Yorgundum. Yalnızlığın bir insanı nasıl tahrib edeceğini, yavaş yavaş çöktürebileceğini yeni yeni anlıyordum. Karnımdaki dikişlerden daha çok canımı yakıyordu; kalbimi saran kızgın öfke duvarı... Öfkeliydim. Başta kendimeydi sanırım, bir türlü kaçıp gidemediğim için, gizli prangalarıma öylesine bağlıydım ki, bir adım öteye geçemiyordum, kendi hapishanem öylesine dardı ki bana, ölümüm özgürlüktü.
Bıçaklandığım günden bu yana beş gün olmuştu. Dikişlerimden daha çok kabuslarım rahatsız ediyordu, evdeki soğukluk ruhumu ürpertirken çaresizce bekliyor, gecenin gündüze, gündüzün ise geceye dönmesini izliyordum. Nazlı her sabah gelip akşama kadar yanımdan ayrılmıyor, her ihtiyacımda bana yardım ediyordu, fakat yanımda kalamıyordu. Ailesi benimle görüşmesine öyle büyük tepki gösteriyordu ki, ne yaptıysa burada kalmasına onları ikna edememişti. Kalsaydı yatabileceği bir alanda olmadığından en doğrusu bence de buydu, fakat bir yanım gecenin karanlığıyla ruhuma çöken kasveti ve yüreğimi sıkan bu yalnızlığı sadece onun dağıtabileceğini söylüyordu. Bir yanım da hala bu bataklıkta ne aradığımı soruyordu, ki bu soruya verebileceğim bir tek mantıklı açıklamam yoktu.
Hastaneden çıkıp Koray ve Nazlı ile eve geldiğimde annem ile birkaç saniye bakışmıştık. Bana ne olduğunu, başıma neler geldiğini bildiğini biliyordum. Üç gün boyunca hastanede kaldığımı ve yaralı olduğumu bildiği halde gelmemişti. Evin içine girdiğimde ise bir şeylerin tamamen koptuğundan emin olmuştum. Tuhaf olan kırgın değildim, sadece öfke doluydum, ki bunun önüne nasıl geçebilirdim bilmiyordum. Kırılmaktan dolayı duyduğum öfkem en çok bana zarar veriyordu. Beni öylesine çok yaralamışlardı ki, onlara beni yaralama gücünü verdiğim için kendime de kızgındım. Yaralıydım, bedenim ve ruhum öylesine yaralıydı ki, bunu tedavi edebilecek bir merhem yoktu. Kabuslarım beni bitkin bırakırken, yalnızlığım üstüme çörekleniyordu ve bir anlığına bile olsa, eğer ölseydim neler olacağını düşünüp rahatlayabiliyordum.
Sanırım sahip olabileceğim tek huzur, hissizlikte saklıydı.
"Çorban geldi!" dedi Nazlı yüzünde büyük bir tebessüm odamın içine girerken. Işıltılı yüzü daha da aydınlanabilirmiş gibi öylesine güzel gülümsüyordu ki, bir abla şefkatiyle gülümseyip yavaşça doğruldum.
"İnşallah zehirlenmem," dedim alayla. Uykusuz ve bitkindim. Çok kan kaybettiğimden toparlanmam biraz uzun sürecekti, kabuslardan kurtulmam ise çok daha uzun...
Nazlı tepsiyi dizlerimin üzerine koyarken yatağımın kenarına oturup bana baktı.
"Korkma iç, gayette güzel yaptım. Arkasında nasıl hazırlanacağı yazıyordu," dedi gülümseyerek. Elbette hazır çorba yapmıştı, gülümseyerek kaşığıma uzandım ve sıcacık çorbadan bir kaşık içip yutkundum.
"Ellerine sağlık, çok güzel olmuş," dedim ve ufak bir nefes alıp çorbayı biraz soğuması için karıştırdım.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu yavaşça. Yüzündeki geniş gülümseme küçülmüş, gözlerine merak pırıltıları yayılmıştı.
"Bilmiyorum," dedim dürüstçe. Aynaya çok sık bakmasam da çok solgun ve yorgun gözüküyordum. Nitekim öyleydim de.
"Zihnim çok karışık," dedim ve çorbadan küçük bir yudum daha aldım.
"Na yapacaksın?" diye sordu sakince. "O adam hala yakalanmamış," dedi tedirginlik dolu bir sesle.
"Bilmiyorum," dedim tekrar. Ardından da devam ettim.
"Birkaç gün içinde toparlanıp, kendi hayatımı kuracağım. Daha rahat hareket etmeye başlayıp, kendimi güçlü hissettiğimde, ki bir hafta içinde düzeleceğimi umuyorum, buradan gideceğim," dedim kendimden bile beklemediğim kadar kararlı bir tonla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mürekkebi
Fiksi Umum"Ona benzemiyorum," dedim dişlerimin arasından. Beni bu denli sinirlendireceğini düşünmediğinden yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkın bir ifade almıştı. "Ona benzemiyorum," dedim inatla, gözlerim dolu bir şekilde. Ardından da öfkeyle gözlerimi yumd...