Evin içine girdiğimizde bana hiç aşina olmayan bir çift yaşlı yüz bize bakıyordu.
Yaşlı çiftin gözleri önce Yavuz'un arkasına saklanmış yavru bir kedi gibi duran bana ardından da Yavuz'un gergin ellerinde ki silaha çevrilmişti.
Yavuz'un bedeni rahatça gevşerken sakince silahını beline yerleştirdi.
"Hoşgeldiniz," Dedi Yavuz, ona göre anormal bir sıcaklık ve saygıyla. Ardından önce altmışlı yaşlarındaki adamın elini öptü, sonra da yanında karısı olduğunu varsaydığım kadının.
Ne yapacağımı bilemez bir şekilde hafifçe gülümsedim ve küçük bir baş selamıyla onları selamlayıp, tekli koltuklardan birine oturdum.
Yaşadığım gerilimden dolayı bacaklarım uyuşmuş, kalbim saatlerdir koşuyormuşçasına hızlı atmaya başlamıştı.
Bedenimi hizaya sokabilmek için nefeslerimi düzene koymaya çalıştım.
Yavuz yaşlı çift ile olan selamlaşma faslını bitirmiş, yanımdaki tekli koltuğa koca gövdesini inanılması güç bir zariflikle bırakmıştı.
"Selim ile Aslı nerede?" Diye sordu Sesindeki saygı hala hissedilir bir tondaydı.
"Dışarıya çıktılar, çocukların eksikleri varmış," Dedi yaşlı adam yılların verdiği yorgunluk sesine sinmişti.
"Telefonunu açmadı," Dedi Yavuz da bu sefer sesindeki saygı yok olmuş, yerini büyük bir öfkeye bırakmıştı.
"Gitmeden önce telefonu odasına bıraktığını, geldiğinde senin onu öldüreceğini söylüyordu gülerek, deli çocuk," Dedi bu sefer yaşlı teyze konuşmuş, sesindeki cıvıltılı ton benim bile içimi ısıtmıştı. Onun bu haline hafifçe gülümsedim.
"Öldürmekten beter edeceğim," Dedi Yavuz da hala aynı katı öfkesiyle.
"Oğlum, seni bu kadar sinirlendirecek ne yaptı yine bu haylaz adam," Dedi yaşlı adam bu sefer onunda sesinde belirgin bir keyif vardı.
Yavuz'un bu soruya nasıl cevap vereceğini merak ederken dış kapı açıldı ve içeriye çocukların sesi yayıldı. Birkaç saniye sonra Özgür ve Ömür koşarak içeriye girdiler ve yaşlı adam ile eşinin kucağına atladılar. Gülümseyerek onları izliyordum ki Yavuz'un öfke ile ayağa kalkmak için hamlede bulunduğunu göz ucuyla gördüm ve refleksi bir şekilde ellerim koluna uzandı ve sıkıca kavradım.
Öfkeli bakışlarını içeriye giren Selim'den bana çevirdiğinde bir an ne diyeceğimi şaşırdım.
"Çocuklar var," dedim fısıltıyla. Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş, ellerim hala onun kolunu sıkıca kavrıyorken, tüm dünya arkamızda kalmıştı sanki. Herkesin bize baktığını hissediyor fakat kendimi Yavuz'a bakmaktan, ellerimi kollarını tutmaktan alıkoyamıyordum.
Aramızdaki bu anı ikimizden birinin sonlandırmaya niyeti kesinlikle yoktu.
Tabi Selim'in sesi aramıza giripte Yavuz'un öfkesini tekrar gün yüzüne çıkartana kadar.
Yavuz'un bakışları benden Selim'e çevrildiğinde kolunu bir tık daha sıktım.
Neyse ki Yavuz öfkesine hakim olmayı başarmıştı da, arkasına tekrar yaslanıp, Selim'e öldürücü bakışlar atmakla yetinmişti sadece.
Selim keyifli bir şekilde Yavuz'un biraz ilerisindeki ikili koltuğa bıraktı kendini. İğneleyici bakışları Yavuz ile benim üzerimde dolaşıyor, bir şeyler söylemek istediği belli oluyordu.
Aslı ise yorgun bir şekilde ilerledi ve yaşlı adam ile kadının arasına oturdu.
O an bakışlarımı Selim'den çektim ve Aslı'nın arasına oturduğu çifte baktım.
Bu yaşlı çiftin onun anne babası olduğu kafama dank ettiğinde, bunu bu kadar geç fark ettiğim için kendime kızdım.
Aslı'ya hafifçe gülümsedim, o da benim gülümsememi büyük bir gülümsemeyle yanıtlamıştı.
Annesinin omuzuna başını yaslayıp hafifçe koltukta arkasına yaslandığında elimde olmadan bakışlarımı kaçırdım.
Gözlerim boş bir şekilde yerde gezindiğinde artık odama çıkıp günlerce süren bir uykuya dalma isteğiyle doldum.
"Ee gençlik akşamınız nasıldı?" Diye sordu sesinde Yavuz ile benim anladığımız o imasıyla. Diğerleri şaşkınca bize bakıyordu.
Yavuz öfkeyle yerinde kıpırdandığında elimin hala koluna sarılı olduğunu fark ettim ve yanaklarımın kızarmasına engel olmaya çalışarak elimi yavaşça kolundan çektim.
Ellimi kolundan çekmem ile parmaklarım alıştığı o sıcaklığa geri dönmek için büyük bir istek ile çırpınmaya başlamıştı.
Dikkatimi Yavuz'un varlığından sanki mümkünmüş gibi uzaklaştırmaya çalıştım.
"Senin akşamın nasıldı Selim," diye sordum. Sesim tekdüze çıksa da yüzümdeki tebessüm ve gözlerimdeki imayı anlayarak huzursuzca yerinde kıpırdandı ben yüzündeki gülümsemenin kaybolmasını beklerken kocaman bir kahkaha patlattı.
"İyiydi," Dedi kahkahasının arasından kesik kesik.
Bir dakikaya yakın bir süre katıla katıla gülmüş, yüzü gülmekten kıpkırmızı olmuştu.
Hepimiz şaşkınca onu izlerken Yavuz nihayet dakikalardır tuttuğu öfkesinin sesine yansımasına hakim olamayarak konuştu.
"Bu kadar gülünecek ne var?" Diye sordu öfkeyle. Selim bu sefer kahkaha atmayı bıraksa da hala gülümsüyordu.
"Hiç," Dedi Selim'de gülümsemesini hiç bozmayarak.
"Konuşmamız gerek," Dedi Yavuz ciddiyetle. Hala öfkeli olsa da öfkesinden daha önemli şeyler olduğunu fark etmiş olacaktı ki, ses tonundan ciddi olduğu anlaşılıyordu.
Bu ciddiyeti Selim de fark etmiş olacak ki gülümsemesi hafifçe soldu.
"Dinliyorum," Dedi o da ciddi bir ifadeye bürünerek.
Çocuklar televizyon izlemeye daldıklarından, burada konuşmakta bir sakınca görmemiş olacaktı ki derin bir nefes aldı.
"Timur başkasına çalışıyormuş," dedi tok bir sesle.
"Kime?" Diye sordu Selim'de hemen merakla.
"Bilmiyorum."
"Ama bulacağım," Dedi Yavuz da kendinden emin bir şekilde.
Yavuz'un sözlerinden sonra ortama soğuk bir sessizlik yayılmıştı ki Selim'in çalan telefonu sessizliği bölüp geçti.
Çalan telefonunu açmak için elini ceketinin iç cebine götürdü ve kısa süren bir aramanın ardından telefonu buldu.
"Nazlı arıyor," Dedi ardından da telefonu bana uzattı.
Elimde olmadan yüzüme kocaman bir gülümseme yayılmış, içim onun özlemiyle dolmuştu.
Telefonu hemen açtım.
"Alo," dedim gülümseyerek, bir yandan da yerimden kalkmış, camın önüne doğru ilerlemiştim.
"Yazgı," Diye cıyakladı neşeyle.
"Nazlı," dedim bende onu taklit ederek fakat ben onun aksine daha kısık sesle konuşmuştum.
"Nerdesin ya," Dedi mızıldayarak.
"Seni çok özledim."
"Bende seni özledim," dedim burukça. Bugün olanlardan bahsedip onu telaşlandırmak istemediğim için birkaç saniye sessiz kaldım.
"Nasıl gidiyor?" diye sordum
"Aynı, sıkıcı. Orhan amca da seni soruyor, artık telaşlanmaya başlıyoruz Yazgı, ne Zaman döneceksin?" Diye sordu. Kaşlarını çatmış olduğunu göremesemde biliyordum.
"Kaşlarını çatma, kırışıklık olur yoksa anlında," dedim gülerek.
Benim gibi onunda gülümsediğini biliyordum. Hafif bir nefes aldım ve sorusunu yanıtladım.
"Ne zaman döneceğimi inan bilmiyorum Nazlı. Ama iyiyim inan, rahatım burada. Tatil yapıyorum, dağ havası var çok güzel," dedim inandırıcı olmaya çalışarak.
Gerçi dağ havası olduğu kısım zaten doğruydu.
Sözlerim üzerine Nazlı derin bir nefes aldı.
"Öyle diyorsan şimdilik inanıyorum sana. Ama bana haber ver ve artık dön ne olurrr," Dedi son heceyi uzatarak.
"Peki," dedim gülerek. Ardından aramızda kısa bir sessizlik oldu.
"Ha Yazgı," Dedi bir şey hatırlamış gibi.
"Bugün bir saat önce sana bir kargo geldi. Açmadım. Açayım mı," diye sordu tereddütle.
"Ne kargosu?" Diye sordum bende şaşkınlıkla.
"Bilmiyorum, orta boy bir kutu. Hafif ama."
"Allah Allah, aç bir bakalım," dedim merakla ve gerginlikle.
Nazlı telefonu bir kenara bırakıp paketi açmaya koyulmuştu ki uzun saniyeler boyunca telefonun diğer tarafından paket hışırtısı geliyordu.
En nihayetinde paketi yırtıp kutuya ulaştığında telefonu tekrar eline aldı ve konuşma başladı.
"Kutunun dışındaki paketi yırttım. Şimdi kutuyu açıyorum."
Hiçbir tepki vermeden kutunun içini açmasını bekledim.
"Yazgı," Dedi gergince.
"Aylar önce çöpe attığın bir tulum vardı ya," Dedi Nazlı sesi öylesine gergin çıkıyordu ki, midem alt üst oldu.
"O var, altında da bir zarf var."
Ne yapacağımı bilemez bir şekilde sakince sustum.
"Tamam Nazlı, önemli bir şey değil kimin yolladığını biliyorum ben," dedim onun gerginliğini önlemek Amacıyla.
"Şimdi sen aynı şekilde kutuyu kapat birazdan biri gelecek kutuyu bana getirecek."
"Yazgı," Dedi itiraz etmek amacıyla.
"Gerçekten önemli bir şey değil, dediğimi yap lütfen," dedim inandırıcı olmaya çabalayarak.
"Peki," Dedi ve homurdanarak kutuyu kapattı.
"Çok öpüyorum seni, birkaç dakika içinde biri gelip alacak kutuyu tamam mı, dikkat et kendine," dedim ve başka bir şey demesine fırsat kalmadan telefonu kapattım.
Büyük adımlarla arkamı dönüp Yavuz'a doğru yürüdüm.
"Turgut'u arar mısın? Kafeye girsin ve Nazlı da bir kutu var onu alıp buraya getirsin. "
Yavuz önce neler oluyor dercesine bana bakmış, ardından itiraz etmeden dediğimi yapmıştı.
Turgut ile konuşup telefonu kapattıktan sonra yanına yavaşça oturdum.
"Ne oldu? Rengin bembeyaz olmuş," dedi Selim.
Bomboş bir şekilde yüzüne baktım ve hafif bir nefes alarak konuşmaya başladım.
"Birkaç ay önce," dedim sakince.
"Nazlı ile alışverişe çıkmıştık. Bir mağazada tulum görmüştüm fakat çok pahalı olduğu için alamamıştım. Aynı günün akşamı tulum kafeye kargo ile gelmişti. İçinde de şu an yazılan notu unuttuğum bir kağıt vardı," dedim sakince.
"Evet," Dedi Selim de herkes merakla beni süzüyor. Hikayenin devamını bekliyordu.
"Kimin gönderdiğini bilmediğim için çöpe atmıştım kutuyu," dedim ve bekledim.
"Bir saat önce tekrar yollamışlar. İçinde yine bir not yazıyormuş," dedim sakince ve arkama yaslandım.
Bedenim gerginlikten buz kesmişti.
"Ne yazıyormuş?" Diye sordu bu sefer Yavuz.
"Bilmiyorum, kötü bir şeydir diye Nazlı'ya zarfı açtırmadım," dedim yorgunlukla ve gözlerimi kapadım.
"Bu iş iyice sarpa sarıyor," Dedi Selim.
Ardından çok uzun süren bir sessizlik oldu.
"Turgut'un buraya gelmesi ne kadar sürer," diye sordum sessizliği dağıtmak amacıyla.
"Yarım saatten biraz uzun."
"Peki kafeyi gözleyen koruma var mı şu an," dedim telaşla.
Kafeye ilk gelen kargoyu o zaman önemsemediğim için kendime İçimden küfrettim.
"Merak etme Yazgı. O kargoyu her kim yolluyorsa kafedekilere bir şey yapmak isteseydi çoktan yapardı," Dedi Yavuz düşünceli olmasına karşın sert çıkan sesiyle.
Ardından sakince Turgut'un kutuyu getirmesini beklemeye koyulmuştuk.
Turgut gelene kadar olan süre boyunca, Aslı çocukları yatırmış. Selim de çocuklar uyuyana kadar onlarla ilgilenmek için yanımızdan ayrılmıştı.
Odanın içinde Aslı'nın anne babası, Yavuz ve ben kalmıştık.
Teyze sessizlikten sıkılmış olacaktı ki neşesinden hiçbir şey kaybetmeyerek konuşmaya başlamıştı.
"Kaç yaşındasın kızım?" Diye sordu çok güleç yüzlü bir kadındı, her ne kadar tebessüm etmeye isteğim olmasa da hafifçe gülümsedim.
"25 yaşındayım efendim," dedim saygıyla.
"Behçet beyin meşhur yeğeni sensin demek ki," Dedi bu sefer yaşlı adam.
"Evet öyle diyorlar," dedim umursamazca.
"Sahi oğlum, Behçet bey nerelerde?" Diye sordu yaşlı adam bu kez Yavuz'a yönelik.
"Yurt dışına çıkması gerekiyordu, birkaç güne dönecek," Dedi Yavuz da kısaca.
Bugün olan olayları veya başıma gelebilmesi muhtemel tehlikeleri bilmiyor olmalıydılar ki, yaşlı çift gayet rahat görünüyordu.
"Size ayıp olmazsa biz de uyuyalım artık, malum yol yorgunuyuz," Dedi yaşlı adam ve eşiyle beraber yanımızdan uzaklaştı.
Herkes gittikten sonra gözlerimi kapadım ve koltuğa iyice yaslanarak yok olmayı diledim.
Yavuz'un da benim gibi düşünceli olduğunu biliyordum.
Birkaç dakika daha sessizlik içinde akıp giderken kapının çalmasıyla Yavuz zarifçe ayağa kalkıp kapıyı açmak için giderken bende ne yapacağımı bilemez bir şekilde ayağa kalktım ve içeriye gelmelerini bekledim.
Turgut elinde orta büyüklükte bir kutu, arkasında Yavuz ile içeriye girdiğinde gerginlikten ellerim titriyordu.
Turgut elindeki kutuyu ortadaki siyah sehpanın üzerine koyduğunda daha fazla vakit kaybetmemek adına hızlıca kutuyu açtım. Önce hiç bozulmamış bir şekilde duran siyah tulum dikkatimi çekmiş, ardından yanındaki küçük zarfa takılmıştı bakışlarım.
Titrek ellerimle zarfı kavrayıp açarken Yavuz'un dikkatli bakışlarını üzerimde hissediyordum. Zarfı sertçe yırtıp açtım ve içindeki küçük not kağıdını kavradım.
"Bu gece o basit yerde Yavuz ile beraber yediğin yemekten çok daha kaliteli bir yerde seninle olabilirdik.. Bu kıyafeti üzerinde göreceğim günler çok yakın inan... Bu arada Timur hayvanı adına özür dilerim. O it de dahil herkese benim kadınım olduğunu göstereceğim."
Notta yazanları zorlukla içimden okumuş, artık hiçbir şeye halim kalmadığından bedenimi sertçe koltuğun üzerine bırakmıştım. Başım dönüyordu ve kesinlikle içimde kabaran öfke dışarı çıkmak için tüm ruhumu yakıp kavuruyordu.
Yavuz kartı ona uzatacak gücümün olmadığını fark etmiş olacaktı ki büyük bir adımla yanıma geldi ve elimdeki notu alıp okudu.
Boş bakışlarım onun yüzünü süzerken yüzünden geçen tüm ifadeleri bir bir kaydetti zihnim.
Notun son kısmında öyle öfkelenmişti ki, ses tonunda ölüm kol geziyordu.
"Turgut, evin güvenliğini arttır. Kafeye ve kafedekiler içinde korumayı yoğunlaştır. Bulut'u ara durumu haber ver. Bugün olan olayları ve bunu da anlat," Dedi kutuyu göstererek.
"Behçet amcaya da ulaş," Dedi sertçe.
"Bu kutunun nereden yollandığını ve kimin yolladığını da bul," Dedi sertçe.
Turgut başıyla onun söylediklerini onaylamış, yanımızdan ayrılacakken son kurduğu cümle ile Turgut ile aynı anda donakalmıştık.
"Bu kutuyu yollayan her kimse başka bir düşmanımız daha var," Dedi ve son kalan dayanma gücümde bedenimden çekildi.
Turgut arkasını dönüp giderken
Ellerim önlenemez bir şekilde titremeye başlamıştı.
Yavuz da öfkeli adımlarla volta atıyordu.
Buradan uzaklaşmak adına titreyen bedenimi zorlukla ayağa kaldırdım. Güçlükle attığım adımın devamını getirmeye çalışıyordum ki ayaklarım bedenimi taşımayı reddetti ve boşalan kaslarım ile bedenimi yerde bulmayı bekleyerek gözlerimi kapattım.
Sert bir düşüş beklerken iki güçlü kol bedenimi kolayca havaya kaldırdı.
Gözlerimi araladığımda kendimi Yavuz'un kucağında buluvermiştim.
Şaşkın bir şekilde gözlerimi kırpıştırıp Yavuz'a bakıyordum.
O kadar şaşkındım ki söyleyecek bir şey aklıma gelmediğinden sustum ve sessizce ben kucağındayken merdivenleri çıkmasını izledim. Daha doğrusu bu kadar kısa mesafeden göz alıcı yakışıklılıktaki yüzünü seyrediyordum.
Sert hatlı yüzünü tamamlayan gözleri sandığımın aksine ela renkli değildi. İrislerinin çevresi koyu bir yeşilken sonlara doğru gözlerinin çevresi koyu gri bir renk ile çevriliydi.
Kalın kaşlarının altında ince ve sık kirpikleri, göz kapağı inip kalktıkça muhteşem renkteki gözlerini kapatıyordu.
Çıkıntısız burnu ve dolgun dudaklarıyla kitaplardan fırlayan muhteşem bir yakışıklılığı vardı. Hafif çıkmaya başlayan sakallarına dokunma isteğiyle ellerim karıncalandığında aptal gibi bakışlarımı ona diktiğimi fark etmiştim.
"Ne o çok mu yakışıklıyım?" Diye sordu sesinde ender duyduğum o alaylı ton ile.
Şaşkınca hala ona bakıyordum. Yanaklarımın kıpkırmızı olduğundan emindim.
Bakışlarımı kaçırarak attığı son adımla odamın önüne geldiğini fark ettim.
"Ben giderim," dedim kırık bir sesle.
"Bıraktığım an yerle buluşursun Yazgı," Dedi bu sefer ciddi bir tonla.
Gözlerimi kapattım ve ellerimi boynuna dolayarak ona daha çok sokuldum ve hala vaktim varken derin derin nefesler alarak ciğerlerimi onun kokusuyla doldurmaya çalıştım.
Ona karşı neler hissettiğimi bilmiyordum. Fakat normal hisler olmadığının da bilincindeydim. Sadece bu konularda çok toydum. Ayrıca hayatımda birçok şey oluyordu ve henüz kalbimdeki bu hiçte tanıdık olmayan hislerle yüzleşmeye hazır değildim. Ama kabul ediyordum ki onu bir arkadaştan veya bir yabancıdan fazlası olarak görüyordum.
Zihnimdeki bu düşüncelerle Yavuz'a ahtopot gibi sarmalanmış bir şekilde odamın kapısının önüne gelmiş, ondan ayrılacağım için içimde bir üzüntü baş göstermişti.
Yavuz'un beni odamın kapısının önünde bırakacağını sanarken o kapıyı açmış, beni kucağından bırakmadan odanın içine beraber girmiştik.
Odanın ışığını açmadan karanlıkta rahatlıkla yürüyor, beni taşımıyormuşçasına rahat bir şekilde hiç zorlanmadan ilerliyordu. Yatağımın önüne geldiğinde yatağın örtüsünü tek eliyle açıp beni yavaşça yatağa yatırmıştı. Kollarımı isteksizce boynundan çözdüm ve benden uzaklaşmadan önce tekrar derin bir nefes aldım.
"Sadece uyu ve dinlen Yazgı, ben her şeyi yoluna koyacağım," Dedi ve gitmek için arkasını döndü.
Fakat parmaklarım beynimden bağını koparmış, kalbimin hizmetine girdiğinden ellerim onun ellini yavaşça tuttu.
"Burada kalsan," diye fısıldadım bana bile yabancı gelen yorgun ve ürkek bir sesle.
"Ben uyuyana kadar," dedim yanlış bir şey anlamamasını umarak.
Sadece şu an yalnız kalırsam bütün bastırdığım hisler gün yüzüne çıkacaktı ve gerçekten şu an bitik bir haldeydim, dayanamayacağımdan emindim.
Yavuz'un karanlıkta yüzünü göremediğimden bir tepki verdiyse de bilemiyordum birkaç saniye sessizce yüzümü süzmüş, hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp çıkmak için kapıya yönelmişti.
Gözlerimi sımsıkı yumup ağlama sesimin duyulmaması için yüzümü yastığa gömüp ağlamaya kendimi daha da dipte görmeye hazırdım ki
kapının kapanma sesi duyuldu.
Yalnızlığın verdiği o zehirli his içime yayılmaya, gözlerim de saatlerdir tuttuğum yaşları bırakmaya hazırlanıyordu ki yatağın sol tarafı bir ağırlıkla çöktü.
Yavuz rahatça gelip yatağa oturmuş, sırtını da yatak başlığına yaslamıştı.
"Hadi uyu, ben yanındayım," Dedi kısık bir sesle.
Onun sesinin ve varlığının verdiği huzur baş gösteren tüm kötü hislerimi bastırmış, her şeyi yok edemese de birçok şeye iyi gelmişti.
"Yavuz," dedim fısıltıyla. Bir yandan da yatakta biraz kıpırdanmış kokusunu hissedebileceğim kadar ona yaklaşmıştım.
"Yanımda olduğun için teşekkür ederim."
Sözlerim sessizlikte asılı kalırken gözlerimi kapadım ve kabus görmemek için içimden dua ettim.
Yorgunluktan ve harap olmuş sinirlerimden dolayı uykuya dalmam sandığımdan da kolay olmuş, birkaç dakika sonra üzerime çöken uyku bulutuna teslim olmuştum.
———-————
Sabahın ilk ışıkları perdemden süzülüyorken yerimde hafifçe kıpırdandım. Ağrıdan çatlayan başımı ellerimle ovuştururken gözlerimi hafifçe kırpıştırdım.
Yatakta, yanımda bir ağırlık fark ettiğimde refleks olarak hızla kafamı sol tarafıma çevirdim..
Yanımda uyuyan Yavuz'un üzerinde bakışlarımı gezdirdim.
Yatak örtüsünün üzerine boylu boyunca yatmış, üstü açık bir şekilde uyuyordu.
Üstünün yine açık olduğunu fark ettiğimde üzerimdeki örtüyü hafifçe onun üzerine örttüm ve tüm bedenimi ona çevirerek uyuyor olmasını fırsat bildim.
O kadar sakin uyuyordu ki, gözümle görmeseydim uyanıkken de çok sakin bir adam olduğunu düşünürdüm.
Fakat yanımda uyuyan bu Adam, kaynayan bir lav ne kadar sakinse o kadar sakindi. Hafifçe gülümsedim ve ellerimin isteğine boyun eğerek elimi hafifçe saçlarına değdirdim.
Yumuşacık, siyah renkli ve kısaydı saçları.
Yavuz'a dair her şeyin ne zaman bu kadar ilgimi çektiğini, farklı duygular hissettirdiğini anımsamaya çalıştım fakat başarılı olamadım.
Dakikalar akıp giderken hala Yavuz'u izliyor, yanından uzaklaşmak istemiyordum.
"Daha ne kadar beni böyle seyredeceksin?" Diye sordu uyuduğunu sandığım adam gözlerini açarak.
Hızla bakışlarımı kaçırdım ve ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemeyerek beynimi taradım.
"Seni izlemiyordum," dedim inkarın en temiz yol olduğunu düşünerek.
"Gözlerin kapalıyken nereden bileceksin sana baktığımı ki?" Diye sordum üste çıkmaya çalışarak.
Benim bu telaşlı halime güldü.
Güldü.
İnanamıyordum.
Yavuz gülüyordu.
Bildiğimiz dişleri görünüyordu.
Sanki uzaylı görmüşüm gibi gülüşüne baktım.
Gerçekten o kadar farklı görünüyordu ki donup kalmıştım.
"Yazgı, iyi misin?" Diye sordu kaşlarını hafifçe çatarak.
Gözlerimi yaşadığım şoktan çıkmaya çalışarak art arda kırpıştırdım.
"Sen güldün.." Dedim şaşkınca.
"Evet Yazgı, gülebiliyorum," Dedi hala gülümsüyordu.
"Ah, keşke telefonum olsaydı. Fotoğrafını çekerdim," dedim dalgınca.
"Gülmemin bu kadar abartılacak nesi var?" Diye sordu.
"Resmen yüz yılda bir görülen ay tutulması gibi bir şey bu da ondan," dedim dalgınca.
Sözlerim üzerine bir şey demeden yatakta doğrulup, oturur bir pozisyona geldi.
"Uyuyakalmışım," Dedi hafifçe bedenini esnetirken.
"Önemli değil," dedim sadece ve bende yatakta doğruldum.
Derin bir nefes aldım ve bezgin bir şekilde etrafa bakındım.
"Neden böyle oluyor?" Diye sordum sakince. Düne oranla çok daha iyi hissetsem de yaşadıklarımı hazmetmem uzun zamanımı alacaktı.
"Hayatım boyunca iyi, dürüst ve namuslu bir insan olmaya çalıştım. Kimseye bilerek bir kötülük yapmadım. Ama şimdi," dedim bir yandan elimle saçlarımı arkaya iterken.
"Şu olanlara bak, başıma gelenlere. Gelme ihtimali olanları saymıyorum bile," dedim derin bir nefes alarak.
"Bazen Yazgı," Dedi düşünceli bir şekilde.
"Ne kadar doğru yolda olursan ol, ne kadar temiz kalmaya çalışırsan çalış. Bazen yoldan çıkmak zorunda kalırsın. Bazen üstüne çamur sıçrar. Önemli olan yaşadıklarına rağmen bazı şeyleri yoluna koymandır," Dedi sakince. Yine o filozof haline dönüşmüştü. Hafifçe gülümsedim ve derin bir nefes aldım.
Bana yardımcı olmaya çalışıyordu ve ben buna minnettardım.
"Şimdi ne olacak?" Diye sordum yavaşça. Daha babam olacak o adamı bulamamışlarken, bir de gizemli bir manyak vardı peşimde.
"İz süreceğiz. Sağlam ip uçları bulana kadar burada kalmalısın Yazgı," Dedi Yavuz.
Uykudan yeni uyanmış, saçlarının hafifçe karışmış bu hali hoşuma gitmişti.
Düşüncelerimi Yavuz'un görüntüsünden söylediklerine yöneltmeyi başardığımda, görüntüsünün aksine söyledikleri hoşuma gitmemişti.
"Bu daha ne kadar böyle devam edecek ki," dedim itiraz ederek.
"Yani daha birini bulamadan başka bir bela çıkıyor başıma. Ayrıca, eski hayatımı geri istiyorum ben. Burada bir sığıntı gibi kalamam," dedim içimde biriken bazı şeyleri dışa vurmanın rahatlığıyla.
"Burası senin evin Yazgı," Dedi Yavuz da gayet rahat bir tavırla.
Tam ağzımı açıp bir şeyler söyleyecektim ki Yavuz konuşmaya devam etti.
"Resmi anlamda senin," Dedi.
Bir anlığına gözlerim sonuna kadar açılmış, ne diyeceğimi bilemez bir şekilde ona bakıyordum.
"Tüm bu arsa, çalışanlar, bu villa. Ve daha birçok şey sana kaldı. O yüzden bu evde bir fazlalıktan ziyade, evin sahibi olduğunu bilmelisin." Dedi her zamanki kendinden emin tonda.
"Ne," dedim güçlükle.
"Deden öldüğünde," Dedi bu sefer anlamam için tane tane ve daha yavaş konuşuyordu.
"Şirkette büyük bir oranda hisse bıraktı sana. Gayrimenkuller, arsalar.. Birçok şey," dedi her ne kadar yavaş konuşsa da hala anlamakta güçlük çekiyordum.
"Ama ben bunları istemiyorum," diyebildim en sonunda güçlükle.
"Olabilir. Ama bu resmi olarak zengin olduğun gerçeğini değiştirmez," Dedi anlayışlı bir tonda.
"Şirkette ki hissem.." Dedim duraklayarak.
"Ne kadar?"
Bunu söyleyip söylememekte kararsız bir şekilde bir anlığına yüzümü süzdü.
"Yüzde 40," Dedi sakince.
Şaşkınlıkla ona baktım ve zorlukla yutkundum.
"Nerdeyse yarısı," dedim güçlükle.
" Diğer altmışlık kısım kimin peki," diye sordum merakla.
Aslında Behçet beyin olduğunu düşünüyordum. Fakat emin değildim.
"Yüzde 15'er hissemiz var bizim de," Dedi bu sorum kolay bir soru olacaktı ki daha rahatça cevap vermişti.
"Siz kim?" Dedim devam etmesini beklemeden aceleyle.
"Selim, Bulut, Begüm ve ben," Dedi tane tane.
Bulut denen adamın sinir bozucu tavırları aklıma geldiğinde yüzüm hafifçe asıldı. Onlar hakkında da merak ettiğim çok şey vardı.
"Onlar kim?" Diye sordum merakıma yenik düşerek.
"Bulut, Behçet beyin oğlu yani senin kuzenin."
"Bunu biliyorum, ama neden böyleler? Bir tuhaflar da," dedim kaşlarımı çatarak.
Hala Yavuz ile yatakta oturmuş sohbet ettiğime inanamıyordum.
"Bulut soğuk biridir," dedi Yavuz ciddi bir ifadeyle.
Onun bu sözleri üzerine gülmemek için kendimi zorlukla tutabilmiştim.
"Annesi nerede?" Diye sordum yavaşça.
"Behçet beyin eşi yıllar önce vefat etmiş. Bulut annesini hatırlamıyor," Dediğinde içim Bulut adına üzüntüyle burkuldu.
"Begüm'ün de annesi psikolojik olarak epey problemli biri," Dedi yavaşça.
"Yani sana tuhaf gelmelerinin nedeni bu olabilir," Dedi ve yavaşça yataktan kalktı.
"Ben gideyim sende hazırlan ve aşağıya kahvaltıya in, sağlam kafayla bakalım olaylara," Dedi ve arkasını dönüp odadan çıktı.
Yavuz'un söylediklerinden çok, yüzünün görüntüsü zihnimde dolaşırken yatağımı düzelttim. Ardından günlük rahat bir kıyafet üzerime geçirdim. En son banyoya girip işlerimi de hallettikten sonra odadan çıkmak için hazırdım.
Merdivenleri sakin adımlarla inerken her şeye rağmen içimde beni mutlu eden bir şeyler vardı.
Merdivenler bitip salona geldiğimde bana doğru çevrilen yabancı yüzler içimdeki ufacık umudu ve mutluluğu alıp götürmüştü.Keyifli Okumalar. Yorumlarınızı bekliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mürekkebi
Fiksi Umum"Ona benzemiyorum," dedim dişlerimin arasından. Beni bu denli sinirlendireceğini düşünmediğinden yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkın bir ifade almıştı. "Ona benzemiyorum," dedim inatla, gözlerim dolu bir şekilde. Ardından da öfkeyle gözlerimi yumd...