Bölüm 27
Yavuz'un varlığı tüm bedenimi ve ruhumu sararken yavaşça konuştum.
"Seni hala affetmedim ama.." dedim fısıldayarak.
"Affetmeni istemiyorum zaten," dedi Yavuz hafifçe saçlarımı okşayarak.
Onun kalp atışlarını dinleyerek geçirdiğim bu eşsiz zamanları kaçırmak istemediğim için sessizce sadece dinledim.
Kalbinin ritimlerini.
"Beni sadece sev yazgı. Senden sadece beni sevmeni istiyorum. Çünkü bana iyi gelen senin sevginden başka bir şey yok."
Söyledikleri karşısında şaşkınca yutkunmuş, karşılık olarak verebileceğim bir cevap aramaya koyulmuştum..
Sonra bu yaptığımın çok saçma bir şey olduğunu fark ederek aklıma gelen ilk şeyi söyledim.
Kalbimde olan gerçeği.
"İstesem bile seni sevmekten vazgeçemiyorum ki.." dedim ve burnumu daha çok boynuna gömüp kokusunu daha fazla solumaya çalıştım.
Aramızda oluşan bu büyülü anları bozmaya ikimizde cesaret edemeyerek sessiz kaldık.
Ondan yayılan huzur tüm bedenimi sarıyorken, uykuya ne zaman teslim olduğumu hatırlamıyordum.
———————
"Ohoooo," dedi sis perdesi arasından bir erkek sesi.
Bakışlarımı güçlükle aralayıp olan bitenin ayırdına varmaya çalışarak kırpıştırdım gözlerimi.
O sırada Yavuz çoktan kendine gelmiş doğrulmak için hamlede bulunmuştu bile.
Bende hiç istemeyerek doğruldum ve ışığa alışmaya çalışan gözlerimi kırpıştırarak bulanık bir silüet halindeki Selim'e baktım.
Dün gece benim uyumaya çalıştığım koltuğa rahatça kurulmuş, otuz iki diş gülümseyerek sırıtıyordu.
Kendime gelmeye çalışarak elimle yüzümü sıvazladım.
"Bu kadar çabuk yelkenleri suya indireceğini düşünmemiştim Yazgı," dedi her an kahkaha atmaya hazır halde.
"Eee tabi bir Yunan tanrısı olan Yavuz'un cazibesine uzun süre karşı koyamıyor kadınlar," dedi bir yandan da sanki mümkünmüş gibi daha çok koltuğa yayılmış, bacak bacak üstüne atmıştı.
Her zaman ki halinin aksine bugün rahat bir kot pantolon ve siyah bir kazak giymişti. Resmiyetten uzak bir haldeydi ve onu böyle görmek uykumun biraz daha açılmasına neden oldu.
"Sabah sabah ne işin var burada?" Diye sordu Yavuz benim de aklımda yer bulan bir soruydu bu.
"Senin gül yüzünü özledim," dedi Selim inanılmaz bir hazırcevaplılıkla.
Ardından da dakikalardır kendisini zor tutuyormuş gibi bir kahkaha atmıştı.
O sırada hiç farkında olmadığım mutfaktan tıkırtılar çalındı kulağıma.
"Merak etme," dedi Selim gülmeyi zar zor durdurarak.
"Aslı mutfakta size kahvaltı hazırlıyor. Tabi tüm kahraman rollerini Yavuz'a kaptırmış olsam da, bende süpermenin sağ kolu olarak kendi çapımda bir şeyler yaptım senin için," dedi ve sanki dünyanın en gizli sırrı ondaymış gibi baktı yüzümüze.
"Sabah sabah masalı bırak, anlat hadi." Dedi Yavuz tahammül sınırlarının sonunda bir halde.
"Tamam tamam," dedi Selim ellerini teslim olur gibi havaya kaldırarak.
"Bir iyi bir kötü haberim var." Dedi fakat ses tonundan iyi haberin de göreceli olduğu sonucuna varmıştım.
"Kötü haberden başla," dedim ters bir şekilde.
Her olaydan mutlu olacak bir yan çıkartmasına inanamıyordum.
"Tamam öyleyse," dedi ve oturduğu yerden biraz toparlanarak, dik bir konuma geçti.
"Öz baban İle annenin tekrar beraber olduğunu Begüm'ün annesi öğrendi.." dedi ve kısa bir bakış attı Yavuz'a. Gözleriyle her ne demek istediyse Yavuz'un Yanımda huzursuzca kıpırdanmasından bunun hayra alamet bir şey olmadığını da anlamış oldum.
Benim için yeni bir tehlike daha peyda oluyordu demek.
"İyi haber ne peki?" Diye sordum.
Tehlikeler içinde yaşamaya alışmıştım.
"Öz baban seni görmek istiyor Yazgı."
Selim'in kurduğu bu cümle havada asılı kalırken huzursuzca yerinde kıpırdanma sırası bendeydi.
"Bu konuda çok kararlı ve ısrar ediyor. Geçen gün dayını görmeye bile şirkete geldi. Seninle konuşması gereken özel şeyler olduğunu söylüyor." Dedi ve tüm söyleyeceklerini söylemiş olmanın rahatlığıyla sustu.
Ne kadar sürdüğünü bilemediğim bir sessizlik hava da asılı kalırken, Yavuz'un sesi beni bulunduğumuz ortama getirdi tekrar.
"Gelirken takip edildin mi?" Diye sordu, yüzünü göremesemde ses tonundan kaşlarını çatmış olduğunu tahmin ediyordum.
"Hayır. Zaten yolu uzattım her ihtimale karşı."
Onların bu kısa diyaloğu henüz sonlanmışken, Aslı elinde bir tepsi dolusu yiyecek ve çay ile gelmiş, ortadaki sehpaya bırakmıştı.
Her ne kadar aç olsam da canım hiçbir şey yemek istemediğinden yavaşça yerimden kalktım.
"Ben biraz hava alacağım," dedim ve yorgun adımlarla kulübeden çıkmak için ilerledim.
Tahta kapıyı yavaşça açıp dışarıya adım attım.
Soğuk ve temiz hava beni kendime getirirken derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım.
Geçmişle yüzleşmek istemesem de ertelediğim her şey bir gün kapımı çalacaktı. Ve o gün her şey o kadar yoğun bir şekilde karşıma çıkacaktı ki, dayanma gücünü kendimde bulabileceğimden emin değildim.
Gözlerim kapalı dalmışken bir anda kapıdan çıkan gıcırtı sesiyle gözlerimi araladım.
Yavuz'un iri bedeni ait olduğu yer benim yanımmış gibi sol yanımı kapladığında yüzümde oluşan tebessümü önleyemedim.
Gerçekten de bu Yunan heykeline karşı savunmasızdım.
"Üşüyeceksin," dedi soğukta dışarıda olmamdan rahatsız bir şekilde.
"Hadi içeriye gir," dedi ve kapıyı sonuna kadar açarak geçmemi bekledi.
Bir şey demeden söylediğini yaptım ve biraz önce oturduğum yere oturdum. Fakat bedenim burada olsa da zihnim bambaşka bir alemdeydi.
___________________
Yaklaşık bir saat boyunca Selim'in her şeye rağmen enerjik hali, Aslı'nın şefkatli bakışları altında geçti. Nihayet kalktıklarında vakit öğleni geçmiş neredeyse ikindi vakti sonlanmak hava kararmak üzereydi.
Elimden geldiği kadar içten bir şekilde onları yolcu ettim. Gitmeden Aslı ile kahvaltılıkları toplamış olduğumuzdan yapılacak hiçbir şey kalmamıştı.
"Okumak istersen birkaç kitap var şu dolapta," dedi yavuz şöminenin biraz ilerisindeki iki gözlü komiğini göstererek.
Kafamın çok dolu olmasına rağmen başımla onayladım be elime gelen ilk kitabı alıp tekli koltuğa geçtim. Ardından da okuduğum cümleleri tam olarak algılayamasam da tüm odağımı kitaba vermiş gibi yaparak Yavuz ile olası bir polemikten kaçınmış oldum.
Bu şekilde ne kadar vakit geçirdiğimi bilemiyordum. Fakat akşam olmuş, hava kararmıştı.
Ormandan gelen birkaç hayvan sesi hariç ortalık sessizleşmiş, geçen akşam fark etmediğim kadar ürkütücü bir hale bürünmüştü.
Düşüncelerim beni kemirirken Yavuz kaşlarını çatarak ayağa kalktı.
"Yazgı," dedi sakince.
"Elinden geldiği kadar sessiz ol ve bana doğru gel."
Ne olduğunu anlamaya çalışarak kaşlarımı çattım ve elimdeki kitabı kenara bırakarak ona doğru bir adım attım.
Bir başka adım daha atmaya çalışırken beni hızla kolumdan tuttu ve arkasına doğru savurdu.
Ben daha ağzım açık bir şekilde ne olduğunu anlamaya çalışırken pencere tuzla buz oldu. Yavuz uzun kanepeyi bizi koruyacak bir şekilde yan çevirdi. İkimizde devrilmiş koltuğun arkasına sığınmış üzerinize yağan kurşunlardan korunmaya çalışıyorduk.
Yavuz belinden silahını çıkartmış penceren bize ateş eden adama doğrultmuştu.
Nutkum tutulmuş bir şekilde olanları seyrediyor ne yapacağımı bilemez bir halde ona bakıyordum.
Yavuz ard arda ateş ediyordu. Nihayet pencerenin orada pusuya yatmış adamı vurmayı başarmıştı.
O yönden silah sesleri kesilmişken kulübenin tahta kapısı sert bir şekilde yere yıkılmış, içeriye iki iri yarı silahlı adam girmişti.
Biz ise lanet olasıca bir kanepenin arkasına saklanmıştık.
Yavuz seri bir hamleyle savrulacakken kolunu tuttum.
İkiye karşı tekti.
Birini vursa bile diğeri Yavuz'a ateş edecekti.
Bana dişleri sıkılı bir halde bakarken elinin üzerindeki elimi ona acı veriyormuş gibi silkelemiş, ateş etmek için hamle yapmıştı ki ard Arda iki silah sesi geldi.
Ne olduğunu anlamaz bir şekilde birbirimize bakmış, sessizlik sonsuza kadar devam edecek gibi sürerken yabancı bir erkek konuşmaya başlamıştı.
"Yavuz bey," dedi bir adam.
"Artık çıkabilirsiniz ortalık temiz fakat acele etmeliyiz."
Adamın sözleri Yavuz için bir şifre gibiydi. Yavaşça fakat silahını bırakmadan doğruldu.
Bende onu taklit ederek ayağa kalkmış, harap haldeki kulübenin içine bakmıştım.
Sanki şu andaki tek sorun buymuş gibi.
"Gitmeliyiz," dedi adam.
Yavuz da onu onaylayarak kafasını salladı ve beni bileğimden hafifçe tutarak peşinden sürüklemeye başladı.
Yaşanan olayların şokuyla ne diyeceğimi bilmiyordum. Tek yaptığım ona boyun eğerek takip etmek oluyordu.
Siyah bir Mercedes kulübenin biraz ilerisine park edilmiş bir haldeydi.
Tanımadığım adam şöför koltuğuna geçerken Yavuz ve ben arka koltuğa oturmuştuk.
Farkında değildim ama ellerim durmamacasına şiddetle titriyordu.
Yavuz benden önce fark etmiş, bileğime yapışmış elini, ellerimin üzerine kapatarak varlığını tüm ruhuma hissettirmişti.
Şöför koltuğundaki adam son hız arabayı sürerken gecenin karanlığında hangi yolda olduğumuzu dahi bilmiyordum.
Yavuz'un varlığı tüm ruhuma yayılıyor, şartlar içerisinde olabileceğimden de çok huzur içinde olmamı sağlıyordu.
Başımı yavaşça Yavuz'un omzuna koydum ve yaşlarla dolan gözlerimin akmaması için tüm gücümü harcadım.
"O adamlar," dedim sesimi yeni keşfetmiş gibi ürkek bir halde.
"Öldüler mi?" Diye sordum gözlerimi sımsıkı yumarak.
Elimde Yavuz'un elleri, başım onun göğsündeyken hala hayatta olduğu için içimden Allah'a şükrettim.
O adamların ölmüş olduğunu içten içe bilsem de bir yanım böyle bir olayı idrak etmekte güçlük çekiyordu.
Arabadaki sessizlik hiç bozulmamış, tek ses tekerlerin bazen çarptığı çakıl taşlarının çıkarttığı sesti.
Başka bir şey söylemeden sustum ve adamın bizi nereye götürdüğünü bile umursamadan gözlerim kapalı bir halde aşık olduğum adamın varlığını tüm hücrelerime depolamaya çalıştım.
Ne kadar sürdüğünü bilemesem de araba durduğunda mecburen gözlerimi araladım ve istemesem de Yavuz'dan biraz uzaklaşarak bakışlarımı aşık olduğum çehresine çevirdim.
"Geldik," dedi yavuz sesi oldukça rahatsız bir şekilde çıktığından kaşlarımı çattım. Fakat sebebini soracak fırsatı bulamadan Yavuz kapıyı açmış arabadan inmişti.
Bende mecburen onu takip ederek arabadan indim ve açık bir arazinin ortasında olduğumuzu fark ettim. Sadece bir tane büyük villa, birkaç metre ileride tüm heybetiyle duruyordu.
Ben geldiğimiz yeri algılamaya çalışırken iki metre ötemdeki mafya babası kılıklı adamları geç fark etmiştim.
Bakışlarımı o yöne çevirdiğimde karanlıkta ki adamların arasında Koray'ın da olduğunu fark etmiştim.
Tüm hücrelerime elektrik verilmişçesine kendime geldiğimde adamların en önünde duran orta yaşlı adamla göz göze gelmiştik.
Sinirden ellerim yumruk olmuş bir halde, dişlerimi sıkmış, olanları idrak etmeye çalışıyordum.
Yavuz'un eli içindeki elimi kendime doğru çektim.
O sırada gözümden akan bir damla yaşa engel olamasam da biliyordum.
Karşımdaki adam konuşmadan önce bile.
Yanımdaki adamın ihanetini.
"Merhaba Yazgı," dedi adam pürüzlü bir sesle.
"Ben Oktay."
——-Bölüm sonu——-
Herkese keyifli okumalar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mürekkebi
Fiksi Umum"Ona benzemiyorum," dedim dişlerimin arasından. Beni bu denli sinirlendireceğini düşünmediğinden yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkın bir ifade almıştı. "Ona benzemiyorum," dedim inatla, gözlerim dolu bir şekilde. Ardından da öfkeyle gözlerimi yumd...