BÖLÜM-3

142 19 2
                                    

     Antonin, karşısındaki yorgun kadının konuyu değiştirişini anlayışla karşılayarak uyum sağladı.

     "Hayır olay yerini doğru düzgün inceleyemedim. Doğruyu söylemek gerekirse seni düşünüyordum."

     Seni düşünüyordum mu? Hadi ama Antonin bu kadar salak olmak zorunda mısın?

     Adam kafasının içinde kendini yermeyi sürdürürken Adreanna gülümsedi. Ve bu gülümseyiş Antonin'nin kafasındaki düşüncelerin bile susmasını sağlayacak kadar güzeldi. Yazın son günlerinde olmalarına rağmen birkaç dakikada terden sırılsıklam olabileceğin bu havada esen bir serin rüzgâr, bir annenin çocuğunun alnına kondurduğu bir iyi geceler öpücüğü ya da bir meleği görmek gibiydi. Ya da hepsini... Hepsini birden yaşamak, hepsini birden görmek gibiydi. O, daha önce hiç görmediği içtenlikteki gülümseme, Antonin için hayatın ta kendisiydi.

     Kadının yüzündeki her noktayı ele geçiren, gözlerinin kenarında ufak kırışıklıklara sebep olan bu gülüş, ki Antonin o kırışıklıkların bir kadında vazgeçilmez olduğunu, gülümsemenin eseri oldukları için çok değerli olduklarını düşünebilecek kadar romantik bir erkeğe dönüşebiliyordu, birkaç dakika içerisinde soldu. Kadın hızla ayağa kalktı, silahı almak için uzandığında Antonin ondan önce davranmıştı. Elleri birbirine değdiğinde ikisinin de reddedemeyeceği aralarındaki çekimi görmezden gelmeye çalıştılar. Silahı beline yerleştiren Adreanna önde, Antonin arkada, trenin olduğu yere yürümeye başladıklarında kadın az önceki hallerinden bambaşka bir tavırla konuştu.

     "Çözmemiz gereken garip bir dava var ve akşam olmak üzere. Ne kadar vakit kaybettiğimizin sen de farkındasın, değil mi?"

     "Bir günde çözmemiz gerektiğini bilmiyordum..." diyerek alayla cevapladı adam bu söylenenleri.

     "Dedektif Denys'in söylediğine göre bu 40 yıllık bir dosyaymış," Bir süre bekledikten sonra ekledi. "En az..."

     Trenin önüne vardıklarında durdular. Antonin duyduğu cümlenin şokuyla Adreanna'nın önünde durmuştu.

     "Nasıl yani?"

     "Bilmiyorum. Sanırım bu soruyu dedektife sorsan aradığın cevabı alabilirsin," derken bir eliyle de sağ taraftan yanlarına gelen Denys'i işaret etmişti.

     Dedektif, sert yüz hatlarına sahip bir insandı, kemerli bir burnu, hep derin bakan koyu mavi gözleri vardı. Boyu 1.80 civarında olabilirdi. Kısa boylu bir kadın olmayan Adreanna, onun yanında kısa kaldığını reddedemezdi. Antonin ise dedektifin boylarında fakat ondan daha kiloluydu. Denys, bu kemikli yüzünü de zayıflığına borçluydu ve adını bu kadar duyurmuş bu insanın dış görünüşünün de etkileyici olması, pek çok insana, onun kusursuz bir insan olduğunu düşündürüyordu.

     "Olay yerini incelediğinizi düşünüyorum. Var mıdır bir fikriniz?" diyen dedektife doğru döndüler.

     Antonin, Adreanna'ya fırsat bırakmadan hızla sıraladı aklındakileri.

     "40 yıllık bir dosya derken neyi kastettiniz? Bir durmuş saat, birkaç damla kan ve boş bir çanta... Başka herhangi bir zarar, geriye kalan herhangi bir eşya yok, büyük ihtimalle parmak izi de yok. Kanın laboratuvara gönderildiğini biliyoruz, sonuçlar gelmiş olmalı. Baktınız mı dedektif? Kimin peşinde olduğumuzu biliyor muyuz?"

     Olay yerini tam anlamıyla incelememişti fakat hatırı sayılır bir gözlem yeteneğine sahip olduğunu dedektif de dahil buradaki kimse reddedemezdi. Adreanna ile bu sınava tabi tutulmaları da bu nedenleydi. Dedektif Denys'in ortağı olmayı herkes isterdi, istemişti de... Her şubeden onlarca polis gelmiş, dedektifin bundan bir önceki sınavına girmişlerdi. Geriyeyse sadece kendisi ve Adreanna kalmışlardı. Tamamen bu gözlem yeteneğindeki ustalıkla...

     Adreanna, yanındaki adamın söylediklerine her zamanki alaycılığıyla dahil oldu.

     "Parmak izi yok da ne demek? Saatin üstünde parmak izi olduğundan eminim ve sayın sıradan polis memuru Antonin Adélard, o kan sizi burada olan bitenden sorumlu birine götürmeyecek. Onun, o koltukta oturan, en az sizin kadar sıradan, bir hanımefendinin kanı olduğuna kalıbımı basarım."

     "En az sizin kadar sıradan," derken yüzündeki alaycı ifade Antonin'in bir sigara daha yakmasına sebep olacak kadar rahatsız ediciydi. Bu söylenenin altında kalmak istemeyerek karşılık verdi.

     "Öyle mi dersiniz Adreanna Valera? Bir iddiaya ne dersiniz? Bu ayki maaşınızı bana, ödemek için bulaşık bile yıkamanız gerekebilecek bir restoranda yemek ısmarlamakla harcamaya olumlu bakar mısınız?"

     Kadın kahkaha attı.

     "Sizi bulaşık yıkarken izlemek keyifli olur. Merakla sonuçları bekliyor olacağım."

     Dedektif bu iki memurun arasındaki atışmaları keyifle dinliyordu. İçinde bulunduğu koşuşturmacanın en eğlenceli kısmı buydu. Ne zaman birbirlerine deli divane âşık olduklarını kabul edeceklerdi?

     "Doğrudur Antonin, bu dosya en az 40 yıllık. Basına duyurulmamış olsa da her 5 yılda bir, birbirinin kopyası saldırılarla karşı karşıya kalıyoruz. Aynı boş çanta, aynı şekilde kırılmış cam ve hatta aynı kişiye ait kan damlaları... Anlayacağınız, ikiniz de yanılıyorsunuz, kan damlaları bizi bu olayın sorumlusuna da o koltukta oturan 'sıradan' bir hanımefendiye de götürmüyor. Kan damlalarının sahibi bundan 50 yıl önce ölmüş bir bilim adamı: Frederic Garlen..."

     Bunun çözülmesi neredeyse imkânsız bir dava olduğunu bildiği için onlara fazladan birkaç bilgi verdikten sonra bir şey sormalarına izin vermeden arabasına yöneldi. Onlar için imkânsız, kendininse olay yerini görür görmez beynindeki yapbozun son parçasının da yerine oturmasıyla çözülmüş bir dava... Keşke bu iki memur kendisine de bir yemek ısmarlasalardı, etrafındaki aptal insanlara tahammül edemeyen Denys, bu memurlarla konuşmanın biraz daha katlanılası olduğundan emindi.

     Gün boyu peşinde koşturan, herkes gibi, aptal şefin yanına koşarak gelişiyle gözlerini devirdi.

     "Size söyleyebileceğim ek bir şey yok Şef Delrick Ermenegilde."

     Arabasının kapısını açıp şoför koltuğuna oturdu. Şefin açık pencereye ellerini koyuşuyla gaza basıp hızla oradan uzaklaşma fikri yerle bir olmuştu.

     "Adreanna ve Antonin'in bu davayı çözebileceğinden emin misiniz Dedektif Denys? Bizi bekleyen binlerce dosya var, sizin şu saçma sınavınız yüzünden bir yere ayrılamıyor vakit kaybediyoruz. Kaç insan sizin bu, işleri aksatmalarınız yüzünden öldürülmüştür sizce? Kaç cinayet işlendi? Ne kadar ünlü olursanız olun sizin sorumsuzluğunuzla uğraşması gereken insan ben değilim. Bunun vebaliyle geberip gideceksiniz günün birinde dedektif."

     Dedektifin mavi gözlerindeki öfke hiçbir şey düşünmeden gaza basabileceğini, yerli yersiz konuşan adamı ezebileceğini kanıtlıyordu ama o, bir katil olmak için fazla ünlü olduğunu düşünmekle meşguldü. Şef, konuşmaya devam etti.

     "40 yıldır süren saçma sapan bir dosyayla uğraşıp duruyorsunuz. Ne anlamı var? Ölen yok, kalan yok, hiçbir sik yok! Ne anlamı var?"

     "Sizin o nohut kadar beyniniz bunu kavramaya yetmez şef. İşinizi yapamıyorsanız istifa edin, katillerle uğraşmak sizin sorumluluğunuzda ama görüyorum ki bunu bile beceremiyorsunuz. Sanırım sizi raporlamam iyi olacak. Bir ara vaktim olursa sizin yüzünüzden ölen insanların aileleriyle görüşür katilden de suçlu olan sizi ifşalarım. Merak etmeyin... Hapishanede günahlarınız için af dilenmeye yeteri kadar zamanınız olur."

     Adamın arabadan biraz uzaklaşmasını fırsat bilerek arabayı çalıştırdı, birkaç saniyede etrafı toz duman edip yola koyuldu. Arkasından var gücüyle bağıran adamı duyabilmişti.

     "Siktir git Denys! Seni kendi ellerimle öldüreceğim."

     Bu tehdit de raporuna ekleyebileceği şeylerden olabilirdi. Kahkaha attı. İnsanlar beyinlerini kullanamıyorlarken nasıl oluyordu da bu mevkie yükselebiliyorlardı?

Rigor MortisHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin