Oylarınız ve yorumlarınız bana iyi gelecek yaralarımı saracak❤ Keyifli okumalar!
🎼 Selena Gomez- The heart wants what it wants
...................
4 gün sonra
Tahammül sınırlarımı zorlamamak için diğer dersi beklemek için kafetaryaya gidiyordum. Begüm'ün alaylı bakışlarını daha fazla çekemezdim. Sabah amfiye yetişmeye çalıştığım sırada bir kız öğrenci yanlışlıkla kahveyi beyaz pantolonumun üzerine dökmüştü. Defalarca ıslak mendille üzerinden geçsem de bir etki etmemişti. Aksine lekeyi daha da yayarak beter hâle getirmişti. Begüm gördüğünden beri "bok lekesine" benziyor diyerek suyunu çıkartana kadar dalga geçmişti. Şu yola çıktığım arkadaşlarıma bakın?!
Kafam karışık olduğu için kafteryaya gitmek yerine edebiyat fakültesinin olduğu kata gelmişim. Bu fakültenin olduğu kat, bizimkinin aksine oldukça ışıklı ve rengarenk bir yerdi. Duvarda bir kaç renkli resim çizilmişdi. Resimlerin birinde saçlarını topuz yapmış,üzerinde beyaz bir elbise olan kadın yere oturmuş ve elinde bir fotoğraf karesi tutuyordu. Fotoğraf karesinde oraya haps olmaktan kurtulan kargalar çizilmişdi.
Diğer resim dikkatimi daha çok çekti. Resimde siyah ve mavi renklerler daha baskındı. Karanlık bir odanın içinde olan arkası dönük, kıvırcık saçlı erkek çocuğu bir sandalyeye oturmuş küçük pencereden masmavi denizi izliyordu. Odada o küçük pencereden başka bir şey yoktu ve pencerenin açık küçük kısmından içeriye küçük ışık sızıyordu. Bu küçük ışık sızıntısı sandalyenin sağındakı bir deniz kabuğu ve bir deniz yıldızını aydınlatıyordu. Resmin altında bir yazı vardı "Ne istediğimi kendim de bilmiyordum; hayattan korkuyordum, kaçıp uzaklaşmak istiyordum ama gene de hayattan bir şeyler bekliyordum." L.Tolstoy
İlerlemeye başladığımda bu sefer duvarlarda bir sürü şaire, yazara ait dizelerle karşılaştım. İlk dize Cemal Süreya'ya aitti: "Sen; aklım ve kalbim arasında kalan en güzel çaresizliğimsin."
Kafamı göğe kaldırdım tahammülsüz şekilde "Bunlar evrenin bana oyunu falan mı?" Huysuzca kafamı iki yana salladım. Ben kaçmaya çalıştıkca gerçekleri de beraberimde sürüklüyordum.
Fakülteyi terk etmek için hızlı şekilde ilerliyordum. Uzun bir kooridordu ve addımbaşı duvarlara cümleler hapsedilmişti. İstemsizce dikkatimi çeken cümle L.Tolstoy'a aitti "Aşk adında ne bir kadın gördüm, ne de bir erkek bu korku neden?"
Sinir tahammül seviyem zorlanmaya başlayınca yanaklarımı şişirdim "Begüm, bu yazıları buraya sen mi yazdın?!" Kendime hakim olamadığım için yüksek sesle bağırmıştım. Siyah saçlı, uzun boylu, esmer bir kız sanki karşısında deli varmış gibi bakışlar atarak yanımdan geçip gitti.
Evrenin bu oyununa gelmeyerek duvarları görmemek için kafamı aşağı eğerek yürümeye başlamışdım ki yürüdüğüm yerin sağında bir birini takip eden renkli adımların çizildiğin gördüm. Onları takip ederek ilerlemeye başladım. Yok canım!
Zemine hapsedilen cümleye iki elimi belime koymuş sinirden gülerek tepki vermeye başladım. Yerde koca altın harflerle "Binlerce kilometrelik bir yolculuk ilk adımın atılmasıyla başlar." Lao Tzu yazıyordu.
"Kamera nerede?! Kamera şakası falan mı bu?!" diye söylenerek etrafımda dönmeye başladığım sırada sarışın bir kız öğrenci garip bakışlarla beni süzüyordu. Kaşlarımı çatarak sinirli bakışlarımı onda sabitledim. Sorarcasına baktığımda kafasını ağır ağır iki yana sallayarak yoluna devam etti. Millet artık Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesine gitmen gerektiğini düşünüyor, Dilay. Farkındayım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
17 Aralık (Final)
RomanceBoğazını temizlerken gözlerim tekrar gözlerine tırmandı "Deniz feneri biliyorsun ki karanlıkta gemilere yol gösteriyor." Gözlerim dolarken kafamı salladım. Derinden nefes alırken gülümsedi "Benim için sen deniz fenerini temsil ediyorsun. Gülüşünle...