39. Bölüm: "Meçhul Menzil."

95 6 0
                                    

Şokun etkisinden çıkmaya çalışarak, Nûra'ya doğru yürüdüm. Yakından bakınca yarasının çok derin olduğunu hemen anladım. Panikten ne yapmam gerektiğini düşünemiyordum. Ama elimi çabuk tutmazsam Nûra'nın kurtarılmasının daha da güçleşeceğini kestirebiliyordum. Banyo dolabını karıştırıp bir havlu bulunca onu hemen arkadaşımın koluna sıkıca sardım.

Telefonumdan Ammar'ın numarasını buldum ve hiç düşünmeden çaldırdım onu. Listede önüme çıkan ilk kişiydi, ama o açmazsa diğerlerini de arayacaktım. Ammar cevap verdiğinde dilim tutulmuştu. Acele etmeliydim fakat ağzımı araladığımda hiçbir kelime çıkmıyor, sadece anlamsız heceler ulaşıyordu karşı tarafa.

"Ecrin, iyi misin?" dedi Ammar endişeyle.

"Yok. İyi değilim çünkü... Nûra. Banyoda yatıyordu. Bileğini. Bileğini, kesmiş." dedim âdeta can çekişerek.

"Nasıl ya?.." Ammar, donukça sordu. Henüz idrak edememişti belki de. Öyle ya, ben bile hâlâ gözlerimin önündeki manzaraya inanamıyordum. "Ben hemen oraya geliyorum. Korkma tamam mı Ecrin? Sakin ve soğukkanlıca beni bekle. Nûra'ya hiçbir şey olmayacak." Ammar güç bela bunları söyledikten sonra telefonu kapattı.

Nûra'nın yanında yere çöktüm. Onu salona taşıyamamıştım. Ağırlığından değil, sadece şu anda elim kolum kalkmaz bir haldeydi. Felç gibiydim. Şu an kuş tüyü bile ağır gelirdi bana. Nûra'nın yarasını sarmıştım ama zemine düşüp çoktan kurumuş kan damlaları, hâlâ oradaydı. Arkadaşımın hissiz, ifadesiz suratına baktım. Kuruyup birbirine yapışmış kirpikleri bilinci gidene kadar ağladığını ifşalıyordu.

Huzeyfe ve beni öyle gördüğü için bunu yaptığını biliyordum.

Anlaşılan o kadar çok acı çekmişti ki bunu sonlandırmak için hayatına son vermeye çalışmıştı.

Ammar çok bekletmeden gelmişti. Nûra'yı kucaklayıp hastaneye acilen ulaşmak için bir taksi çağırdı. Ambulansı beklerse daha da geç olacağını söylemişti. Onlar gittikten sonra, huzursuzca evin içinde dolandım. İçimi yiyen kurt büyüyordu, Nûra'nın bunu neden yaptığını tahmin edebiliyordum. Ama ona bir şey olmasını da hiç istemiyordum. Keşke Siraç benimle hiç konuşmamış olsaydı. Zihnimi bulandıran hiçbir şey olmayacaktı o zaman.

Birkaç saat içinde Ammar beni arayıp Nûra'nın kendine geldiğini söylemişti. Ailesine haber verilmişti. Diğerleri de hastanedeydiler. Ama ben bugün gelemeyeceğimi söyledim. Nûra'yı o halde görmenin beni çok etkilediğini anlayıp, üstelemediler. Huzeyfe grup evine gelene kadar yalnızdım. Akşam oluyordu. "Nûra nasıl?" diye sordum önce. "İyi, tehlikeyi atlatmış." Huzeyfe benim kadar kaygılı görünmüyordu.

"Çok şükür." dediğimde aniden bana döndü. "Ecrin, biraz konuşabilir miyiz acaba?" Bu tavrına bir mana veremesem de kabul ettim. "Elbette." Kanepeye oturduk. "Kızın bu hareketleri çok canımı sıkıyor." diye geveledi. "Nûra mı?" dedim anlamayarak. "Evet."

"Huzeyfe bir şey soracağım sana."

Gergince yutkundum. "Siraç bana çok garip şeyler söyledi. Birkaç gün önceydi sanırım, daha yeni yani. Nûra senden hoşlanıyormuş. Sen bunu biliyor muydun?" Erkek arkadaşım, kısa süreliğine duraksasa da bana döndü. "Nûra bunu hiçbir zaman dile getirmese de, sezmiştim evet."

"Peki neden ona karşılık vermedin?" dedim biraz merakla. "Kuru havadan nem kapan kızlardan hiç hoşlanmam da ondan." Arkasına yaslandı. "Bu yüzden, Nûra'ya arkadaş olarak bile yakın davranmadım. Çünkü, platonikler en ufak samimiyeti hemen malum tarafa çekerler. Bu sebeple, ona her şekilde umut vermekten kaçındım. Ama kızın bana kafayı nasıl taktığını gördün. Senin doğum gününden sonraki haftayı hatırlıyor musun?" Biraz düşündüm. "Evet, o hafta herkesle kavga etmiştin, bilhassa Nûra ile. Nûra'nın kolunu kestiğini söylemiştin." dedim duraksamayla.

"Onun sebebi de bana olan saplantısıydı Ecrin. Sen sırf arkadaşın seni kırdı diye bileğine zarar verir miydin? Üzüntüden kendini cezalandırıyor işte. Reddedilmekten korktuğu için söyleyemedi bana biliyor musun? Yoksa utandığından değil." Huzeyfe gittikçe öfkeleniyordu. Onun bu açıklaması her şeyi aydınlatmıştı. Huzeyfe ile dalaştığımda bile Nûra'nın gözünün hep üzerimizde olması, şişe çevirmece oyununda Huzeyfe'yi öpmek zorunda olmadığımı savunması...

"Bir de şey var." dedi Huzeyfe hafif sırıtarak. "Hani şu Nûra hanım, reddedilince bozuluyor ya. O huyu sadece bana has. Bak, yemin ediyorum, diğerleri tarafından bir teklifi, planı, kabul edilmeyince kesinlikle böyle olmuyor, gözlerimle gördüm. Bana karşı olan bu zaafını, bu takıntısını gizlemek için bunu sanki elinde olmayan bir rahatsızlık gibi göstermesi de cabası. Yazık."

Dikkatli düşününce bunun da doğru olduğunu fark ettim. Sadece, Siraç'ın itirafından sonra Nûra dikkatimi çekmeye başlamıştı. Ama bunun öncesi vardı. Ben arkadaşlık boyasıyla bakış açımı pembeye boyamışken, gözden kaçırdığım, baksam da görmediğim, görsem de anlamadığım çok şey vardı.

İçime büyük bir huzursuzluk çöreklendi.

Nûra'nın Huzeyfe'ye olan aşkı yüzünden kendini öldürmeye çalışması, Siraç'ın garip düşünceleriyle beni sıkıştırıp durması... Bu şekilde Huzeyfe ile nasıl mutlu olacaktık biz? Bu grup evinde, Nûra ve Siraç'ın gözleri üzerimizde nasıl onunla huzurlu olacaktım?

"Ayrıca senin gözden kaçırdığın bir şey daha var. Nûra diğer bileğini de çok derin kesmiş. Sen sadece bir kolunu sardığına göre, diğerini görmemiş olmalısın." dedi Huzeyfe. "Öyle mi?" Mırıldandım sadece. Nûra kesinlikle ölmek istemişti. Yaşadığını fark edince hayal kırıklığına mı uğramıştı acaba? Yoksa şanslı olduğunu mu düşünmüştü?

"Huzeyfe."

Dudaklarımı aralayıp, bir çırpıda söylemeye karar verdim, her ne diyeceksem. O bile muammaydı.

"Bence, yol yakınken dönelim."

Bunu demiştim. Ruhumu yırtan pençeler, bunu demeye zorlamıştı beni.

"Ecrin, ne diyorsun sen?" Huzeyfe hışımla ayağa kalktı. "Bu iki salak insan yüzünden senden vazgeçebileceğimi mi düşünüyorsun da, bana böyle bir teklif sunuyorsun?"

Hiçbir şey diyemedim. Onu çok seviyordum. Ondan ayrılmayı asla istemiyordum. Ama Nûra ve Siraç'tan korkmam da yersiz değildi. Siraç'ın, Huzeyfe ve beni ailelerimize ispitleme ihtimali bile vardı. Ya da ailesi Nûra'yı neden intihara kalkıştığı konusunda sorguladığında Nûra, Huzeyfe aşkından bahsederse hepimizi ele verecekti. Bu evi bile. Gerçi, bu saatten sonra Huzeyfe'yi bıraksam bile hiçbir şey normale dönmezdi.

"Yol yakınken ne demek hem?"

Huzeyfe hâlâ ayaktaydı. Çok öfkeliydi. "O geceden sonra artık ikimize de yakın değil yol." Dedikleri yanaklarımın koyulaşmasına sebep olurken ona kaçamak bir bakış attım. Bunca öfke benim içindi demek? Nûra ya da Siraç ne düşünürse düşünsün, ne yapmaya çalışırsa çalışsın, Huzeyfe'nin kalbi beni seçmişti bir kere. Üstelik Nûra'nın onu sevdiğini bilmesine rağmen ona pas vermemiş ve benimle olmayı istemişti.

Ben Huzeyfe için gerçekten değerliydim. Nûra olsun ya da olmasın. Huzeyfe beni seviyordu.

Kimseden kaçıp saklanmayacaktım.

Kimse için kimseden vazgeçmek zorunda da değildim.

Kimseden korkmuyordum.

"Haklısın Huzeyfe." dedim başımı kaldırıp. "Dediğim tamamen saçmaydı. İkimiz de birbirimizi bu kadar çok sevdiğimiz halde neden ayrılıp onları mutlu edelim ki? Neden kendimizi acıya gömelim?"

Huzeyfe tekrar oturup yanıma sokuldu. "Aynen öyle." Beni bağrına basarken saçlarıma yumuşak bir öpücük kondurdu. "Ayrılmayacağız." Kıkırdadı. "Hele de iki saplantılı manyak için."

O akşam biraz daha oturduktan sonra, Huzeyfe bena evime kadar eşlik etmeyi teklif etti. Sessizce yürüdük biraz. Tek kelime konuşmasak bile, Huzeyfe'nin elimi tutup, parmaklarımızı birbirine kenetlemesi bana yetmişti.

Ayrıca bu akşam Huzeyfe'nin bana itiraf ettiği bir şey daha vardı. Doğum günümden sonraki hafta sinirlenip etrafı birbirine katma ve arkadaşlara bağırıp çağırma sebebinin ben olduğunu söylemişti. Benim yokluğum yüzünden olduğunu söyledi. Tabii o zaman bunu ne bana ne de diğerlerine belli edebilmişti.

Bu sayede, bana ciddi anlamda âşık olduğunu bir kez daha anladım.

SAHRA YANGINLARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin