BÖLÜM 22
Bulutlar içindeki acıyı kusup atmak istercesine şiddetle bırakırken yağmur tanelerini yeryüzüne, balkonun koruyucu ortamına sığınarak dimdik bir şekilde durdum ve baktım.
Yavuz gri bir jipin birkaç adım ötesinde bakışları üzerimde öylece duruyordu. Yağmurdan sırılsıklam olmuştu.
Burada olduğumu sabah öğrenmişti... sabahki olaylar zihnime yeniden düşüldüğünde gözlerimin dolmasını önleyememiştim.
~~~
Aydınlık güneş ışıkları rahatsız ve kabuslarla süren uykumdan beni çekip aldığında yüzümü buruşturarak kalktım yataktan. Sarsak adımlarla önce banyoya gidip işlerimi hallettim. Ardından da mutfağa dönerek beni kendime getirecek sert bir kahve yaptım. Bir haftadır olduğu gibi her sabah yaptığım şeyi yaptım ve balkona çıkarak dışarıyı kolaçan ettim.
Başlarda bunu bir tehlike var mı diye yaptığımı söylesem de kendime, asıl sebep dışarıda bir yerlerde Yavuz'u görebilmekti.
Bakışlarım birkaç insan dışında boş olan sokağı umutsuzca taramış, bu arayışım bir netice alamadan üzgün bir şekilde sonuçlanmıştı.
Elindeki kahve bardağını sıkıca sararak balkondaki sandalyeyi çektim ve oturdum.
Bir haftadır herkesten uzaktaydım. Ve hala beni bulamamışlardı. Belki de bulmak istemiyorlardı. Sahi onların beni bulması benim için önemli miydi?
Onların değil dedi içimden bir ses.
Sen onları değil Yavuz'u önemsiyorsun dedi bilmiş bir şekilde.
Kalbin en çok ona kırılmadı mı, en çok onun yokluğu yakmadı mı içini? Her sabah gözlerin bomboş sokağı boşuna taramıyor mu? Dedi içimdeki o bilmiş ses.
Haklı olduğundan söyleyecek bir şeyim yoktu.
Koray da canımı çok yakmıştı. Fakat Yavuz'a aşıktım ben ve ona ölesiye güveniyordum. O ise tüm bunları bilerek susmuştu.
İşte canımı en çok yakan şeyde buydu.
Benim paramparça olacağımı bilerek susması.
Elimdeki kahve bardağı daha hiç içmeden soğumuş, dipsiz düşüncelerim bir an olsun dağılmamıştı.
Yapacak bir şeyim olmadığından güçsüz bir nefes aldım ve içimden Allah'ın bana güç vermesi için dua ettim.
"Kızım," dedi bir ses. Beni düşüncelerimden çekip alarak.
Hafifçe irkildim ve bakışlarımı bomboş sokaktan balkonun kapısının önünde bekleyen Orhan amcaya çevirdim.
Sakin adımlarla yanıma doğru geldi ve karşımdaki sandalyeyi çekerek oturdu.
"Bu daha ne kadar sürecek?" Diye sordu Babacan bir tavırla. Anlamayarak ona baktım.
"Kendini daha ne kadar harap edeceksin?" Dedi anlamam için sözlerini açarak.
"Ben," dedim söyleyecek bir şey bulamayarak.
"Her gün sadece kahve içiyorsun ağzına başka bir şey koymuyorsun. Geceleri kabuslardan uyuyamıyorsun, her sabah düzenli olarak paranoyak insanlar gibi balkondan dışarıyı kontrol ediyorsun," dedi ve derin bir nefes alarak söylediklerini idrak etmem için bana zaman tanıdı.
"Kızım," dedi eğilmiş ve masanın üzerindeki ellerimi tutmuştu.
Gözlerim dolu dolu olarak ona baktım.
"Sandığından daha güçlüsün," dedi ve hafifçe gülümseyerek yerinden kalkıp yanımdan uzaklaştı.
"Güçlü müydüm sahi?" Diye sordum kendi kendime.
Eğer gerçekten güçlü olsaydım bu kadar yaralı hisseder miydim, bu kadar ürkek ve yorgun. Pes etmiş, vazgeçmiş... Böyle hissetmek istemezdim. Bu kadar parçalanmak her gün bir yanımın azaplar içerisinde öldüğünü hissetmekte istemezdim.
Derin bir nefes aldım ve akmaya başlayan göz yaşımı elimin tersiyle sildim.
Elimde artık beklemekten soğumuş olan kahveyi de alarak yerimden kalktım. Orhan amca çıkmış olmalıydı ki evde ses seda yoktu.
Sarsak adımlarım önce mutfağa gidip elimdeki kahveyi lavaboya döktüm ve bardağı yıkarak ters çevirip musluğun üstüne bıraktım. Ardından da adımlarım banyoya doğru yönelmiş, ufak adımlardı fakat en azından yalpalamadan ilerlemiştim.
Banyoya gelipte ışığı yaktım ve kendimle yüzleşmek için hazır olup olmadığımı sorguladım.
Fakat kendimden kaçışım yoktu.
Birkaç adımla aynanın önüne gelmiş, uzunca bir süredir dikkatli bakmadığım yüzümü incelemiştim sakince.
Yüzüm bembeyaz olmuş, göz altlarım uykusuzluktan ve ağlamaktan şişmişti.
Saçlarım bakımsızlıktan karışmış, neredeyse düğümlenmişti.
Buraya geldiğimden beri Orhan amca benim ihtiyacım olabilecek her şeyi alıyordu. Şampuan, bakım kremleri, tarak ve daha hayatım boyunca kullanmadığım fakat normal kızların kullandığı birçok ürün. Şu ana kadar şampuan hariç bir şey kullanmamış olsam da, artık hepsine ihtiyacım olduğunu fark ettim ve rafta duran ürünlerden işime yarayabilecek bir kaçını aldım.
Üzerinde saç yumuşatıcı, kolay tarama yazan bir spreyi aldım ve saçıma bolca sıktıktan sonra
Günlerdir karışmış duran saçlarımı taramaya başladım.
Saçlarım parlak ve düz bir hale büründüğünde büyük ölçüde rahatlamıştım.
Ardından yüz temizleme jelini aldım ve elime biraz sıkarak yüzüme yaydım.
Ilık suyla yüzümü de duruladığımda ilk geldiğin halime oranla oldukça iyi görünüyordum.
Aynada kendime hafifçe gülümsedim.
Yıllarca babam sandığım o adamın eziyetlerine katlanmış, yalnızlıkla burun buruna yaşamıştım ben.
Bir hayatım vardı ve ona sonuna kadar sahip çıkmalıydım.
Derin bir nefes aldım ve üzerimdeki kıyafetleri de düzelterek banyodan çıktım.
Antrenin önüne gelip hızlıca siyah kabanımı giydim ve kapıyı da kapatarak evden çıktım.
Eski hayatıma geri dönmemin zamanı gelmişti.
Her ne olursa olsun.
Apartmandan çıktım ve hızlı adımlarla kafeye doğru ilerledim.
Kafenin sert kapısını da açıp içeriye adım attığımda Nazlı'nın bana arkası dönük olduğunu ve yüzlerini göremediğim bir çiftten sipariş aldığını görerek gülümsedim.
Sabahın daha erken saatleri olduğundan Cem ortalarda yoktu. Orhan amcaysa mutfakta olmalıydı.
Nazlıya bakmaya son vererek ilerledim ve tezgahın arkasına geçtim. O beni hala fark etmemişti.
Birkaç dakika daha müşterilerin siparişini almasını bekledim.
En nihayetinde siparişi almış ve bana doğru dönmüştü.
Beni gördüğünde attığı adım bir an sekteye uğrasa da hemen sonrasında hızlandı ve koşar adımlarla yanıma gelip sıkıca sarıldı bana.
Gülümsedim ve aynı şekilde sarılmasına karşılık verdim.
"İyi misin?" Diye sordu sarılmayı bırakıp bir adım geri atarak. Bir yandan da iyi olup olmadığımı anlamak istercesine bedenimi süzüyordu.
"İyiyim," dedim buruk bir şekilde gülümseyerek.
"Herkes seni arıyordu Yazgı neredeydin?" Diye sordu hafif azarlamalı bir tonda.
"İyiyim işte, önemli olan bu değil mi," dedim sakince. Tam ağzını açmış öfke ile konuşacaktı ki, topuklu ayakkabı sesi aramızdaki diyaloğu böldü. Kafamı çevirip gelen kişiye baktım.
"Yazgı, lütfen bir dakika konuşalım," dedi Begüm her zamanki gibi ağlamaklı bir eda ile.
Alayla gülümsedim ve sadece tüm öfkem ile baktım.
Ondan ne kadar nefret ettiğimi anlamasını sağlamaya çalışarak.
Sessiz kalarak ona bakıyordum. O da bana bakıyordu fakat gözleri dolu doluydu. Koray ile gözleri benziyordu. Fakat benim gözlerim onlardan tamamen başkaydı.
Düşünceler saçma bir şekilde Zihni'mde ilerlerken kafenin kapısı tekrar açıldı.
Otomatik olarak bakışlarım o yöne çevrildiğinde, önden Yavuz'un arkasından da Koray'ın girmiş olduğunu gördüm.
Hayatta değer iki adam da arkamdan işler çevirmiş beni kandırmıştı.
Biri en büyük destekçim olurken diğeri kalbimi ele geçirmişti.
Sonra da benzini dökmüş, kibriti yakıp üzerime atmışlardı.
Koray da hızlı adımlarla gelip Begüm'ün yanında durmuştu.
İşte böyleydi.
Herkese karşı tektim.
Tüm yalanlara karşı çaresizdim.
"Yazgı konuşmalıyız," dedi Koray, en son konuşmamızdan sonra daha farklıydı.
Buyurgandı ve büyük ölçüde rahatlamıştı.
Büyük fırtınanın koptuğunu düşünüyor olmalıydı.
Yanılıyordu.
"Bizim tam 8 yıl önce konuşmamız gerekiyordu Koray," dedim tanıştığımız zamanı kast ederek.
"Benim sizinle konuşacak bir şeyim yok," dedim iğrenircesine bakarak.
"Hadi ama," dedi bir ses. Ayağa kalkmış, oturduğu sandalyeyi gıcırtılı bir şekilde yerine ittirmişti.
"Yazgı, sence de abartmıyor musun?" Diye sordu bulut iri gövdesiyle heybetli bir şekilde duruyordu.
"Bu kadarı da mızmızlık," dedi sanki bilerek beni sinirlendirmeye çalışırcasına.
Amacı buysa kesinlikle başarıyordu.
Birkaç adım atarak tezgahın arkasından çıktım. Ve ona doğru ilerledim.
Herkesin bize baktığını biliyor fakat umursamıyordum.
"Abartmak mı?" Diye sordum öfkeyle.
O an buradaki herkesi yakmaya yetecek kadar çok öfkeliydim.
"Mızmızlık mı?" Dedim bu seferde histerik bir şekilde gülerek.
Sertçe kabanımın kollarını sıvardım.
İnce, solgun ve birçok yerinde izler olan kollarımı açığa çıkarttım.
"Bak," dedim tükürürcesine bir öfkeyle.
"Bak bunlar sigara izi. Kollarımda söndürürdü," dedim bir damla göz yaşı gözümden firar ederken.
"Bak buradaki dikiş izi nasıl oldu biliyor musun? Benim kendi paramla aldığım ekmeği bitirdim diye. O aç kaldı diye," dedim ve belirgin derecedeki dikiş izinin üzerine elimle vurdum.
"Bende bu izlerden çok var," dedim kollarımı iki yanıma sarkıtarak.
"Dayaktan bilincimi kaybettiğim çok günlerim oldu. Annemin yanıma gelmediği, sesimi kimsenin duymadığı çok günlerim," dedim ve bu sefer hepsine bakarak bağırdım.
"Sen sıcacık yemeklerle büyürken ben kuru ekmek yediğim için bile dayak yedim," dedim Begüm'e bakarak.
"Koray sen, annen ile büyürken ben annesizdim. Benim kimsem yoktu," dedim ağlayarak.
"Ben seni abi bildim. Nazlı'ya kardeş dedim. Burayı evim belledim ama keşke," dedim bir damla göz yaşı gözümden akıp giderken.
"Keşke burada bıçaklandığımda ölseydim de, senin benim için bittiğini görmeseydim."
Artık dayanacak halim kalmadığından tümden kontrolümü kaybederek ağlamaya başlamıştım.
O an Yavuz'un bana doğru hamle yaptığını bulanık gözlerimle fark etsem de, biri ondan önce davranıp belime sarılmıştı.
Cem'in güçlü kolları beni ayakta tutarken çaresizce ellerim onun kollarına dolandı.
"Götür beni," diye fısıldadım kendi başıma adım atamayacağımı bilerek.
Cem belime daha sıkı sarılarak adım atmama yardımcı olurken şu an dünya yansa umursamayacağımı biliyordum.
Güçsüz adımlarla onların bakışlarının kıskacında çıktık kafeden.
Artık nerede kaldığımı öğrenmeleri de umurumda olmadığından Orhan amcanın dairesinin olduğu apartmana girdik.
Nazlı'nın adım sesleri de arkamızdan geliyordu.
Kafenin boş kaldığını bilerek güçlü durmaya çalıştım.
"Teşekkür ederim," dedim Cem'e beni buraya kadar getirdiği için.
"Ama iş var ve dükkan boş kalmasın," dedim ikisinin de gitmesi gerektiğini ima ederek.
"Yazgı tek parça halinde kalmak istiyorsan sus, Cem koş fırla bize bir çikolatalı pasta kap gel. Depresyonumuzu yaşayacağız," dedi beni güldürmeyi amaçlayarak. Hafifçe tebessüm ettim. Göz yaşlarım daha çok akmaya başlarken Nazlı'ya sıkıca sarıldım.
"İyi ki varsın," dedim ağlamaktan kısılmış bir ses tonuyla.
İyi ki benim ailemsin diye de ekledim içimden.
Cem ise ne yapacağını bilemez bir şekilde ikimize bakmış ardından da yanımızdan uzaklaşmıştı.
Nazlı ise elindeki anahtarla kapıyı açtı ve içeriye girdik.
Hiç mecalim olmadığından kendimi direk kanepenin üzerine bıraktım ve boş bakışlarımla tavanı seyretmeye başladım.
Nazlı'nın ise mutfakta bir şeyler yaptığı gelen tıkırtılardan belli oluyordu.
Dakikalar sonra elinde iki kahve fincanıyla gelmiş, yanıma oturarak gülümsemişti.
Sonrası saatler süren bir sessizlik ve başarısızlıkla sonuçlanan konuşmalarıydı. Ona minnettardım gerçekten ama konuşacak gücü kendimde bulamıyordum.
Bu yüzden sustum ve dinledim. Belki ruhumdaki fırtınaları biraz olsun dinerdi.
~~~~~~
Sabah olanlar tekrar içimi acıttığında, yağmurun altında ıslanmaktan sırılsıklam kalmış Yavuz'a baktım.
Öfkeyle, özlemle.
Sevgiyle.
Fakat aramızda sadece birkaç metre mesafe yoktu.
Aramızda kilometrelerce kırgınlık vardı.
Tonlarca acı vardı.
Yalanlar vardı.
Ve ben bunları yok sayabileceğimi sanmıyordum.
BÖLÜM SONU
VOTE VE YORUM LÜTFENNNN
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mürekkebi
Fiksi Umum"Ona benzemiyorum," dedim dişlerimin arasından. Beni bu denli sinirlendireceğini düşünmediğinden yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkın bir ifade almıştı. "Ona benzemiyorum," dedim inatla, gözlerim dolu bir şekilde. Ardından da öfkeyle gözlerimi yumd...