4.5

7.1K 458 144
                                    

Baran'ın attığı konumu telefonumda açıp ilerlerken yeni yeni atıştırmaya başlayan yağmur yüzünden partinin erken bittiğini tahmin edebiliyordum. Hoş olanlardan sonra ne Kerem'in partiye odaklanacak hali vardı ne de benim Kerem'in neler yaptığına dair merakım. Baran'ın attığı konuma geldiğimde apartman kapısı açıktı, hızla asansöre yöneldim. Baran'ın söylediği dairenin önünde durdum, derin bir nefes alıp kapıyı çaldım. Oldukça genç görünen, kumral saçları biçimli şekilde omzuna dökülen bembeyaz tenli bir kadın kapıyı açtı. Bir an algılayamayıp benim varlığımı badem şeklindeki gözlerini kırpıştırdı.  Orada olmam ile bocalasa da kendini hızla toparlayıp bana eşsiz bir gülümseme sundu. 

"Elif, hoş geldin. İçeri geç, lütfen." 

Adımı bilmesi ile şaşkınlığa uğradım ancak şu an odaklanacağım şey asla bu değildi. Eh, bir de ne yalan söyleyeyim Mert'in yengesinin yani anne dediği kişinin ismimi biliyor olmasına da içten içe mutlu olmadım diyemem. 

Ayakkabılarımı çıkarıp hiçbir şey söylemeden içeri geçip koridorda durdum. Bana eliyle yol gösterdi, salonda aynalı büfenin önünde Mert ve Baran'ın fotoğrafları vardı. O kadar benziyorlardı ki, hangisinin hangisi olduğunu ayırt etmek çok zor geldi. 

"Soldaki ortada dişi olmadan sırıtmaya utanmayan kişi Baran, Mert ise-" dediğinde fotoğrafın sağ tarafındaki Mert'in yüzüne gitti parmaklarım. O kadar güzel gülümsüyordu ki, gözleri hafifçe kısılmış tüm dişlerini gösteriyordu. O ana kadar fotoğrafı elime aldığımı dahi fark etmemiştim. 

Muhtemelen ailesini kaybetmeden önce çekilmiş bir fotoğraftı zira en fazla 6 yaşında duruyordu. Aklımdaki soruyu duymuş gibi cevap verdi Mert'in yengesi.

"Mert'in ilkokula başladığı yazdı. İzmir'e gelmişlerdi yanımıza."

Kafamı anladığımı belirtmek ister gibi salladım, fotoğrafı yerine geri bıraktım. Bir an saatin kaç olduğunu düşündüm, belki de şu an onları bu saatte gelerek rahatsız etmiştim. Kolumdaki saate baktığımda hemen konuştu Mert'in yengesi.

"O kadar geç değil, rahatsızlık vermedin. Sen istediğin yere otur ve bana ne yiyip içmek istediğini söyle."

Tam ağzımı bir şey istemediğimi söylemek için açmıştım ki parmağını gözümün önünde salladı.

"Zencefilli kurabiyem ve çayım çok güzeldir." 

İtiraz istemez ses tonu karşısında bir şey söyleyemeyip tekli koltuğa oturdum. Hızla salondan çıkıp aynı hızla elindeki tepsi ile geri dönmüştü.

"Ah, kendimi tanıtmadım sana. Ben Melek, Ayşe Melek Kalkan."

Bacaklarımın arasına bitiştirdiğim ellerim ve iki büklüm duran bedenimle eminim dışarıdan çok garip bir görüntü çiziyordum. Hızla kafamı sallayıp "çok memnun oldum efendim." dedim. 

Melek Hanım ise bana sade bir tebessüm sundu. Ardından bir şey hatırlamış gibi ayağa kalktı, elini üzerindeki geniş siyah pantolona siler gibi yaptı. 

"Fırında börek vardı, ben bir ona bakayım. Geliyorum hemen."

Ardından herhangi bir tepki vermemi beklemeden odadan çıktı. Önüme bıraktığı kurabiyeden bir ısırık aldığımda sözlerinde çok haklı olduğunu fark ettim. Gerçekten kurabiyesi çok güzeldi. Ne yapıyordum şu an ben? Mert'in evinde Melek Hanım ile karşılıklı oturup çay kurabiye içmenin vakti miydi? Hızla ayağa kalktım, şimdi Melek Hanım'ın yanına gidip Mert ile konuşmak istediğimi onu dışarıda beklediğimi söyleyecektim. Zira planlarımda eve girmek dahi yoktu.

Ayağa kalktığım sırada salonun kapısında Mert belirdi. Göz göze geldiğimizde aramızdaki mesafeye rağmen kıpkırmızı olmuş gözleri ve karman çorban duran saçları beni parçalara ayırmaya yetmişti. Ona doğru bir adım atıp sesimi bulmaya çalıştım, sanırım aklım gibi o da kaçıp gitmişti. Sonunda konuştum, ikimizde ayakta dikilip birbirimize bakıyorduk. 

SOBE || Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin