24. Bölüm: "Küçük Kıyâmet."

142 11 1
                                    

Lalezar'ı bulmak için parka girmiştik. Sahil bugün çok ıssızdı. İlerdeki bankta oturan yaşlı bir teyze dışında kimse yoktu. Nûra zorlukla banka çöktü. "Bizden bir şey saklıyor." Hava bulutlanmıştı, yağmur başlayacaktı sanırım. "Hasta olduğunu söylerken rol yapıyormuş." Sertleşmeye başlayan rüzgar Nûra'nın saçlarını dağıttı. Normalde buna katlanamayan arkadaşım, şimdi düzeltme zahmetinde bulunmadı bile. "Bu Lalezar'ın yapacağı iş değil. Daha önce asla böyle bir yola başvurmamıştı." Nûra'nın karşısında, ayakta dikiliyordum. Oturmayı düşünemeyecek kadar gergindim.

Tüm bunların sadece tek bir açıklaması olabilirdi. Lalezar'ın suçunu örtmek istemiyordum, çünkü bu affedililir basitlikte bir hata değildi. Öte yandan, gerçekleri anlatıp onu ifşalamaya da cesaret edemiyordum, hem de o hâlâ benim arkadaşımdı ve onu rezil rüsvay da etmek istemiyordum. "Bu Lalezar değil." dedi Nûra solukça. "Benim arkadaşımın içi dışı birdir. O bize her şeyini anlatırdı, değil mi?" Kafamı salladım fakat Nûra'yı rahatlatacak bir cümlem yoktu, her şeyi bildikten sonra.

"Ecrin." Bana seslenen arkadaşım aniden ayağa kalktı. "Yağmur hafiften başladı. Grup evine gidip biraz dinlenelim. Bu sırada yağmur diner. Ayrıca Lalezar hanımın bize açıklaması gereken şeyler var. Eğer grup evinde de değilse, Vildan teyzeye kötü haberi vereceğiz mecbur." Nûra'nın bu fikri kalbimin stresle ağrımasına sebep oldu. Ama eğer karşı çıkarsam, çok dikkat çekerdim ve Lalezar'ın sırrına vakıf olduğumu anlardı. Bu yüzden sadece, "Peki." dedim.

Biz grup evine yaklaşana kadar yağmur çoktan şiddetlenmişti. Nûra anahtarı yerleştirecekti ki, ikimiz de içeride yankılanan sesleri işittik. "İşin, en kızışmış yerinde neden beni çatlatıyorsun?" Lalezar'ın sesi gayet cilveli ve enerjik bir tınıyla, kapıdan süzülüp bize ulaştı. "Hadi ver artık." Lalezar kıkırdarken ben donakalmıştım, ama Nûra'nın durumu benden daha vahimdi. Benim ikinciye şahit olduğum iğreltiliği o ilk defa görecekti.

"Sesi çok canlı geliyor, hanımefendinin. Umarım mantıklı bir açıklaması vardır." dedi kızgınca. Bense ne kapıyı açabiliyor, ne de evin önünü terk edebiliyordum. Ne yapacağımı kestiremez bir halde, heykel misali öylece dikiliyordum. "Anlaşmamızı unutma." Ammar aynı çapkınlıkla Lalezar'ı cevaplarken, Nûra içeri girmekte bir kez daha tereddüt etmişti. "Bu etaba kadar ayık kalmayı başarırsak, öpücüğü kabul edeceğini söylemiştin." Bu kez kaskatı kesilmiştim.

"Neyden bahsediyor bu ikisi?" Nûra afallamışça bana sordu. Sanki çok cevap verebilirmişim gibi. "Birbirlerinden hoşlandıklarını bilmiyordum." dedi tutarsız bir gülümsemeyle. "Keşke öyle olsaydı." diye mırıldandım. Nûra bu sözümü cımbızla yakaladı hemen. "Nasıl? Bir şey mi biliyorsun, Ecrin?" "Hayır, tam olarak değil. Sadece böyle bir durumda şüphelenmemek elde değil." Ben hızlıca ifademe bir kılıf uydurmaya çalışırken, Nûra fazla ses çıkarmamaya dikkat ederek kapıyı araladı.

Lalezar'ın kıkırtıları, git gide yükseldiği için fark etmemişlerdi sanırım. "Tamam, öpebilirsin, ama bunun arkadaşlığımızı zedelemeyeceğine söz ver." Mutfağın kapısının yanındaydık. Sesler çok yakın olduğuna göre burada olmalıydılar. Ayrıca kapı da açıktı, başımızı içeri uzatmamızla olan biten her şeyi görecektik. İkimiz de bunun için çok cesaretsiz olsak da, son adımı attık.

Anında ikimiz de karşılaştığımız sahnenin absürtlüğü karşısında donakaldık. "Hâlâ arkadaşlıktan bahsediyorsun!" dedi Ammar, atarı yeri göğü inletmişti. "Bu beni yaralıyor." Lalezar dinliyor gibi görünmese de Ammar içini dökmeye devam etti. "Hep aynı şey oluyor. Bilincimizi kaybetmeye başlayınca sana aynı soruyu soruyorum her gün. Ama sen hep aynı cevabı veriyorsun. Ayılınca da hiçbir şey hatırlamıyorsun. Neden? Neden!"

Panikle Nûra'ya baktım. Ammar'ı ilk defa böyle acınası bir halde görüyordum. Lalezar ise çoktan sızmıştı. Ammar da yorgun düşüp yere uzandığı sırada bizimle göz göze geldi. Buz kesti o anda. Halüsinasyon olmasını umsa da, maalesef ki her şey gerçekti. Bu itici realizmin içinde olan ben, bugünün daha ne kadar karanlık olabileceğini düşünüyordum.

"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz!" Nûra'nın geç kalmış feryadı tüm mutfağı inletirken, Ammar yerinde doğrulmaya çalıştı. Debelenirken, yere boca olmuş eroin zerreleri Ammar'ın kotuna, tişörtüne çıktı. Midem bulandı, burada olduğuma lanet ettim. Nûra sert adımlarla Lalezar'ın yaslandığı kalorifer peteğine yaklaştı. Umutsuzca arkadaşımızı sarstı. "Lalezar! Uyan. Uyan artık! Uyan ve yediğin naneyi açıkla bize!"

Lalezar uykusunun arasında mırıldandı. "Anlatacak bir şeyim yok benim. Sadece uykum var." Nûra Lalezar'ı çekiştirip, ayağa kaldırdı. "Ecrin gel yardım et de şu salağı kanepeye taşıyalım. Er ya da geç ayılacaktır. O zaman bizi ciddiye alacak." Nûra'ya hak verip, Lalezar'ın boştaki kolunu omzuma attım. Onu salondaki koltuğa yerleştirdik ve Ammar'ı mutfakta öylece bıraktık.

Yarım saat sonra, Lalezar uyanmıştı. En son yaşadıklarını hatırlamaya çalışır gibi gözlerini kıstı. "Kızlar, burada ne yapıyorsunuz?" dedi neden sonra. "Neden burada olduğumuzu söyleyeyim mi?" Nûra imayla konuştu. "Bir buçuk saat önce seni arayıp luna parka gitmeyi teklif ettim. Sen çok hasta olduğunu ve gelmeye mecalin olmadığını söyledin. Sonra biz de seni merak ettiğimiz için evine gittik. Annen sabahtan beri senden haber alamadığını söyleyince bu işte bir bokluk olduğunu anladım. Sıra senin izahında. Ammar ile yerde sarmaş dolaş, uyuşturucu tozlarının arasında ne yapıyordun?"

Bu sözler Lalezar'ın zihninde bir şimşek çaktırmış olmalı ki, gözlerindeki panik yavaşça büyüdü. Kafasındaki her şey yerine oturuyordu anlaşılan. "Buna nasıl cesaret ettin?" Nûra sesini yükseltti. "Anneni babanı hiç düşünmedin mi? Ya da bizi?" "Ben... Yanlış bir şey yapmadım..." Lalezar kısıkça bunu dedi, ama söylediğine kendi de pek inanmıyor gibiydi. Mutfakta bir tıkırtı oldu ve Ammar yüzünü ovuşturarak kapıda belirdi. "Bu gürültü de ne?" diye homurdandı.

Nûra'nın gözleri şeytanice ışıldadı. "Sırrınızı saklayamadınız, öğrendik." Nûra'nın imalı cümlesi Ammar'ın aklını başına getirmeye yetmişti. "Ne sırrı be?" diye tersledi anında. "Saçmalama." Kendini korumaya çalıştığı öyle belliydi ki. Zavallı Ammar. Hafızalarımızı silse unutabilirdik anca, öylesine korkunç bir ifşayı.

"Erkeksen gel otur şuraya ve konuş." dedi Nûra önündeki kanepeyi işaret ederek. "Yoksa, dağıttığın mutfağı mı toplamak istiyorsun?" "Sana hesap vermek zorunda olduğumu mu zannediyorsun?" diye cevapladı Ammar, kızıl bir öfkeyle. "Normalde kimse kimseye hesap vermek zorunda değildir. Ama bu durum farklı. Kendini yine de haklı çıkarmaya çalışacaksan hiç durma. Gözlerimizle gördük sonuçta." Nûra az önce bayağı sarsılmasına rağmen, şimdi çok soğukkanlı ve kendinden emin duruyordu.

Ben ağzımı açacak hali bulamazken, arkadaşım çoktan toparlanmış ve durumu kontrol altında tutmaya çalışıyordu. "Ammar. Otur." Koyu lacivertten zift karasına dönmüş gözler, kuruyup kabuk tutmuş dudaklar, siyah tişörtü imzalamış uyuşturucu tozları... Karşımızdaki çocuk sanki sekiz yıllık arkadaşımız değil de bambaşka biriydi. Daha önce de böyle düşünmüştüm, doğru ya hep böyle düşünüyordum son zamanlarda.

Dışarıdan bir anahtar çevrildi ve evin kapısı gıcırtıyla açıldı. "Hepiniz burada mıydınız?" Huzeyfe elinde poşetlerle içeri girdi. Onunla birlikte olduğu belli olan Siraç arkasından girip kapıyı kapattı. "Yağmur çok şiddetlendi." Huzeyfe sırılsıklam olmuş saçlarına elini geçirdi. Siraç da kapüşonunu indirmişti. "Valla. Evlerimize nasıl döneriz bilmem."

Bizdeki durgunluğu fark etmeleri uzun sürmedi. "Burada bir şey mi oldu? Bizim bilmediğimiz?" Huzeyfe Ammar'a baktı sorgular gibi. Hepimiz darmadağın görünsek de, etrafa en kasvetli aurayı yayan oydu çünkü. "Cehennem olun gidin." Ammar dişlerinin arasından mırıldandı. "Tam da toplanacak günü buldunuz değil mi?"

SAHRA YANGINLARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin