Karşımdaki adama öfkeli gözlerle baktım.. Şu an görmek istediğim son insan, öz babam fakat belki de hayatım boyunca baba kelimesiyle hitap etmeyeceğim, yıkıntılarının altında yıllarca beni bırakan adam...
"Yazgı, sadece konuşmak istiyorum," dedi yüz ifademden uzaklaşacağımı anlamış olmalıydı ki bir adım bana doğru attı.
"Sadece on dakika, lütfen," dedi. Sanki söyleyeceği önemli şeyler var gibiydi. Bu şekilde kılık değiştirerek gelmesi ve yakınlarda hiç adamının olmaması dikkatimi çekmişti.
"Peki," dedim ve kendimden emin görünmeye çalışarak birkaç metre ötedeki masaya geçtim.
"Dinliyorum, acele et, yalnızca on dakikan var," dedim ve arkama yaslanarak genlerini taşıdığım adamın yüzünü süzdüm.
Her ne kadar genç ve çevik bir yapısı olsa da yüzü yaşanmışlıkları belli edercesine kırışmaya başlamıştı. Bir kez bile bana sevgiyle uzanmayan ellerini masanın üzerinde kavuşturdu.
"Aslında yukarı yanına gelecektim, Yavuz'u görmek için ama dayın sorun çıkartmasın diye seni izledim. Aramızdaki sorunları," dedi ve ufak bir nefes aldı.
"Şu an zamanı değil biliyorum ama beni dinlemelisin. Annenle bize haksızlık etme," dedi ve tepkimi anlamak için yüzüme baktı.
"Bak," dedim ilk defa ona karşı bu kadar soğuk ve öfkemi kontrol altına almaya çalışarak.
"Gerçekten umurumda olduğunuzu düşünmenizi istemem. Geçmişe dair size kırgınlıklarım ve kızgınlıklarım var. Haksızlık etmek istemem tabii. Eğer sen, sahipsiz geçen çocukluğumu bana getirebilirsen. O adamın bende yaşattığı her acının izini silebilirsen," derin bir nefes aldım.
"Hayatımda ne seni ne de annemi istemiyorum. Benden uzak durun," dedim ve oturduğum yerden kalktım.
Beni hayata bağlayan, gözlerinin rengini özlediğim adama doğru attım adımlarımı.
Babama arkamı döndükten sonra beni durdurmaya çalışacağını en azından sesleneceğini düşünmüştüm fakat o sessiz kalmış, uzaklaşmama engel olmamıştı.
Gerçekten şu an tüm odağım Yavuz harici her şeye kapalıydı, tek isteğim onunla göz göze gelmek, kokusunu içime derin derin çekmekti. Tüm hücrelerimle onu özlemiştim.
Elimden gelse uçarak onun yanına doğru yol alırdım fakat günlerdir besin almayan ve dinlenmeyen bedenim takatsiz kalmış, en fazla sendelemeden yürümeyi başararak Yavuz'un bulunduğu kata geldim.
Dakikalar önce bıraktığım gibiydi her şey, Yavuz'a dair yeni bir gelişme olması için Selim'e baktım fakat o rahat bir gülümsemeyle sakin ol der gibi baktı yüzüme, baştan aşağı gerginlikten ibarettim.
"İstersen sen eve git, üzerini değiştir dinlen biraz," dedi Selim bana hitaben.
Başımı olumsuz anlamda salladım ve hastane koridorunda saatlerdir oturduğum köşeye oturdum.
Selim beni gönderemeyeceğini anlayınca ben ve kendisi hariç herkesi eve geri yollamayı başardı. Ardından muzaffer bir gülümsemeyle yanıma oturdu.
"Şu sinir küpü uyansa da biraz uğraşsam onunla," dedi sesi özlem doluydu.
Bende aynı durumda olduğumdan dolan gözlerimi saklamaya çalışarak başımı eğdim.
İkimizin arasında ne konuşmamız gerektiğini bilmememizden kaynaklı oluşan kısa sessizlik anında önümüzden hızlı adımlarla geçen hemşire kalbimi dehşete düşürecek bir şekilde Yavuz'un odasına doğru ilerliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mürekkebi
Tiểu Thuyết Chung"Ona benzemiyorum," dedim dişlerimin arasından. Beni bu denli sinirlendireceğini düşünmediğinden yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkın bir ifade almıştı. "Ona benzemiyorum," dedim inatla, gözlerim dolu bir şekilde. Ardından da öfkeyle gözlerimi yumd...