0.7

14.7K 668 37
                                    





Güneş ışıklarının odama vurması ile uyandım demeyi çok isterdim ama odama yine izinsiz bir şekilde dalıveren küçük kardeşimin yatağıma zıplaması ile uyandım. Gözlerim hala kapalı iken onu durdurmak için uyandığımı belli edecek şekilde mırıldandım, küçük kollarını vücuduma sardı. Karamel rengi saçları her zamanki gibi kokuyordu, mis gibi. Göğsümün üzerinde kafasını yerleştirip tam olarak üzerime yattı.

"Annem kahvaltı hazır diyor."

Hala uyku sersemiydim ama ona sevgimi vermekten başka bir seçeneğim yoktu, sol kolumu narin bedenine sardım. Sağ elimle saçlarını düzelttim. 

"İnelim o zaman küçük fare." 

Sesim uykumdan yeni kaldırıldığım için fazlasıyla boğuk çıkmıştı. Kafasını kaldırdığını hissettim, çenesi göğsümde baskı yapmıştı. Tek gözümü açıp ona baktım, kırmızı yuvarlak gözlükleri ile gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Bir şeyler yumurtlayacaktı, bu bakışı biliyordum. Diğer gözümü de açıp kaşlarımı kaldırdım.

"Dün neden iki gömlek vardı?"

Asya, fazlasıyla meraklıydı. Fazla dikkatli, fazla konuşkan ve fazla sevgi dolu. Son derece zıttık birbirimize, fiziksel olarak da kişilik olarak da. Onun karamel rengi düz saçları varken benim siyah ve kabarık saçlarım vardı. Kocaman ela gözleri vardı giydiği kıyafetlerle göz rengindeki hareler değişiyordu benim sıradan kahverengi gözlerim. Burnunda ve gözlerinin altlarında minik tatlı çilleri vardı benimse oralarda sivlilcelerim. Teni buğdaydı ben esmerdim. Asya anneme benzerken ben babamın kopyasıydım. Asya narindi, bense... Bendim işte. Uzun boylu, şişman, iri kız. 

"Çünkü ablan bir sakar. Gömleğine kahve döktü."

Asya kıkırdayıp elini ağzına kapattı.

"Yakışıklı bir çocuk sana gömleğini çıkartıp verdi değil mi? Çok romantik."

Kesinlikle bir hayalperestti, Asya. Asla dalga geçmiyordu, gerçekten ablasını kurtarmaya kendini adamış mümkünse yakışıklı ve kaslı bir erkek olduğuna inanıyordu. Başım derde girdiğinde bir şekilde o erkek orada oluyordu ve beni o dertten söküp alıyordu. 

"Ya öyle işte. Hadi kalk bakalım annemi bekletmeyelim."

Asya komutu alıp hızla üzerimden kalkıp zıplayarak odamı terk etti. Havalar hala tam olarak soğumamıştı, pike ile yatıyordum. Pijamalarımı çıkartıp gündelik bir kıyafet giymek için dolabımın karşısına geçtiğimde gördüğüm manzara ile yüzümü buruşturdum. Saçlarım birbirine girmişti, gözlerim hafif şişmişti. Asya, ablanı bir yakışıklının kurtaracağına inanacak kadar güzel buluyorsun ya ne diyeyim sana ben. 

Yanlış anlaşılma olmasın, pijamalarımla da inebilirim benim için sorun değil. Ama annem beni o sofradan geri yollardı. Üzerimi değiştirip koridorun sonundaki lavaboya girdim. Yüzümü elimi yıkayıp saçlarımı tepemde topladım. Çok güzel alnımda yeni bir arkadaşım var. Aynaya doğru eğilip onunla konuştum. 

"Hoş geldin tatlım, sana ne diye seslenmemi istersin? Çünkü bir ismi hak ediyorsun." 

Kendi halime gülüp lavabodan çıktım. Annem Asya'ya yumurtasını yemesini aksi takdirde tablet ile bugün oynayamayacağını söylüyordu. Babam çayları doldururken mutfağa girdiğimi gördü.

"Günaydın prensesim."

Babama gidip sarıldım, annem kıskanmasın diye onun da sol yanağını öpüp yerime geçtim. Yine önümde bir büyük bardak süt vardı. Gözlerimi devirdiğim sırada annem karşımda kaşlarını çattı. 

"Yoksa ben de mi tablet ile oynayamam?"

Annem beni duymazdan gelip bağırdı.

"Kerem iki dakika içerisinde sofrada oluyorsun."

Asya eline aldığı kızarmış ekmeğe reçel sürüyordu, annemse onun bıçağı elinde tutuşuna oldukça tedirgin bakıyordu. Babam annemin önüne çayını bırakıp kendi kupasını aldığında abim mutfağa girdi. 

"Günaydın."

Kerem benden 3 yaş büyüktü, iyi bir üniversitede mühendislik okuyordu. Kendisine bir çay koyup bana göz kırptı ve yanıma oturdu.  Buradan bakıldığında ne kadar mutlu bir aile tablosu diye düşünebilirsiniz. Ama gerçek bazen derinde saklanır. Evet, mutlu bir ailem vardı. Ama ben değildim. Annem bir kontrol manyağıydı. Gerçekten bir kontrol manyağı. Babamsa hayatını annem ile iyi anlaşmaya adamıştı, tüm otoriteyi ona teslim etmişti. Kerem'in okuyacağı bölümden giydiği kıyafetlere kadar karışırdı, hala. Kerem bu durumdan pek mutsuz değildi. Onlara göre aile olmak böyle bir şeydi. Her şeyi birbirimize haber vermemiz gerekirdi. Birbirimizden başka kimseye ihtiyacımız yoktu. Arkadaşa bile. Kerem ve Asya varken Ceren neden vardı ki?  

"Kerem bugün evde misin hayatım?"

Kerem kafasını olumlu anlamda salladığında bana döndü, bugün kursa gitmeyecektim. Onu olarak onlardan öndeydim ve açıkçası biraz halsiz hissediyordum. Kursa gidip daha kötü olmak istemiyordum. 

"Hasta hissediyorum."

Annem endişe ile elini bana uzattı, sorgulamadan alnımı uzattım. Ateşim yoktu, geçiş mevsimlerinde çok çabuk hastalanırdım. 

"Ateşin yok. Ama kendini kötü hissediyorsan kal, yine de dersini aksatma."

Kafamı sallayıp yumurtamın kabuğunu soymaya başladım. Yemek ayırt etmezdim ama yumurtamın asla cıvık olmasını sevmezdim. Kayısı kıvamındaki hali dahi midemi bulandırırdı, tamamen katı olmasını severdim. Kerem de benim gibiydi ama Asya sadece sarısını yiyip beyazının tadının lastik gibi olduğunu söylüyordu. Her sabah annem ve Asya arasında yumurta yeme savaşı olurdu. Kazanan hep belliydi.

Annem Asya ile mücadelesini yine kazanmıştı, küçük faremiz yumurtasının beyazını yiyordu. Bu durumdan pek de mutlu değildi. Ama kim anneme karşı çıkabilir ki? Kerem Asya'nın bu haline gülerek kafasını salladı. Kerem söylesene mühendislik okumak istiyor muydun?  Söyle onlara, bir gece ağlayarak itiraf ettiğin şeyi söyle. Oyuncu olmak istiyorum de. Tiyatro benim tek aşkım de. 
Kerem kendi savaşını kaybetmişti. Kerem'in tercih dönemi evde bir kaosa sebebiyet vermişti. Omuzlarını düşürmüş. Anneme boyun eğmişti. Anneme göre oyunculuk bir meslek değildi, eğer Kerem çok istiyorsa gerçek bir mesleği olduktan sonra bunu yapabilirdi. Annem çayından son yudumu alıp kalktı, bugün cumartesiydi ve ofise erken gitmesi gerekmiyordu. Babam annemin hareketlendiğini fark edip kalan çayını bir dikişte bitirdi. Annem avukattı babamsa diş hekimi. İkisi de masadan kalkmaya hazırlandıkları sırada annem günün öğütlerini ve yapılacaklar listesini sıralamaya başladı.

"Elif, öğlene kadar dinlen. Öğlene kadar. Kerem evi süpüreceksin bugün sende. Ve sen küçük hanım, bir saatten fazla o tablet ile oynarsanız bir hafta uzak kalırsınız. Herkes beni duydu değil mi?"

Hepimiz kafamızı salladığımızda babam çoktan ayaklanmıştı, annem bir şeyi unutmuş gibi bana döndü.

"Çamaşır sepetinde neden iki gömlek var Elif?"

Görmemesi imkansızdı, bu evde annemden gizli herhangi bir şey olmazdı. Hızla açıkladım, biraz değiştirerek.

"Üzerime kahve döküldü. Bir arkadaşın yedek gömleği vardı."

Annem kaşlarını çatıp bana baktı. 

"Arkadaş? Ceren dışında arkadaşın olduğunu bilmiyordum. Ceren'in olamaz, büyük bedendi."

Kahve sıcaktı anne, biliyor musun? Tenim kıpkırmızı oldu?

"Ceren kadar samimi değilim, rica ettim verdi. O kadar."

Annem pek inanmışa benzemiyordu ancak yine de üzerime gelmedi. Ona yalan söylemeye cesaret edebileceğimize pek inanmıyordu. Haksız mı? Asla.  Babam endişe ile yanıma gelip eğildi. Evde giydiğim eski tişörtümün eteğini kaldırıp karnıma baktı.

"Tatlım bir şey görünmüyor ama yine de krem sür olur mu? Evde yanık kremi vardı, üst rafta biliyorsun."

Biliyorum baba, teşekkürler baba. Tişörtümü indirip kafamı salladım.  İkisi mutfaktan çıktığında hiçbirimiz konuşmuyorduk, sessizce kahvaltı yapmaya devam ediyorduk. Kısa bir süre sonra evin kapısının kapandığını duyduk. Kerem sandalyesinde yan dönüp kolunu sandalyenin başına attı.

"Pinokyo." 

Asya gözlerini kocaman açıp suratıma baktı. Onu es geçip Kerem'e döndüm. Ne var dercesine kafamı salladım.

"Sen okulda kimse ile konuşamazsın." 

Elimdeki çatalı tabağıma sabitledim. Haklıydı. 

"Tamam, bir kız bana çarpıp üzerime kahve döktü. Ceren de bir çocuktan yedek gömlek istedi. O da verdi. Ben de giyindim, pazartesi günü yıkayıp ütüleyip ona geri vereceğim."

Asya'nın suratı düşmüştü. Hayallerin gerçek değil ufaklık üzgünüm. Ablanı kurtaracak herhangi bir erkek yok. Hele de yakışıklı kaslı bir erkek hiç yok. Yine de umutla sordu.

"Yakışıklı mıydı?"

Omuz silktiğimde Kerem son derece ilgili bir şekilde bana bakıyordu. 

"Görmedim."

İkisi de kaşlarını çattı. Cidden çok benziyorlar. Üvey olma ihtimalim ne acaba?

"Sana gömleğini veren bir çocuğu nasıl görmezsin Elif?"

Kerem'in dudakları kenara kıvrılmıştı. Çatık kaşları ile büyük bir tezat oluşturuyordu.

"Lavabodaydım, Ceren rica etti. Artık şu konuyu kapatalım mı? Gerçekten hasta gibiyim."

Kerem tam ağzını açmıştı ki tabağımı kaldırıp mutfak tezgahına bıraktım. Asya'ya göz kırpıp odama geçtim. Telefonumu elime alıp çalışma masama geçtim, girasoles hesabına bir mesaj isteği düşmüştü. 

 "Engellediğine göre yüzünü güneşe çevirdim girasoles."

Başta anlamasam da profiline girdiğimde sadece ayçiçeği paylaştığını gördüm. Hesap neredeyse benim açtığım tarihlerde açılmıştı. Bir insan benimle dalga geçmek için bu kadar fazla uğraşmazdı herhalde? İsmine baktım, luzdelsol. İspanyolca güneş ışığı anlamına geliyordu. İstemsizce yüzüme bir tebessüm yayılmıştı. Belki kendime kızacaktım sonrasında, ama içimden geleni yaptım.

girasoles:  İsmini beğendim, Z.

luzdelsol: Biliyordum. 

luzdelsol: Yani beni Z diye kaydettiğini. 

luzdelsol: Ben seni gördüm, içini gördüm.

luzdelsol: Şimdi sen beni görmeye ne dersin?

girasoles: Göster.

luzdelsol: Perdenin Ardındakiler - Kendime.

luzdelsol: Bazen şarkılar yetişemediğimiz yerlere uzanır.

luzdelsol: İçimde benim bile ulaşamadığım yerlere ulaştırsın seni. 

luzdelsol: Kendi içinde senin ulaşmak istemediğin  yerlere ulaştırsın seni. 



SOBE || Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin