33. Bölüm: "Görünmez Kaza."

94 9 0
                                    

Çok geçmeden, yine binbir dümenle ailelerimizden izin koparıp hazırlıklarımızı yapmıştık. Bugün de geçen seferki gibi iskelede toplandık. Her şey istediğimiz gibi ilerliyordu. Erkekler kafa kafaya verip civardaki tüm adaları araştırmış, hatta emin olmak için daha önce oralarda kamp yapmış arkadaşlarına sormuşlardı. Çoğunluğun tavsiyesiyle geniş bir adayı seçmiştik.

Vahşi hayvan ya da tehlikeli başka hiçbir unsurun olmadığı bir adaydı bu. Yaz sonu olduğu için turistler boşaltmıştı orayı. Yoksa yaz başında orası tatilcilerden geçilmezdi. Tekneye bindik. Bu seferki kaptan daha cana yakın bir tipti. "Nereye böyle gençler? Söyleyin hangi maceraya yelken açıyorsunuz?" dediğinde hepimizin ilgisini çekmeyi başarmıştı.

"Yaz sonunu taçlandırıyoruz." diye cevap verdi Siraç. "İlk kampımız aksilikle sonuçlandı da." Kaptan neşeli bir kahkaha attı. "Keyfinize bakın çocuklar. Yaşayın, dibine kadar yaşayın. Şimdi yapmayacaksınız da ne zaman yapacaksınız? Yaşayın, benim yerime de yaşayın, tadın her şeyi. Yapmadığım için pişman olduğum o kadar çok şey var ki." deyince hepimiz şaşırdık. Bizi bu kadar desteklemesini beklemiyorduk.

"En güzel yıllarınızı en özgür şekilde geçirin. Kimsenin size ne yapacağınızı söylemesine izin vermeyin." diye devam etti. "Sizin hayatınız bu, ipleri başkasına devretmeyin. Koyun değilsiniz ki siz, çobana ihtiyacınız olsun." "Çok sağolasın abi." Huzeyfe'nin gözleri ışıldadı. "Aynen ya, çok teşekkür ederiz." dedi Nûra. Ne kadar bizim kafamızda bir adamdı, yaşına rağmen. Bizi yüreklendirmiş, yaşamaya heveslendirmişti.

Ada görünmüştü, varmamıza az kalmıştı. O sırada hava karardı birdenbire. Gri bulutlar kapladı tüm göğü. Dalgalar buna eşliken kıvrıldı, büküldü. "Hava durumunda öğlenin tamamen güneşli olacağı söyleniyordu." dedi nutku tutulmuş Ammar. "Bu... Bu olmamalıydı."

Tekne şiddetlice sallanınca hepimiz paniklemiştik. "Korkmayın çocuklar." Kaptan soğukkanlı görünüyor ve bizi de yatıştırmaya çalışıyordu. "Çok az kaldı, sağ salim ulaşacağız oraya. Hem benim emektar teknem çok sağlamdır. Bir şey olmayacak." Kaptan lafını yeni bitirmişti ki, ön tarafta beliren dalga teknenin bir kısmını tamamen havaya kaldırdı. Lalezar çığlık atıyor, Nûra ağlıyordu. Oğlanlar donmuş haldeydiler. Bense sırtımdan süzülen soğuk terleri hissediyordum.

Şimdi ne yapacaktık? Ne yapabilirdik ki?

Denizin ortasında kalakalmıştık. Dalgalar tekneyi beşik gibi sallıyordu. Bu yetmezmiş gibi berbat bir fırtına da başlamıştı. En son devasa bir dalganın tekneyi tamamen ters çevirdiğini ve karanlıkta kaldığımızı hatırlıyorum. Sonra sesler boğuklaşmış, buz gibi su ciğerime işlemişti. Bu hissettiğim son şeydi.

Gözlerimi açtığımda kıyıda uzanıyordum. Ayaklarım denize değiyordu ama kollarım ve bedenimin üst kısmı kumla kirlenmişti. Biraz düşününce en son olanları anımsadım. Korkuyla doğrulup etrafıma baktım. Benden başka kimse yoktu. Arkadaşlarıma ne olmuştu? Peki ya kaptan? Tekne gerçekten parçalara ayrılmış mıydı? Ben burada tek başıma ne yapacaktım? Onlarla nasıl irtibata geçecektim? Cebimde bir ağırlık hissedince elimi soktum. Camı kırılmış telefonum sular damlar bir vaziyetteydi.

Bu durumda kimseyle iletişime geçemez ve yardım bile çağıramazdım.

Epey bir süre çaresizce orada oturdum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Girdiğim şok yüzünden bu andan sonra da ne yapacağıma karar veremiyordum. Arkamda kalan çalılardan ufak bir hışırtı duyunca oraya döndüm cılız bir umutla. Ammar'ın söylediğine göre kesinlikle yırtıcı hayvan yoktu burada. Bu nedenle bir insan olması için dua ediyordum. Daha fazla tek başıma kalırsam kafayı yemekten korkuyordum çünkü.

Karşımda duran oğlana dikkatli bakınca anında tanıdım onu. Gönlüme buz gibi soğuk bir su şelalesi yayılırken çoktan ferahlamıştım. Huzeyfe'nin üstü başı benden daha berbat bir haldeydi, saçlarından süzülen damlalar kıyıdaki kumlara damlıyordu durmadan. "Huzeyfe! Seni gördüğüme ne kadar sevindim bilemezsin!" Ayağa kalkarken coşkuyla demiştim bunları.

"O kadar korktum ki. Tek başıma ne yapacağımı bilmeden saatlerce durdum aynı yerde. Tırlatmak üzereydim. İyi ki geldin." Hiç düşünmeden beline sarıldım. Tişörtündeki ıslaklık yanağıma sürtünürken, dünyanın en mutlu insanı gibi hissediyordum kendimi. Güvendeydim. Huzeyfe ile mutlaka bu durumdan kurtulmanın bir yolunu bulurduk. Erkek olduğu için benden kat be kat soğukkanlıydı ve bu yüzden daha mantıklı düşünebilirdi. Bana cesaret verirdi en azından. Her halükarda yalnız olmaktan iyiydi.

"Geçti Ecrin." dediğini duydum. Saçlarımı nazikçe okşuyordu. "Diğerlerini mutlaka bulacağız, merak etme." Duraksadım. "Eminsin değil mi, hepsinin sağ salim ve hayatta olduğuna?" "Elbette Ecrin, denize düştüğümüzde Siraç hepimize adaya doğru yüzmemizi söyledi. Oraya çok yakın olduğumuz için bu imkansız değildi. Herkes bir şekilde kıyıya çıktı. Başta birbirimizin sesini duyabiliyorduk ama ada çok büyük olduğu için şimdi herkes kaybolmuş gibi görünüyor."

Söyledikleri içimi açmıştı. Umutsuz olmaması bana da güç vermişti. "Şimdi ne yapmalıyız peki?" dedim. Havanın karardığını fark etmiştim. Ayrıca açlıktan midem büzüşmüştü resmen. "Az ileride bir mağara var. Geceyi orada geçirebiliriz. Sabah da bizimkileri aramaya başlarız." dedi Huzeyfe. Onayladım.

Huzeyfe yiyecek meyveler buldu ve ateş yaktı. Bu sayede hem mağaranın içi aydınlanmıştı hem de üşümeyecektik. "Teşekkür ederim Huzeyfe." Minettar bir gülümsemeyle süzdüm onu. "Çok iyisin." Önemli değil, der gibi elini savuşturdu. "Senin de mi telefonun işe yaramaz halde?" diye sordum bu kez. Her ne kadar konuşmak istemediğini sezsem de.

"Evet. Kırılmış. Tamir edilebilir gibi durmuyor, yenisini alacağım mecbur." dedi durgunca. "Anlıyorum." Konuşacak başka hiçbir şey yoktu, bu yüzden lafı uzatmaya çalışıyordum. "Benimki de öyle. Ama eğer tek sorun camı olsaydı yeni cam taktırır, telefonumu değiştirmezdim. Çünkü bu markayı seviyorum."

Huzeyfe cevap vermedi. Cebine elini sokup oradan bir paket çıkardı. "Çok şükür ki ıslanmamış." diye mırıldandı. Dikkatli bakınca sigara olduğunu gördüm. "Bu muydu Huzeyfe?" dedim göz devirerek. "Ben de hayati önem taşıyan bir şey zannetmiştim." "Hayati bir önem taşıyor işte. En azından şu an için." dedi hınzırca. "Uyku zamanına kadar ne yapmayı düşünüyorsun? Saat daha sadece 8'dir en fazla."

"Sen bilirsin." diye söylendim dizlerimi karnıma çekerken. "Ayrıca çok sıkıldım." dedi. "Senin şu telefon muhabbetinden. Kızım, biraz daha yaratıcı olmayı denesene." Ofladım. "Sanki sen çok iyi beceriyorsun da. Ağzını bıçak açmadı." diye hayıflandım.

"İster misin, sigara?" Başımı kaldırdım. "İsterim herhalde." dedim üç saniyelik duraksamadan sonra. Daha önce sigara içmemiştim ama şimdi kendime sınır çizmenin sırası değildi. Canım çok sıkılıyordu. Ayrıca Huzeyfe'nin de az önce dediği gibi, başka yapacak bir şeyim mi vardı? Telefonum çalışsa bile, eminim şimdiye dek şarjı bitmiş olurdu. Bu durumda yolum aynı kapıya çıkıyordu.

Huzeyfe'ye yanaşıp dudaklarımın arasına yerleştirdiğim sigarayı yakmasını sağladım. Çıkan alevler beni irkiltince Huzeyfe kahkayı bastı. "Yapabileceğine emin misin? Ateşi içine çekmen lazım. Ciğerlerin yanmalı, sigaranın özelliği de bu zaten." "Elbette yapacağım." dedim inatla. "Beni ne sanıyorsun ki sen? Koskocaman kızım artık. Tam on sekiz. Eh, yasalara göre bile yetişkin sayıldığıma göre bunu sen de kabul etmek zorundasın."

Sert bir nefes çektim içime. Doğruydu, başta boğulur gibi olmuştum ama yine de hoşuma gitmişti. "Bahse varım bunu yapamazsın ama." Huzeyfe şeytanice sırıttı. "Neyi?" dedim huzursuzca. "İğrenç bir şey olmasın lütfen." diye de ekledim. Erkekler tuhaf yaratıklardı ve bazen daha da tuhaf davranıyorlardı.

"Yok, yok." Huzeyfe az önce cebine geri koyduğu çakmağı tekrar çıkarttı. Hızlı bir hareketle yaktığında, ne yaptığını anlamaya çalışarak onu izliyordum. Huzeyfe büyük bir özveriyle dilini alevlere yakalaştırdı, sürttü, ateşi yaladı resmen. "Sen delirdin mi?" dedim telaşlı bir çığlıkla. "Yanacaksın. Kes artık."

Huzeyfe arsızca kıkırdadı. "Saçmalama Ecrin. Dilin eti serttir, öyle kolay eriyip gitmez. Ayrıca bu sadece bir çakmak ateşi, söndürdüğüm anda biter. Lavda yüzüyormuşum gibi davranmasana." dedi kahkahalarının arasından. "Nasıl bu kadar gamsız olabiliyorsun?" Şaşkın gözlerle, gözlerini inceledim. "Bu sana oyun gibi mi geliyor?" Huzursuz olmuştum.

SAHRA YANGINLARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin