"Gören de barajı geçemedi zannedecek, girdiği triplere bak ya." diye beşinci defa bana sataştı Kerem. Sofrada önümdeki yemeği çatal ile deşiyordum.
"Gerçi sizde şimdi baraj var mı, yoksa böyle herkes her yere giriyor mu?" dediğinde ise suratına bakmak ve gözlerimi devirmek durumunda kaldım.
Hayır hayır, hayal kırıklığına uğramayın. Beni tatmin edebilecek bir puan aldım. Hemen hemen istediğim tüm üniversitelerde isteğim bölümlere yerleşebiliyordum. Tabi ki bazı elemeleri yapmam gerekiyor.
"Elif'i rahat bırak, sınavdan daha da gergin bir süreç bu yaşadığı." dedi annem. Ardından masadan uzanıp avcunu elimin üzerine koydu. "Sakince ne yapmak istediğini düşünmesi gerekiyor."
Annem zamanında Kerem'in üzerine kurduğu baskıdan dersini aldığı için midir, yoksa aldığı terapiler ve terapiler ile beraber kullandığı ilaçların mı etkisiyle bilinmez bana karşı oldukça anlayışlı davranıyordu. Neredeyse tercihlerin bitmesine 2 gün kalmıştı ancak ben hala bir karar verememiştim.
Mert aklımdaki tüm üniversitelere beni götürüp kampüslerde gezdirmeyi bile teklif etmişti. Ancak ben ne olacağımı hiç düşünmemiştim.
Düşündüğüm tek şey sınavı kazanmaktı. Gerisini planlamamıştım. Midemdeki ağrı geçmek bilmiyordu. Sanki bir tane taş atma hakkım vardı ve bunu tam isabet yapmak zorundaydım. İşin kötü yanı ben istediğim bölümü bile bilmiyordum. Yaşıtlarımın çoğu sınav öncesinde yapmak istedikleri mesleği seçmiş, istediği üniversitede okumak için çabalamıştı bu sınavda. Ama ben şu an her şey olabilirdim; ama hiçbir konuda fikrim yoktu.
Bazı meslekleri ailemden ve çevremden biliyordum. Buna bakarak bir değerlendirme yapabilir miydim? Örneğin annemin ofisine gidip birkaç saat içinde hukuk okuyup okumamaya karar verebilir miydim? Veya babamın kliniğine gidip diş hekimi olmayı aniden arzu edebilir miydim?
İnsanlar hayatları boyunca yapacakları işe nasıl kısa bir süre içerisinde karar verebilir ki? Ya pişman olursam ve hayatımın tamamında bu günlere karşı içimde öfke hissedersem? O zaman ne olacak?
Ceren'i aramak, onunla konuşmak istiyordum ancak o istediği hiçbir üniversitenin gelmediğini belki yurtdışını düşünebileceğini söylemiş ardından da telefonu komple kapatmıştı. Baran istediği üniversite olan İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesine girebilecek puanı almış hatta Mert'in söylediğine göre sadece 2 tercih yapacakmış. Sadece kampüs konusu kafasını kurcalıyormuş. Kampüslerin dağınık halde olmasından hoşlanmadığını söylemiş.
İnsanlar bölümü seçmiş, üniversiteye karar vermiş bir de yok kampüs şurada diye derde girmişti. Oflayarak yemeğimi biraz daha eşeledim.
Babam yemeğimi katledilişime daha fazla tahammül edememiş olacak ki "Normalde sınavdan kötü sonuç bekleyenlere söylenir ama bu durum dünyanın sonu değil." dedi. Kafamdaki düşünceleri okumuş gibiydi. Kafamı kaldırıp ona baktığımda "Herkes bu puan ile senden tıp veya mühendislik bekleyecektir."
Tıp fakültesi.
Benden doktor olur muydu? Hızla kafamı salladım. Yapamazdım.
"Ama en doğrusunu içindeki ses bilir, o yüzden sadece kendini dinle." dedi.
Akşam yemeğimizin ardından Mert'in akşam kahve içmeye gitmeyi teklif etmesi üzerine Kerem ile beraber kahve dükkanına geçtik. Mert gelene kadar, ben neredeyse hiç konuşmamıştım ancak Kerem sürekli farklı şehirlerde yaşamanın ne kadar zor olacağından, benim kendisi olmadan yapamayacağımdan bahsedip kafamı şişirmişti.
Mert hızla benim yanıma otururken onunla beraber gelen sürpriz isim Baran Kerem'in yanına sandalye çekti. Kerem yüzünde tiksinen bir ifade ile Baran'a baktı. Ve ardından gökyüzüne kafasını çevirip "ya Sabır" diye mırıldandı. Bunun nedenini ona sormak istesem de Baran'ın bana yönelik sorusu ile odağım dağıldı.
"Karar veremedin değil mi hala?" diye sordu Baran oturmasının hemen arkasından.
Cevap vermeden sadece kafamı sağa sola sallamakla yetindim. Mert teselli vermek ister gibi bir kolu ile omzumu sardı. Kerem rahatsız olmuş gibi boğazını temizlese de üzerime alınmamıştım. Kerem, Baran'a dönerek göz teması kurmaya çalıştı. Baran ise masanın üzerinde duran elini izliyordu. Bu ikisinin arasındaki gerilime odaklanmayı seçtim. Canım gerçekten sıkkındı ve biraz olsun tercih, sınav dışında bir konuya odaklanmak istiyordum.
Tam ağzımı açıp neler döndüğünü soracaktım ki, Kerem sandalyesini Baran'a doğru çevirip " Yok ben tahammül edemiyorum ya bu haysiyetsize." diye bağırdı. Ardından sandalyesini itip düşmesine neden olacak şekilde hızla ayağa kalktı.
"Sen ne yüzle buraya geliyorsun oğlum? Bir de sakin sakin konuşuyor yanımda." dedi.
Mert, omzumdaki elini çekti hızla ve Baran'ın tepkisizliği üzerine "Kerem ne oluyor?" dedi.
"Sevgili Mert Ali, kardeşinin şerefsiz bir yavşak olduğunu biliyor muydun?"
Mert hızla ayağa kalktığında ben de onunla beraber kalktım. Omuzlarından tutup Mert'i oturmaya zorladım. Direnmedi. Ardından Baran'a döndüm ama Kerem'e hitaben "Kerem neler olduğunu anlatır mısın?" dedim. Baran oturduğu yerde sabit duruyordu, sanki bir heykel gibi hiç hareket etmiyordu. Kerem de histerik bir gülüş ile Baran'a hitaben "Anlatsana it." dedi. Bir yandan da konuşması için omzunu eli ile dürtükledi.
Mert'in sabrının son demlerinde olduğunun farkındaydım. Karşısındaki Kerem olmasa şu an masadan kardeşine hakaret eden kişinin üzerine atlayacaktı. Ama Kerem'in Baran'ı benden ayırmadan sevdiğini ve durup dururken birine böyle öfke kusmayacağını bildiğinden kendini tutuyordu. Tutuyor olması yine de alnındaki damarların çıkmasına ve öfkeden boynun kızarmasına engel olamıyordu.
"Korkaksın lan. İşte bu kadarsın. Anlatmaya utandığın şeyleri söylemeye çekinmedin ama." dedi Kerem, yüzünde korkutucu bir sırıtış vardı. Mert elini masaya vurdu. Kafedekiler bize dönündü, hızla Mert'in yumruk yaptığı elini tuttum.
"Anlat, ne yapmış benim kardeşim?" dedi, neredeyse tıslıyordu.
"Ceren neden burada değil, Ceren neden mezuniyetten beri hiçbirinizle doğru dürüst konuşmuyor? Bunları bir sor bakalım bu şerefsize." dedi ve herkesin şaşkın bakışları altında masada duran telefonunu ve cüzdanını aldı.
Ardından Baran'ın yüz seviyesine eğilip göz teması kurdu onunla "Sen yat kalk abine dua et, yoksa seni elimden alabilen olmazdı." diye tısladı.
Sonra kafenin kapısında durup bana seslendi. Hızla Mert'e veda edip Baran'a bakmamaya dikkat ederek Kerem'in yanına gittim. Arabaya binerken ne oldu diye ısrarlarıma karşılık, sürücü kapısını açarken konuştu.
"Neler olduğunu Ceren'den dinleyeceksin, benden değil, o şerefsizden hiç değil. Ama Elif, ben o iti bir daha görürsem vururum."
"Ceren telefonunu kapattı." diye çaresizce mırıldandım.
Histerik bir gülüş fırladı dudaklarından Kerem'in "Neden şaşırmıyorum acaba?" dedi. "Elif o çocuk Ceren'i mahvetti." diye devam etti. Ardından biraz ilerlemiştik ki, arabayı Cerenlerin evine doğru, ki aynı zamanda burası Mertlerin de mahallesine giden yoldu, sürdüğünü fark ettim.
"Ceren'in sana anlatacağını düşündüm, o yüzden sustum. Muhtemelen senin canını sıkmamak için sustu. Ama sana ihtiyacı var Elif. Ceren'in en çok sana ihtiyacı var."
Kafamı sallamak dışında hiçbir şey yapamadım. Çok geçmeden vardığımızda Kerem'in arabayı park edecek yer bulmasını bekleyemeyecek kadar heyecanlıydım, hızla inip evlerine gittim. Kapıyı çalmama rağmen açılmadı. Bir kere daha çaldım, ancak kapı duvardı. Israrlı çalışı sürdürmek yerine üst dairelerinde oturan Barış'ı hatırladım.
Hızlı bir şekilde üst kata çıkıp onların kapısını çaldım. Kapıyı açan Barış beni gördüğüne şaşırmamıştı.
"Öğrendin demek. Ceren gitti."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOBE || Yarı Texting
ChickLitbilinmeyennumara: Bol giydiğin sweatlerin, hırkaların seni gizleyeceğini düşünüyorsan çok yanılıyorsun. bilinmeyennumara: Ben seni gördüm. bilinmeyennumara: SOBE!