35. Bölüm: "Adını Ne Koyalım?"

133 9 2
                                    

O gün neredeyse tek kelime etmedim. Dudaklarım kapalı durmaktan kurumuş, birbirine yapışmıştı âdeta. Arkadaşlarımın fark etmesi isteyeceğim son şeydi ama rol yapamıyordum, bunun için çok yorgundum. İştahım olmamasına rağmen mideme bir şeyler gitsin diye mecburen biraz yedim. Ton balığı konservesi ve gazoz gibi şeyler vardı akşam yemeğinde.

Kamp malzemelerimizin çoğunu denizdeki fırtınada kaybetsek de, çadır, yorganlar ve hafif yiyecekler gibi bazı şeylere hâlâ sahiptik. Bunu nasıl yaptıklarını bilmiyordum. Sorasım yoktu. Benim aksime herkes hâlinden oldukça memnundu. Konuşmalar etrafımda yankılanıyordu.

"Ecrin. Bir garipsin." dedi kulağımdaki ses. Nûra idi. Göz göze geldik. "Bilmiyorum, biraz halsizim. Sanırım üşüttüm." diye geveledim. Buna keşke önce kendim inanabilseydim. "Emin misin? Üşütmekten daha ciddi bir problemin varmış gibi." dedi. Etrafa baktı, herkes muhabbete dalmıştı. Bizi kimse dinlemiyordu. "Bana anlatabilirsin, Ecrin." Nûra'ya baktım. Gözlerinde içten bir gülümseme vardı.

"Yok. Yani... Anlatacak bir şey yok ki. Ben bilmiyorum neden böyle hissettiğimi. Evet çok... Tuhaf ve solgun görünüyor olabilirim. İçim gerçekten öyle çünkü ama... Gerçekten nedenini bilmiyorum." Zorlukla kurduğum cümlelerin bozuk bir tutkalla birbirine yapıştırıldığı o kadar belliydi ki... "Seni endişelendirdiysem, gerçekten üzgünüm. Endişelenmeni gerektirecek bir şey yok, emin ol."

"Belki de, teknedeyken yaşadığımız o fırtına, seni çok etkiledi." dedi Nûra tahmin yürüterek. "Ben bile hatırladıkça kötü oluyorum. Cidden, aksilikler yakamızı bırakmıyor." "Evet. Sanırım o yüzden." diye tasdikledim onu. "Biliyor musun?" diye devam etti Nûra. "Hani bindiğimiz teknenin kaptanı var ya... Siraçgilin dediğine göre ölmüş." Uçsuz bucaksız bir şaşkınlık içinde Nûra'ya döndüm. "Ne?"

"Ölmüş işte. Artık burada değil. Siraç ve Ammar'ın yardımıyla kıyıya ulaşmayı başarmış ama çok su yuttuğu için ciğerleri tıkanmış ve... Vefat etmiş işte." Nûra da oldukça huzursuz görünüyordu. "Çok iyi bir amcaydı. Yani... Bize arkadaş gibi davranmıştı. Sadece yarım saat birlikte olmuş olsak bile, onu kolay kolay unutacağımı sanmıyorum." dedi durgunca.

Bense hâlâ idrak edemiyordum. Tüm bu yaşadıklarım, etrafımda dönen olaylar, gerçek miydi yoksa korkunç bir kabusun içine mi sıkışıp kalmıştım? Nûra sessizleştiğimi görünce o da sustu. Önümüzde çatırdayan ateşe dalıp gitti gözlerimiz. Nûra belki hâlâ teknenin kaptanına üzülüyordu. Ama ben kısa süre sonra onu düşünmeyi bırakmıştım. Adam gerçekten çok iyi bir insandı ve onun ölmesini asla istemezdim.

Ama şimdi öyle bir boşluktaydım ki, hiçbir şey düşünemiyordum. Bundan sonra ne olacaktı? Huzeyfe ile nasıl bir ilişkimiz olacaktı? Daha da acısı Huzeyfe ile birbirimizi sevdiğimizi gruba nasıl açıklayacaktık? Hepsi, onları kardeş olarak gördüğümü ve diğer duygulara karşı ne kadar katı olduğumu biliyorlardı. O imajı uzun zaman önce benimsemiştim. Ve en ufak arkadaşlık dışı bir harekette bunun arkasına gizlenmiştim.

Aradan çok zaman geçtiğinde bile bu itirafı yapsam yine tükürdüğümü yalamış olacaktım. Huzeyfe'ye karşı boş olmadığımı hissediyordum. Ama bunca yıl kardeşim olarak gördüğüm biriyle sevgili ilişkisine girecek kadar cesur da hissetmiyordum kendimi. Öyle ya da böyle, hiçbir şekilde rahat değildim.

Saat iyice ilerleyince herkes yatmaya karar vermişti. Kızlar kalkınca ben de onların peşinden gittim hemen. Oğlanlar ise biraz daha oturacaklarını söylüyorlardı. Hiçbiriyle göz göze gelmeden çadıra girmeyi başardım. Kız arkadaşlarıma iyi geceler dileyip yorganıma gömüldüm. Hâlâ yazdaydık, bu yüzden eminim bu hareketimi garip karşılamışlardı.

Ama umursamıyordum. Zaten Nûra'ya üşüttüğüme dair bir bahane yuvarlamıştım. Lalezar sorsa, Nûra söylerdi. Bu yüzden gözlerimi sıkıca yumup bütün kaygılarımdan sıyrılmayı denedim.

Bana bir yıl gibi gelen beş gün sonunda bitmişti. Arkadaşlarım habire su gibi akıp geçtiğini dile getirip hayıflanırken, ben eve döneceğimize şükrediyordum. Ammar yine bir tekne çağırdı ve eşyalarımızı toplamaya başladık. Siraç, yeni gelen kaptana bir önceki kaptandan bahsetti, o da cenazeyle ilgileneceklerini söyledi. Meslektaşının ölümüne şok olmuş olsa da kendini toparlayıp, soğukkanlı görünmeye çalışıyordu.

Yol boyunca kimseyle konuşmadım. Yarım saat sonra iskeleye varmıştık ve herkes ne kadar yorgun olduğundan bahsediyordu. Vedalaşıp ayrıldık. Huzeyfe ile bakışlarımız çarpıştı bir anda. Anında gözlerimi başka tarafa çevirsem de, olan olmuştu bir kere.

"Görüşürüz." dedi her zamanki tavrını takınarak. Bu bir kelimeden hiçbir şey anlamazdı diğerleri. Sonuçta Huzeyfe bunu ilk defa demiyordu bana. Ama ben artık adım kadar emindim. Bu vedalaşma farklı anlamlara gelecekti, ikimize ait lügatta.

'Seni özleyeceğim.'

'Ne zaman konuşacağız?'

'Ayaklarım gitmek istemiyor ama...'

Bunun gibi şeyler.

"Görüşürüz." Zor olsa da ona pürüzsüzce cevap vermiştim.

Ondan sonraki günlerde, grup evine gitmeye eskisi kadar hevesli değildim artık. Bütün günü kendi evimde ya da pek ziyaretçisi olmayan parklarda geçiriyordum. Lalezar ve Nûra beni sıkıştırıp neden böyle yaptığımı sorduklarında, ailemin şüphelenmeye başladığını ve bütün yaz boyunca sabah evden çıkıp akşama kadar gelmememden rahatsız olduklarını söylemiştim.

Eh, bu olabilir bir şeydi, ama tam olarak doğru değildi. Kendime bir kılıf dikiyordum sadece, gerçekleşmesi mümkün bir yalan yumağıyla. Neredeyse iki hafta olmuştu ve kızlar da beni sorgulamayı çoktan bırakmıştı. Ammar ve Siraç karışmıyordu. Huzeyfe ise beni rahatsız hissettirmek istemiyordu sanki.

Sonuçta artık yüzüne bile bakamadığım bariz ortadaydı, o da anlamış olmalıydı.

Telefonumu elime alınca, bildim panelinde bekleyen isim büsbütün gerilmeme sebep oldu. Huzeyfe mesaj atmıştı.

'Grup evine hiç gelmeyecek misin?'

Hızlıca, 'Bu sıralar gelmeyi düşünmüyorum. Ailem şüphelenebilir.' diye yazıp gönderdim.

'Asıl sebebi biliyorum. Eğer gelirsen konuşabiliriz. Herkes gittikten sonra. Böylece kimse bilmez.' diye yazdı.

Başta hiç düşünmeden reddedecektim fakat böyle nereye kadar devam edebilirdim ki? Sürekli kaçmam geçmişi değiştirmeyecekti. Bundan sonra ne yapmalıyım, nasıl davranmalıyım ona karar verecektim.

Bu yüzden yola koyuldum. Diğerleri gitmişti. Sadece Huzeyfe vardı. "Gelebilmene çok sevindim." Gözlerinin içi gülüyordu. Belli belirsiz onayladım sadece. "Bu durumun seni rahatsız ettiğini biliyorum. Senin kadar olmasa da ben de biraz garip hissetmiyor değilim." dedi, karşımdaki kanepeye oturmuştu.

"Ama gerçekten seviyorum. Eğer sen de böyle hissediyorsan, kız arkadaşım olur musun?" Sözünü bitirdiğinde, sonunda yüzüne bakacak cesareti bulmuştum.

"Ben de, seni seviyorum." Yutkundum.

"O zaman çıkmamız için bir engel göremiyorum." diye ekledim.

Anında Huzeyfe'nin yüzünde güller açtı. Çok belli etmemeye çalışsa da fark etmiştim. Hoşuma gitmedi değil. An itibariyle erkek arkadaşım olmuştu. Garip, sıradışı ama aynı zamanda çok harikulade hissettiriyordu bu.

"Bir şey içelim mi?" Huzeyfe ayağa kalkarken sordu. "Olur." dedim memnunca.

Mutfağa giderken onu süzdüm. Huzeyfe'ye artık kardeş gözüyle bakmadığım için ne kadar yakışıklı olduğunu yeni fark ediyordum. Daha önce hiç böyle düşünmemiştim, ama artık sinir bozucu değil, muzipti. Kaba değil, nazikti. Tezcanlı değil, sabırlıydı.

Normal ilişkilerin tam tersi olarak başlamıştı bizimki. Sonu başta yaşamıştık, her yönden garipti. Ama demek ki, böyle olması gerekiyordu. Yaptığımdan pişman değildim, kamptaki tedirginliğim sadece aramızdaki iletişimin nasıl olacağını bilememekten kaynaklanmıştı.

Sorun birisiyle birlikte olmam değildi, Huzeyfe ile birlikte olmamdı. Yoksa ailemin vaazlarına kulak assam, muhtemelen düz yolda yürümem bile günahtı.

SAHRA YANGINLARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin