Salih evden çıkınca derin bir nefes alıp sabahın soğuk kokusunu içine çekti. Çantasını sırtında düzeltip kapıya ilerledi ama ayakları müştemilatın orada durmuştu. Küçük eve baktı. Bütün ruhu o evin kapısına dayanıp Saadet'e onu geri alması için yalvarması gerektiğini söylese de bunu yapmayacaktı Salih. Tamam belki gidip pencereden bakabilirdi ama son kez değil mi?
Salih perdeleri açık olan pencereden Saadet'in yatak odasına baktığında kızın hala mışıl mışıl uyuduğunu gördü. Gülümsedi. Parmaklarını dudağına götürüp öptü ve ona bir öpücük yolladı. Her şeyin farklı olmasını isterdi ama olmayacaktı. İç geçirdi ve arabaya binip çıktı evden.
İlk durağı mezarlıktı. Yolda aldığı kırmızı çiçekleri de yanına alarak annesinin mezarına gitti Salih. Konuşmadan sessizce kurumaya yüz tutmuş olan otları yoldu. Açılan yeni yerlere çiçekleri dikti. Getirdiği küçük şişedeki suyu döktü çiçeklere. "Anacığım. Günaydın."
Salih cevap beklemeden devam etti. "Ben gidiyorum anne. Uzağa. Bir süre gelmeyebilirim. Ama Selim söz verdi, o ilgilenecek mezarınla tamam mı? Her hafta benim gibi kırmızı kırmızı çiçekler getirecek." Salih iç geçirdi. "Hani geçen hafta geldiğimde şey demiştim ya anne. Sadiş'e evlilik teklif edeceğim diye... Olmadı o ya. Yani biz... anlaşamadık bir şeyler oldu işte. Özür dilerim."
Salih mezar taşını okşayarak "Tamam ben... ağlamaya başlamadan gideyim. Yakında ya da daha sonra... bir gün döneceğim anam." dedi. "Ve ilk iş gene senin yanına geleceğim." Salih mezardan zar zor kalktı ve Yamaç'ın seçtiği mezar taşına baktı.
Salih on birinci yaş gününde her zamanki gibi yalnız gitmektense Cumali abisi ile gitmişti annesinin mezarına. Cumali mezarın ortalıkta bulunmuş taşlarla çevrili olduğunu ve bir mezar taşının bile olmadığını görünce yüreği ağırlaşmıştı sanki göğsünde. Salih daha neler olduğunu anlayamayacak kadar küçük olduğundan bunu pek takmıyordu ama Cumali işin öneminin farkındaydı. Salih'e çaktırmadan tüm kardeşi toplamış ve hep birlikte mezarcıya gitmişlerdi. En küçükleri Yamaç olduğundan Yamaç seçmişti her şeyi. Cumali ve Kahraman da ödemişlerdi. Selim de Yamaç'a mukayyet olmak için oradaydı. Ve bu mezar taşı, Salih'in kardeşlerinden aldığı en güzel ve en anlamlı hediyeydi.
Salih giderken o anısını düşündü. Kardeşleriyle olan en güzel anısını...
***
Birkaç gün sonra Muş, Varto'ya varmıştı Salih. Neden oraya gittiğinden pek emin değildi ama vardığında emin olmuştu. Bir hesaplaşması vardı onun orada. Orası onun cehennemiydi. En kötü anılarının merkeziydi. Öldüğü yerdi. Salih Helvacı'yı öldürdükleri yer...
Salih arabasını köyün içinde sürerken gözlerini evlerden, insanlardan çekemiyordu. Nihayet dedesinin evine vardığında arabasını durdurdu. Eski, çökmek üzere olan eve baktı Salih. Yıllar geçmişti, korkmam diyordu ama korkuyordu deli gibi. Hala dedesi o evden çıkacak, ona eve gelmekte geç kaldığı için kızacak gibi geliyordu. Salih derin bir nefes aldı ve sakinleşmeye çalıştı.
Sakinleştiğinde arabasını park etti ve arabadan indi. Köyün kokusunu içine çekti ve eve baktı. Adım atmak, oraya yaklaşmak istemiyordu ama zorundaydı. Bunun üstesinden gelmek zorundaydı. Salih kendini zorlaya zorlaya eve girdiğinde evden gelen pis kokuya hiç hayret etmedi. Salih yavaş yavaş evi gezdi. En kötü anıları her köşeden çıkıp onu ürkerken Salih yine de evi gezdi.
Evden çıktığında dış cephesine baktı. Evin girişine tükürdükten sonra cebinden çakmağını çıkardı. Zaten tahta olan ev tutuşmak için hazırdı. Çakmağı yakan Salih bir süre ateşi izledi. Kontrol edebileceği küçük bir ateş, bir kıvılcım... Onun yangına dönüşmesine, onun canını yakan yer şeyi kül etmesine hazır mıydı? Salih sırıttı. Daha çok hazır olduğu bir şey yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Babamızın Oğlu
FanfictionCumali arabayı park etti ve yan koltukta uyuyakalmış olan kardeşine baktı. Gülümsedi ve onu uyandırmamaya çalışarak arabadan indi. Kapıyı çalmadan kapı açılmıştı. Annesinin ona sarılan kollarını hissedince Cumali birden vazgeçip onu affetmek istedi...