Siyah lüks bir arabanın önünde duruyordum. Hareketlenmek için bizi bekleyen iki araba daha vardı. Eve son bir bakış atarken vakit kaybetmeden kapıyı açıp kendimi ön koltuğa attım. Yanımdaki şöför koltuğuna da Ilgaz oturunca arabayı çalıştırmak yerine beklediğini farkettim. Gözlerimi kısarak baktığım zaman arka koltuğa bedenini hafifçe döndürdü. Aldığını kucağıma aniden bırakınca, benim çantam olduğuna emin oldum. Dün arabadan inerken içeride bırakmıştım. Üstelik telefonum da içerisindeydi. Ben telefonumun varlığını nasıl şimdi hatırlarım?! Hızlı şekilde çantamda telefonumu aramaya başladım. Herkes deli gibi merak edip mesaj yağmuruna tutmuştur kesin.
Telefonumu bulamayınca hiddetli şekilde ona döndüm "Telefonumu aldın değil mi?" Ağır ağır kafasını sallarken onu boğmamak için kendimi zor tutuyordum. Öfkelenen yüzümü kısa süre inceleyip ince ceketinin cebine elini attı. Kısa sürede telefonum avuçlarındaydı. Bir çırpıda elinden kaptım.
"Merak etme annen ve babana gereken cevapları verdim,seni merak etmezler. Zaten yurt dışındaymışlar mesajdan anladığım kadarıyla." Göz bebeklerim kızgınlıkla büyüdü.
"Mesajlarımı mı okudun,pislik?!"
Omuzlarını kaldırıp indirdi "Doğru cevap vermem için okumam lazımdı." Rahat tavrı sinirlerimi bozuyordu. Kafamı iki yana salladım onaylamayarak. Dudaklarını tekrar araladı "O saçma gruptan binlerce mesaj gelmiş ve seni bir çok kez etiketlemişler. Onlara bakmadım. Güzel sarışın arkadaşına ise evde olduğunu ve uyuyacağını yazdım." Çarpık şekilde gülümsedi "Bana teşekkür etmelisin bence. Hadi teşekkür et." Ağzına tokat atmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Çevremi meraklandırmaman beni kaçırdığın gerçeğini değiştirmiyor. Seni polise vermediğime dua et."
Arabayı çalıştırarak çıkış kapısına doğru hareket etmeye başladı "Çünkü kendinde biliyorsun, bir işe yaramayacağını. O arabaya kendi rızanla bindin. Hiç bir güvenlik kamerası seni kaçırdığımı kanıtlayamaz." Boşa nefes tükettiğimi düşünerek kafamı cama doğru çevirdim.
Araba asfalt yolda kayarken içeride büyük bir sessizlik hakimdi. Camı açtığım zaman ılık bir rüzgar esti saçlarımı hafif savuran. Yolun her iki tarafı yeni çiçek açmaya başlayan ağaçlar ile doluydu. İlk baharın geldiğini içime çektiğim derin solukla iliklerime kadar hissettim. Kulağıma kuşların aralıklı sesleri dolunca içim huzurla kaplanıyordu.
Gözlerim camdan dışarıya takılıyken arabanın içerisine tanıdık şarkı sesi yayıldı. Ağır bir parça göğsümün üzerine çöktü. Can Ozan "Toprak yağmura" Kanım damarlarımda donmuş hareket etmiyordu sanki. "Puloviofil; Yağmuru seven ve yağmurlu günlerde huzur ve neşe dolan insanlara takılan isimdir.Sen de yağmuru izlerken fazla huzurlu göründüğün için aklıma o kelime geldi." Sesler kulağımda çınlıyordu. Kafamda anılardan oluşan bir kaset dönmeye başladı sanki. Sürekli geriye sarıyordu. "Buna sebep olan ben miyim? Çok hızlı atıyor." Bir damla yaş süzülürken gözümden elimin tersiyle sildim. Anılar üzerime çökerken nefes borum tıkanıyordu. "Her küçük şeyden mutlu olmak akıl kârı değil. Bir şarkı bile mutluluğu her hücrene işleye biliyor.Çünkü bunun böyle olduğunu her hareketinle belli ediyorsun." Dudaklarım titrerken bir birine sıktım. "Yattın mı o adamla?" Acı tatlıyı yuttu. Göz kapaklarım kederimi saklamak ister gibi kapandılar.
"İyi misin?"
Çenem titrerken kızaran gözlerimle ona döndüm "Kapat şunu!" Tavrım onu bozguna uğratsa da kısa sürdü. Alayla gülümsedi tekrar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
17 Aralık (Final)
RomanceBoğazını temizlerken gözlerim tekrar gözlerine tırmandı "Deniz feneri biliyorsun ki karanlıkta gemilere yol gösteriyor." Gözlerim dolarken kafamı salladım. Derinden nefes alırken gülümsedi "Benim için sen deniz fenerini temsil ediyorsun. Gülüşünle...