Luzdelsol ya da Z mi demeyeliyim bilmiyorum, her neyse, gönderdiği şarkıyı tekrara alıp odamı toparladım. Yazdıklarına bir cevabım yoktu, alınacağını düşünmüyordum cevap vermeyişime. Beni çok iyi tanıdığını iddia ediyorsa buna alınmazdı. Kaçmak gibi bir huyum olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordu madem, kaçtığımı anlayabilirdi. Rahatsız ediyordu diyemem rahatsız olmuyorum da diyemiyordum. Bir araftaydım onunla ilgili. Ailem ve Ceren dışında kimse ile iletişim kurmazdım, onlarla kurduğum iletişimde de kendimi pek göstermezdim. Bazen Kerem'e gösterirdim, önceden yani. Ama o da artık beni anlayamıyordu. O pes etmişti ona kendi hayatımı değiştireceğimi gösteremezdim. İçinde yanan ateş sönmüştü çoktan. Bir çaylağın hevesini anlayamazdı, ben bu savaş meydanında tektim. Düşman kimdi bilmiyordum, ama savaştığıma emindim. Annem mi, kendim mi yoksa hayatın kendisi ile miydi mücadelem bilmiyordum. Kerem'in elektrikli süpürgeyi çalıştırdığını duydum. Sınav senem olduğu için bu sene işlerden azat edilmiştim. Evde mutlak bir iş bölümü yapılırdı. Mutfaktaki duvarda aylık çizelgemiz vardı. Annem kontrol manyağıdır demiş miydim? Her şey planlı olmalı, düzeni bozan hiçbir şeyden hoşlanmaz. Bir ayı öncesinde planlar ve duvara yazardı. Ay sonunda duvarı siler yeni planı yazardı. Ev, bizim okullarımız, kendi işleri, aile işlerimiz her şeyin planı önceden yapılırdı.
Çalışma masamı düzeltip odamdaki kitaplığa geçtim. Artık eski defterleri kolilere koyup bu sene alacağım test kitaplarına yer açmam gerekiyordu. Sırayla rafları boşaltmaya başladım. Elime lisenin ilk senesinde tuttuğum günlük geçti. Üstünü örttüğüm yatağıma oturup gelişi güzel bir sayfayı açtım. Martın 17'si. Yüzümü buruşturdum, bu günü unutmak ne mümkündü?
" Herkes öğrendi. O da duydu kantinde. Lavaboda konuşurken duymuş olmalılar. Ceren'den başka kimseye söylememiştim oysa. Öğrendi. Çok üzgünüm. Bir daha asla kimsenin yüzüne bakamayacağım. Herkes benimle dalga geçiyor. O da geçiyor mudur benimle? Evden dışarı çıkmayacağım bir daha. Ceren dedi ki eğer beni ağlatıyorsa beni hak etmiyordur. Boş vermeliymişim. O beni kaybetmiş. Ama ben ona kızmıyorum ki, o beni ağlatmadı ki. O beni kaybedemez ki, benimle hiç olmadı.
Bugün hariç bana baktığını bile hiç görmedim. Kantinden çıktı biliyor musun? Hiçbir şey demedi. Sadece suratıma baktı ve gitti. Ben de babamı arayıp karnım ağrıyor dedim. Karnım ağrımıyor. Kalbim ağrıyor günlük.
Eve geldiğimde Kerem'e anlatmak istedim ama sınava hazırlandığı için vakti olmadığını söyledi. Onunla konuşmayı özledim. O her zaman bir yol bulur. Benimle çok dalga geçtiler. Neden birini seviyorum diye benimle dalga geçiyorlar ki?"
Cuma günüydü, iki günlük haftasonu tatilinin olanları unutturacağını zanneden bir salaktım ben. Kimse bir şeyi unutmamıştı. Yeni bir alay malzemesi çıkana kadar benimle uğraşmışlardı. Zorbalık diyemezdim ama küçümseyen bakışlar vardı üzerimde. Ben kimdim de Emir'i sevebilirdim? Emir'i şu an düşünmek midemi ağzıma getiriyordu. Ona öfkeli değildim ya da ondan nefret etmiyordum. Sadece onu sevmiyordum artık, bana ne kadar aciz olduğumu hatırlatıyordu. Herhangi bir kızgınlık da yoktu içimde. İnsan illa onu seveni sevmek zorunda ya da sevgisi nedeniyle onu teselli etmek zorunda değildi. Bir kitapta okumuştum şöyle diyordu yazar, "Herkes kendi kalbinin hislerinden sorumludur. Bir başkasını kendi kalbin için sorumlu tutamazsın." Ne kendi kalbimden sorumlu tutuyordum Emir'i ne de artık ona ait bir sevgi barındırıyordum içimde. Bitirmeye çalışmıştım ve bu o kadar da zor olmamıştı. Ona dair hislerime kilit vurmuştum. Zaten o zamanlar sevgi diye adlandırdığım bu hissiyata geri çekilip baktığımda ambalajını beğendiğim pakete kendi arzu ettiğim hediyeyi yerleştirmişim gibi duruyordu. Zor olan o ambalajı görmemeyi başarabilmekti benim için. O cafcaflı yaldızlı ambalajın içinden benim istediğim hediye çıkmayacaktı. Belki başkasına bir armağan olabilirdi ama benim için o kutu yalnızca boştu. İki senenin sonunda onu görmemeyi başarmıştım. Hala aynı okuldaydık, sınıflarımız yan yanaydı. Evlerimizin arasında yalnızca bir bina vardı. Ama onu görmüyordum. Bunu başarmıştım. Hoş artık kendim de dahil hiçbir şeyi görmüyordum ben. Bıçak gibi kesilmişti benim için çoğu şey.
Şimdi size bir kızın içine kapanmasının sadece ilgi duyduğu erkeğin onunla ilgilenmemesi oluşu basit bir neden gibi görünebilir. Oysa ben hep içime kapanıktım, hep kendime bir şeylerin eksik olduğunun farkındaydım. Sadece o gün fazlasıyla gün yüzüne çıkmıştı o kadar. Bir şeyler suratınıza tokat gibi vurduğunda, kafanıza dank ettiğinde boşa kulaç attığınızı fark ediyordunuz. Ben de öyle yaptım. Kendi denizimin ortasında durdum. Varamayacağım bir kıyıya yüzmenin de pek bir anlamı yoktu. Hem illa yaşamak için birilerini sevmek ya da birilerinin sizi sevmesi gerekmezdi. En azından iki senenin sonunda vardığım karar buydu. Tabi bıçak gibi kesildi dediğimde hemen ertesi gün sustum oturdum bir daha konuşmadım zannetmeyin. İki yıla yayılan bir şeydi bu. Küs değildim, kızgın değildim. Ama sadece artık bir şeyler parlak gelmiyordu, renkler oldukça pastel duruyordu.
Oysa Emir'e dair hisler içime ilk düştüğünde güneş çok daha parlaktı. Renkler canlıydı, kuşların sesini duyuyordum. Hayır, bunları da söyleyemem. Bu kadar yoğun hiçbir şey yoktu benim hayatımda hiçbir zaman. Sadece o kadar da karanlık değildi, hepsi bu.
Evet, sanırım hepsi gerçekten bu.
Kapım tıklandığında gelenin Kerem olduğunu anladım. Asya hiçbir zaman kapıyı çalmazdı. Müsait olduğumu mırıldandım. Muhtelemen odamı süpürmemi söyleyecekti.
"Madem bugün evdesin, kendi odanı süpürsene."
Kafamı sallayıp süpürgeyi devraldım ondan. Krem tonlarındaki odamı süpürmeye başladım. Çok büyük değildi, sığacağım kadardı. Bir kıyafet dolabı, kitaplık, çalışma masası ve yatak. Her şey krem ve ahşap renklerindeydi. Bana kalsa bunları seçer miydim bilmiyorum. Bu seçimi de annem yapmıştı. Her zamanki gibi. Asya ve Kerem'in odası da benimki gibiydi. Çok zengin değildik ama 3 çocuk okutan bir aileye göre iyi durumdaydık. Her şey bir düzen içindeydi evde. Annem hayatlarımızı da odalarımızı düzenlediği gibi düzenlemek istiyordu. Okul başlamadan yaptığımız konuşmayı hatırlıyordum da, fazlasıyla beklenti içindeydi annem bana karşı. Benden beklediklerinin omzuma ne kadar ağır yükler yüklediğinin farkında mıydı biraz olsun bilmiyorum. Ama bize iyi bir hayat sunduklarını göz ardı edemem. Sanırım bundandı kendi istediklerinin olmasını istemesi. Odamı süpürüp elektrikli süpürgeyi annemlerin banyosunun yanındaki kiler tarzındaki küçük dolaba yerleştirdim. Ütü masası, vileda ve elektrikli süpürge orada duruyordu her zaman. Annem bir şeylerin yerinin değişmesinden veya ortada bırakılmasından hoşlanmazdı, şaşırtıcı öyle değil mi?Odama dönüp sosyal medyada gezinmeye başladım. Arka fonda şarkı söylerken kendilerini videoya çekip paylaştıkları hikayeleri izledim insanların. Anasayfadaki fotoğrafları beğendim bakmadan. Sonra diğer hesabıma geçtim. Asıl gerçek hesabıma. Kimseyi takip etmiyordum. Bu sebeple anasayfada beğeneceğimbir fotoğraf ya da bakacağım bir hikaye de yoktu. Aklıma gelen fikir ile Z'nin hesabına girip takip ettim. Birkaç saniye geçmişti ki mesaj attı.
luzdelsol: Şimdi tüm takipçilerin beni takip edecek.
girasoles: ?
luzdelsol: Kimseyi takip etmiyordun ya bir anda sadece günebakan çiçeklerini paylaşan bir hesabı takip ettin. Merak edip profilime girecekler, bari onlara güzel bir karşılama yapayım.
Anlamadan ekrana baktım, sonrasında kendi gönderisini yolladı.luzdelsol: sevgili günebakan, bana çevir yüzünü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOBE || Yarı Texting
Chick-Litbilinmeyennumara: Bol giydiğin sweatlerin, hırkaların seni gizleyeceğini düşünüyorsan çok yanılıyorsun. bilinmeyennumara: Ben seni gördüm. bilinmeyennumara: SOBE!