duraksasa da devam etti. "Huzeyfe bu sabah... Biraz delirdi de. Aslında tüm hafta boyunca biraz garipti, her şeye, herkese çatıyordu. Çok çabuk sinirleniyordu. Nûra da derdini öğrenmek için Huzeyfe ile konuşmak istedi. Belki sakinleşir diye. Huzeyfe sakinleşmek şöyle dursun, küplere bindi. Zavallı kızcağıza demediğini bırakmadı. Nûra hani reddedilince kötü oluyor, morali bozuluyor ya. O huyuyla bile dalga geçti. Ammar da "Ne yapıyorsun sen?!" deyince, ona da diklendi. Eşyaları fırlatmaya başladı. Hepimiz çok korktuk."

Şok olmuşçasına dinliyordum. Lalezar'ın sözünü kesip tasdiklemek için soru sorma ya da tepki verme, hiçbirini yapma gereği duymamıştım. Durum ayan beyan ortadaydı, Huzeyfe kontrolden çıkmış ve hepsini üzmüştü. İyi ki de orada değildim, arkadaşlarımın yaşadıkları çok tatsız bir durumdu. Huzeyfe neden böyle yapmıştı ki? Özellikle Nûra'ya bu kadar acımasızca davranmasının sebebi neydi?

"Sonra bir anda dışarı fırladı." diye devam etti Lalezar. "Siraç ve Ammar peşinden koştu. Ben de bir süre Lalezar'ın yanında durdum. Onunla konuşmaya çalıştım ama yalnız kalmak istediğini söyledi." Beş saniye süren sessizliğin ardından Lalezar aklına bir şey gelmiş gibi tekrar söze başladı. "Bir dakika... Kolunun sargılı olduğunu söyledin. Ne olmuş ki koluna, kanı durmuyor falan?"

"Tam emin değilim." dedim dudağımı kemirirken. "Ama bana salata yaparken olduğunu söyledi, dudaklarının arasından çıkan tek şey buydu." Arkadaşım, şaşırmışça "Anladım." diye tasdikledi. Bu detayı önceden bilmiyordu sanırım. Belli ki Lalezar Nûra'yı yalnız bıraktıktan sonra olmuştu bu olay. "Lalezar ya..." dedim içime bir kurt düşerek. "Şimdi aklıma geldi de. Salata bahanesi çok uyduruk duruyor. Huzeyfe Nûra'yı fena incitmiş ve o da kafa dağıtmak için oturup salata mı yapacak?"

Bu fikrim Lalezar'ın da şüphelenmesine sebep olmuştu. "Sen deyince düşünüyorum da, gerçekten çok basit bir yalan. Salata malzemelerini küçük bir bıçakla kesersin, yaralansan bile parmağın ya da onun gibi elinin bir kısmı kanar. Ama kolunun yaralı olması bana hiç mantıklı gelmedi." dedi.

"Tam bileğinden başlıyordu sargı bezi. Ve dirseğinin altına kadar da devam ediyor. Basit bir mutfak vakasının sonucu bu kadar ciddi olmamalı." cümleleriyle gördüğüm her şeyi tasvir etmeye çalışmıştım. Lalezar ile daha fazla konuşmadık. Nûra ile konuşacağını söyledi, son olarak.

Telefonu kapattıktan sonra ben de arkadaşlarımın doğum günümde verdiği hediyeleri incelemeye devam ettim. Daha yeni sayıldıkları için heyecanım dinmemişti. Annemden gizli gizli onları yatağıma diziyor, hepsini tek tek okşadıktan sonra muhafazakar yerlerine geri koyuyordum. Kullanmaya kıyamıyordum daha. Ama yavaştan başlamak da istiyordum.

Ertesi gün grup evine gittiğimde bu kez herkes oradaydı. Evin dağınıklığı biraz azalmıştı, Lalezar toplamış olmalıydı. Nûra sargılı kolu kucağında, ruh gibi oturuyordu. Bu konuyu henüz onunla konuşmamıştık, fırsat olmamıştı. Huzeyfe ise odanın en uzak köşesine tek başına yerleşmişti. Kimseyle konuşmuyordu, Nûra gibi.

Ama ben olayı Huzeyfe'den de dinlemek istiyordum. Ne olursa olsun, etrafı yıkıp arkadaşlarımızı incitmesinin haklı bir sebebi olamazdı tabii ama, yine de düşüncelerini merak ediyordum. Siraç olayını hatırlattım kendime, onunla kan kardeş gibiyken ne hale gelmiştik ve özür dilemesine rağmen eskisi gibi olamazdık, olamıyorduk. Huzeyfe ile de böyle olursa yapacak bir şey yoktu ama sırf bu ihtimalden ötürü arkadaşımdan uzak duramazdım. Yapabildiğim kadar arkadaşlığımı yapacaktım ona. Elimden ne gelirse.

Sadece onu dinlemek istediğimi söyleyecek, anlatmak istemese de üstelemeyecektim. Ama onu önemsediğimi gösterecektim. Tabii eğer onunla konuşmayı başarabilirsem diğerlerinden, özellikle de Nûra'dan özür dilemesini sağlayacaktım. Yavaşça odanın diğer tarafına yürüdüm. Huzeyfe geldiğimi görünce önce yüzünü benden çevirdi ama ben yılmadan yanına yanaştım. Şaşkınca bana baktı, rahatlamış gibi "Sen miydin, Ecrin?" dedi. Afallasam da belli etmedim. Demek diğerlerini görmek istememesine rağmen benim varlığım onu rahatsız etmiyordu.

'Bu çok ironik.' diye düşündüm. Halbuki en dilleştiği kişi bendim ve bu ikimizi de birbirimizden bıktırırdı zaman zaman. Ama şimdi yanında olmama memnun gibiydi. Bakışlarının sertliğini eriten gülüş pırıltıları benim de kalbimi yıkadı, pakladı sanki.

SAHRA YANGINLARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin