*Kaçırılma*
1 Yıl Sonra...
Ellerim ve ayaklarım bir sandalyeye bağlanmıştı. Ağzımda bir bez parçası vardı. Karşımdakiler kimdi, bilmiyordum. Ama Kuzey'in düşmanları olduğu aşikardı. İçimde bir korku vardı geçmek bilmeyen. Bana ne yapacaklarını kestiremiyordum. Eski kapı gıcırdayarak açıldı. Herkesin başı önüne eğildi. Heybeti(!) Bütün odayı dolduruyordu.
"Aferin... Getirmişsiniz kızı!" Bir sandalye çekti ve önüme, sandalyeyi ters çevirerek oturdu. Adamlardan birine bir işaret yaptığında ağzımdan bez çekildi. İçten içe korksam da soğukkanlı görünmeye çalışıyordum. "Evet, küçük hanım..." Evetin e'sini uzatarak söylemişti. "İsminizi alabilir miyim?" Dedi ukala bir tavırla. "Eylül." Dedim zor çıkan sesimle.
Adam 30 yaşlarında, uzun boylu, mavi gözlü biriydi. "Eylül Hanım, Kuzey'le olan ilişkinizin yakın takipçisiyim. Siz hesaplayın... Kaç gün önce evlenme teklifi almıştınız Kuzey'den?" Dedi adam düşünür gibi. "10 gün önce." Dedim. "Nişanınız sanırım 9 Haziran'daydı. Neyse... Sizin ilişkinizin bu kısmıyla ilgilenmiyorum. İlişkiniz ilgi alanım değil." Dedi adam. "Ne istiyorsunuz?" Tükürür gibi söylemiştim. "Kuzey'in canını yakmak istiyorum. Kız kardeşine ulaşamadık. Ama sende en az onun kadar değerlisin." Bana istediklerini yapabilirlerdi, fakat Nil'e dokunmalarına izin veremezdim. "Nil'e dokunmayın." Dedim kendimden emin bir sesle. Kaşları havaya kalktı. "Çok fedakar ve... Cesursunuz hanımefendi." Dedi adam. "Size ilk önce anlatmam gerekenler var." Dedi adam uzun süren bir sessizlikten sonra. Bir süre düşündü. "Kuzey benim ailemi katletti." Katletti? Kuzey? Katletti? Sakin ol Eylül, Kuzey öyle bir şey yapmaz. Sen tanımıyor musun Kuzey'i? Senin canını yakmak için böyle söylüyor. Bütün vücuduma soğuk yayıldı.
"Yüzünüzden anlayacağım kadarıyla beklemiyordunuz. Cık, cık, cık... Bir de 2 seneye yakındır birliktesiniz. Evlendi evleneceksiniz hatta. İnsan hiç müstakbel kocasını tanımaz mı Eylül Hanım?" Dedi adam teessüf eder gibi. "Neyse, konumuz bu değil... Olayları detaylı anlatmak gerekirse, bir gün eve geldiğimde her yer kan içindeydi. Dışarıdaki korumalarım dahil, karım, iki çocuğum ve annem katledilmişti. Babam zaten çok önceden, sizlere ömür... Kan gölüne dönmüştü etraf. Benim iki çocuğum vardı. Biri 5, biri 19 yaşında. İkisi de çok zor olmuştu. Çocuklarımın hayalleri vardı. Büyük olan psikoloji okuyordu. Psikolog olacaktı. Ama rahmetli oldu benim oğlum! Kızım daha minicikti. Ben daha kızıma doyamamıştım. Ama müstakbel kocanız onları öldürdü. Ne için?! İki kuruşluk senetler için! Karım... Ben karım için ailemi karşıma almış insanım. Ben deliler gibi aşıktım ona be! Çok gençti karım." Anlatırken gözleri dolmuştu. Kuzey gerçekten yapmış mıydı bunları? Küçücük çocuklara kıymış mıydı?
"Karımı da öldürdü. Annem... Annem o benim. Beni doğuran kadın... Onu da öldürmüştü!" Dedi adam nefretle. Ayağa kalkarak sandalyeyi bir tarafa attı. "Evet, Eylül Hanım. Şimdi sıra sizde. Kuzey'e giden tek yol sizsiniz. Onun canını yakmam gerek. Kusura bakmazsınız artık." Korumalara bir işaret yaptı ve çıkıp gitti eski sabun fabrikasından. Korumalar ayağıma ve ellerime bağlı ipleri çözdü ve birisi kolumdan sertçe tutarak ayağa kaldırdı. Ardından boynumda duran bezi de çıkardılar. Birisinin saçıma yapışmasıyla ne olduğunu şaşırmıştım. Canımın acısıyla gözlerim doldu. Yüzüme sert bir tokat indi. Dudaklarımda bir ıslaklık hissettim. Sonra bir tokat daha... Saçım bırakılıp hızla çekildi sonra. Hareket edemiyordum. Çünkü iki kişi kollarımdan tutuyordu. Birisi karnıma tekme attığında ağzımdan acı bir dinleme döküldü. Bir tokat daha attılar. Acı içinde çırpındım. Birkaç defa tekrarladılar yaptıklarını. Ardından korumalar bedenimi yere fırlattılar. Gözlerimden yaşlar çoktan akmaya başlamıştı bile. Sırtıma bir tekme attılar. Boş fabrikada acı dolu inlemem yankılandı. "Yapmayın!" Dedim ağlarken. Bir tekmede karnıma yemiştim. Bir süre sonra bıraktılar dövmeyi. Yerde iki büklüm kalmıştım. Saçımdan tutup ayağa kaldırdı adamlardan birisi.
Her yerim ağrıyordu. Acı bir inleme döküldü yüzüme inen sert tokatla. "Tamam!" Dedi korumalardan biri. Halime acımış mıydı? Dışarıdan nasıl gözüküyordum? "Bırakın bir kenara. Zaten bu halde kaçamaz, bağlamanıza gerek yok." Dedi yine aynı adam. Allah razı olsun ya! Bedenimi bir kumaş parçası gibi kenara fırlattılar.
Ağrıdan kıvranıyordum. Daha çok ağlamaya başladım karnıma giren ağrıyla. Gelecek astım krizine hazırladım kendimi. "Astımım... Astım krizine gireceğim galiba." Dedim zor çıkan sesimle. Tahmin ettiğim gibi oldu. Nefeslerim daralırken öksürüklerim artmıştı. O konuşan adam yanıma geldi ve ceketinin cebinden astım ilacımı çıkartıp ağzıma tuttu. Ciğerlerime derin bir nefes çektim. Nefeslerim düzene girdiğinde adam eski yerine geri döndü. Herifler sırtıma bile tekme atmışlardı.*
Akşama doğru ellerimi ve ayaklarımı tekrar bağlamışlardı. Acıdan her yerim sızlıyordu. Üstümdeki kotun dizleri parçalanmıştı. Eski fabrikayı bir an da brokoli kokusu sardı. Midem bulanmıştı. Brokoliden nefret ederdim. Elinde brokoli dolu tabakla birisi yaklaştı. Bu konuşan adam değildi ama. Hatta o yoktu.
Adam bir sandalye çekti ve sol bacağını sağ bacağının üstüne attı oturunca. Çatalı bir brokoliye batırdı ve bana uzattı. "İstemiyorum!" Diye çığlık attım boş fabrikada. Adam gözleriyle başkasına işaret etti. İşaret ettiği kişi hızla yanıma geldi ve çenemi sıktı. Sıkılan çenemle ağzım açılmıştı. Ağzıma bir brokoli tıkıştırıldı. Elini çenemin altından bastırdı bu sefer. "Çiğne." Dedi karşımda oturan adam. Ağzımı açıp tüküremediğim için çiğnemek zorunda kalmıştım. "Yut." Diye emretti. Zorlukla yutkundum. Midem çok fena bulanıyordu. Her an birinin üstüne kusabilirdim. Başımda dikilen adam tekrar çenemi sıkınca ağzım tekrar açıldı. Bir brokoli daha tıkıştırıldı ağzıma. Yine çenemin altına bastırdı. Çiğneyip yuttum zorlukla. Bastıramadığım bulantım galip gelince başım öne doğru eğildi. Adamın üstüne kusmuştum! Adam hızla ayağa kalktı. Sinirle geldiği yere geri döndü. "Su verir misiniz?" Diye sordum şaşkınlıkla bana bakan adama. Adam bir şişe suyu bana uzattı. Bir şişeye bir adama baktım.
"Nasıl içeceğim ben bunu? Allah tarafından bir mucize mi bekliyoruz?" Dedim.
Adam derin bir nefes alarak suyun kapağını açıp içirdi. Üzerine kustuğum adam temiz kıyafetlerle geri gelmişti. Temiz olan sandalyeye oturdu. "Biraz konuşalım seninle. Yalnız hissedersin sonra falan..." Yüzüme alaycı ama samimiyetten çok uzak bir gülümseme kondurdum. "Siz varken yalnız hissetmek mümkün mü?" Ardından ekledim, "Kimsiniz siz yavşaklar!?" Çemkirerek söylemiştim. "Yavşak falan ayıp oluyor ama. Cemal'in adamlarıyız biz. Sana iyi bakmamızı söyledi." Dedi ve yüzüne alaycı ama samimiyetten çok uzak bir gülümseme kondurdu.
"Çokta iyi baktık." Dedi. "Beni ne zaman bırakacaksınız?" Dedim.
"Valla sen ilk önce uslu bir kız olmaya çalış. Ona göre bakacağız. Ama abim, bırakmayalım, derse bilemem. Artık Kuzey'in seni kurtarmasını beklersin... Pardon, Kuzey burada kahraman değildi, di mi? Unutmuşum, o bir caniydi bu hikayede." Dedi adam alayla. Sinirle soludum. "Size inanmıyorum! Kuzey öyle birisi değil. Yapmaz!" Dedim hırs ve öfkeyle. Adam omuzlarını kaldırıp indirdi. "Sen neye istersen ona inan. Ama gerçekler elbet gün yüzüne çıkar küçük hanımefendi. Muhtemelen Kuzey'in gerçek yüzünü gördüğünüzde iş işten çoktan geçmiş olacaktır." Adam sandalyeden kalktı ve fabrikanın dışına çıktı.
Selamm! Nasılsınız? Sanırım yavaş yavaş sonlara yaklaşıyoruz. Zaman atlamasından sonra böyle bir şey beklemiyordunuz muhtemelen. Ama akışın bir parçası.
Eylül'e, yazarken bende çok üzüldüm. Ama Kuzey onların cezasını verir. Muhtemel sonları da ölüm olur.
Bölümü okuyup oy verene şeker var, öpüldünüz canımın içleri <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yine Mi Sen? (TAMAMLANDI!)
RomanceBir adam vardı. Birçok şey yaşamış ama kazandığı tek şey hayata karşı nefreti olan bir adam. Kahve gözlerin sahibi kadınını gördü o zaman. Bütün nefretini unutuverdi bir anda. Herkesin korkarak baktığı adamın içi yumuşadı bir anda. Bir kadın vardı...