Soğuk hava yüzümü yakıp geçerken siyah kabanıma daha sıkı sarıldım ve adımlarımı hiç bozmadan ilerlemeye devam ettim. Bütün uzuvlarım ağrı ile çığlık atarken umursamıyordum. Acıyı umursamamak sandığımdan çok daha kolay oluyordu. Fiziksel acı varlığını bir yere kadar hissettirebiliyordu, fakat ruhumda bir yerler sürekli acıyor, sanki kötü bir güne başlayacakmış gibi hep olumsuz hissediyor, umutsuzca yeni günü bekliyordu.
Bazen başka birisi olsaydım, başka bir aileye sahip olsaydım nasıl bir yaşantım olacağını düşünüyordum. Daha mutlu olabilir miyim, kalbimdeki acı ile sarılmış o buzlu yaralarımı eritebilir miyim diye sık sık düşünüyordum. Zihnimde varlığını sürdüren tüm bu düşünceler sonucunda içimdeki o karamsar yan daha da kötüleşiyor, tüm düşüncelerim sonuçsuz kalıyordu. Çünkü o karamsar yanımın haykırdığı bir gerçek vardı; Mutlu sonlar sadece masallarda olurdu. Ve benim sahip olmayı istediğim o güzel hayat, hayallerimle sınırlı kalacaktı. Kendime hayal kurma izni vermiyordum. Güçlü durmaya çalışıyordum ve hayal kurmak beni zayıf düşürüyordu. İnsanlar beni hayallerimden vuruyor, mutlu olduğum o birkaç kısa saniye de yerle bir oluyordu.
Zihnim tam bir keşmekeşti. Ve ben bu keşmekeşten nasıl sıyrılacağımı bilmiyordum.
Soğuk bir rüzgar yüzümü yakarcasına esip geçtiğinde adımlarımı biraz daha hızlandırdım. İki metre ötemdeki yeşil çöp kutusunun yanından geçerken nefesimi tuttum ve çöp kutusundan uzaklaşana kadar da nefes almadım. Nihayet kokuyu duyamayacağım kadar uzaklaştığımda derin bir nefes aldım ve yolun karşısına geçtim. Sabahın erken saatleri olduğunda dışarıda tek tük insanlar vardı. Hareket halindeki araba sayısı ise yok denecek kadar azdı.
Düşüncelerimin ve yüzüme vuran soğuk rüzgarlar eşliğinde kafeye vardım ve içerisinin sıcaklığına kavuşmak için büyük bir adım attım.
Kafenin kapısının üzerindeki küçük zil şıngırdayıp içeride ki dikkatleri üzerime çektiğinde rahatsızca bir nefes aldım ve bakışlarımı içeride gezdirdim. Cem iki kişilik bir masaya bakarken Nazlı boşalan poğaça ve kurabiye tabaklarını doldurup tezgaha yerleştiriyordu. Oğuz'un bugün izin günü olduğundan onun yokluğunu büyük bir minnetle karşıladım ve içeriyi süzmeyi bırakıp hızlı adımlarla askılığa ilerledim. Sırt çantamı ve kabanımı üzerimden çıkarttım.
Karnımdaki ve yüzümdeki morarmalar sarımsı bir renge bürünürken patlayan dudağım kabuk bağlamıştı. Çok gerildiğinde acısa da genel olarak en az acı veren şey dudağımdaki yaraydı. Bu yüzden hafifçe gülümsedim ve Nazlı'nın yanına ilerledim. Bir yandan da saçlarımı yüzümün sağ tarafına doğru alıyordum. Sağ yanağımdaki morluğu gölgelemesi için.
"Günaydın," dedim yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan.
"Günaydın bebek!" dedi Nazlı da her zaman ki neşeli ruh haliyle.
Aramızdaki kısa süreli sessizlikten sonra birkaç saniye bekledi ve kararsızlıkla bana baktı. Söylemek istediği ama söyleyemediği bir şey var gibiydi. Beklentiyle ona baktım ve gülümseye devam ettim.
"Yazgı," dedi gözleri umutla parıldayarak.
"Cem sence de bugün çok yakışıklı değil mi?" dedi sesi hem neşeli hemde korkan bir tını da çıkmıştı. Yaramaz bir kedi misali sevimli fakat suçlu olduğunu bilen bakışlar atıyordu.
"Bilmem," dedim umursamaz bir sesle. Fakat yüzümdeki gülümseme silinmişti.
"Ya, Yazgı Allah aşkına bir çocuğa bak. Senden çok hoşlandığını fark edemeyecek kadar kör olamazsın. Ya da o kadar kalpsiz! Ne olur ona karşı biraz yumuşak davransan? Kızım 25 yaşındasın, 75 değil." dedi ve sessizlik içinde gözlerimin içine baktı. Kararlı ve öfkeli bir şekilde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mürekkebi
Fiksi Umum"Ona benzemiyorum," dedim dişlerimin arasından. Beni bu denli sinirlendireceğini düşünmediğinden yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkın bir ifade almıştı. "Ona benzemiyorum," dedim inatla, gözlerim dolu bir şekilde. Ardından da öfkeyle gözlerimi yumd...