Bölüm 29
Başımda keskin bir ağrı hissettim ve yüzümü buruşturarak gözlerimi araladım. Bir önceki gün yaşananlar aklıma geldiğinde baş ağrım sanki mümkünmüş gibi daha da şiddetlendi.
Uyku sersemi bir halde yatakta doğruldum ve sağ elimi kaldırarak başımı ovaladım.
Uykulu gözlerle etrafıma bakındığımda odanın kapısının önüne engel olarak çektiğim makyaj masası gözüme takıldı ve bir önceki geceye dair son anım zihnime süzüldü.
Orada otururken uykuya dalmıştım... fakat şimdi yatakta üstelik üzerim örtülü bir şekilde uyanmıştım...
Ani bir refleksle kaşlarımı çattım. Bu da doğal olarak baş ağrımı arttırmıştı.
Beynim ne olduğunu anlamaya çalışırken, kalbim korkuyla atmaya başlamıştı.
Fakat her iki yönden de çıkmaza girdiğimden tek yaptığım aptal gibi odaya göz gezdirmekti.
Neden sonra tam karşı çaprazımdaki beyaz kapı dikkatimi çekti.
Yataktan dengemi sağlamaya çalışarak kalktım. Kapıya doğru birkaç sarsak adım atmıştım ki, kapı ardına kadar açıldı ve Yavuz içeriye adım attı.
Doğal olarak zihnimdeki tüm taşlar da yerine oturmuştu.
Yüzümü ifadesiz tutmaya çalışarak ona baktım ve hiçbir şey söylemeden birkaç saniye önce kalktığım yatağa geri oturdum.
Yavuz elindeki tepsi ile bana doğru kendisinden emin adımlar atarken, alayla gülümsemekten kendimi alamadım.
Tepsiyi hafifçe yatağın üzerine bırakmış, hiçbir şey söylemeden gözlerimin içine bakıyordu.
Normal şartlar altında, her şey yolunda olsaydı bu yaptığını çok romantik bulurdum. Fakat şu an yaptığı bu hareket öfkemi daha çok harlamaktan başka bir işe yaramamıştı.
Ondan uzaklaşma amacıyla yataktan kalktım ve pencerenin önündeki tekli koltuğa oturup, aydınlanmış olan gökyüzüne çevirdim bakışlarımı.
Varlığı şu an dünyadaki en zor şeydi benim için.
Sevdiğim adam tarafından birden çok kez ihanete uğraşmıştım.
Beni herkesten korumaya çalıştığını biliyordum fakat bu son yaptığı şey tam anlamıyla silahı tam kalbime nişan alıp ateşlemekti.
Ve benim kalbim onun aşkıyla birlikte ölüyordu.
"Yazgı," dedi sabır diler gibi bir ses tonuyla.
O yokmuş gibi davranmak tek seçeneğim olduğundan bakışlarımı gökyüzünden çevirmedim.
"Sonsuza kadar aç kalamazsın," dedi ve derin bir nefes aldı.
Bir tepki vermeyeceğimi ve ona bakmayacağım bildiğinden, birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı.
"Bak herkese kızgın olduğunu biliyorum. Ama böyle çocukça davranarak bir yere varamazsın."
Öfkeden gözlerim dolmuş, ellerim hafifçe titremeye başlamıştı.
Oturduğum yerden ayağa kalktım. Ve iğrenerek baktım sevdiğim adama. Bu kadar öküz olmasına karşın hem şaşkın hem de öfkeliydim.
"Sen," dedim öfkeli bir şekilde.
"Aptalın tekisin."
Bir tepki vermeyerek baktı yüzüme.
Ondan herhangi bir tepki alamamak saçma bir şekilde beni daha çok sinirlendirmişti. Birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattım ve tüm gücümle yumruklarımı indirdim göğsünün üzerine.
"Keşke," dedim bir damla göz yaşı gözümden firar ederken.
"Tüm bunlar olmadan önce ölseydim," zar zor tuttuğum bir hıçkırık dudaklarımdan dökülürken bir kez daha indirdim sert darbeleri göğsünün üzerine.
"Keşke, güvenebileceğim herkesi kaybetmeden önce kaybetseydim ruhumu."
"O zaman bu kadar acı çekmezdim."
Dedim ve ellerimin tersi ile yüzümü kuruladım.
"Oradan ahkam kesmek çok kolay," dedim nispeten biraz daha sakin bir şekilde.
"Her şey normalmiş gibi davranmadığım için üzgünüm. Ama normal değil zaten. Ve," dedim burnumu çekerken.
"Teşekkür ederim. Bana kalsa seni ne yaparsan yap kalbimden söküp atamazdım. Ama sen, kalbimde kendini öldürdün. Ve ben, bu yüzden çok acı çeksemde, hatta aşkından ölsemde affetmeyeceğim seni. Aşık olduğum adamken artık hiç kimsesin benim için Yavuz. Ve tüm bunlar bittiğinde, hayatımda esamen bile okunmayacak."
Sözlerim üzerine gözlerinde parlayan kısa süreli bir ışık gördüğüme yemin edebilirdim. Fakat o kadar kısa sürmüştü ki, üzerinde çok durmayarak biraz önce oturduğum yere geri oturdum.
"Şimdi," dedim kendimden emin bir şekilde.
"Beni yalnız bırak. Ayrıca şunları da götür," dedim tepsiyi işaret ederek.
Hiçbir şey söylemeden birkaç saniye boyunca gözlerimin içine baktı. Fakat gözlerimin içinde aradığı şeyi bulamamış olmalıydı ki, kabullenmek istemediği
Bir mağlubiyetle çöktü omuzları, ardından da dediğimi yaparak çıktı odadan.
Onun arkasından kalan boşluğa gözlerimi dikerek baktım.
Haykırarak ona doğru koşmak, kollarının arasında ağlamak isteyen yanım, ona öfkeli olan yanımı baskılamaya çalışıyordu. Fakat biliyordum ki, onu affetmek veya tüm bu olanları yok saymak kolay değildi.
Hüzünlenmemeye çalışarak bakışlarımı tekrar gökyüzüne çevirdim ve ne kadar olduğunu bile bilmediğim bir süre boyunca öylece baktım camdan dışarıya.
Önceden güvendiğim herkes bana öyle ya da böyle
sırt çevirmişti. Kabullenmem gerekirdi ki beni en çok yaralayan şey sevdiğim adamın beni düşmanın inine getirmiş olmasıydı.
Burada biyolojik ebeveynlerimle olmaktansa, ölmüş olmayı bin kez yeğlerdim ve bunda tüm kalbimle samimiydim.
Yavuz'un biraz önce çıktığı kapı tekrar aralandığında bu sefer Koray girmişti içeriye sakin adımlarla.
Onu gördüğümde yerimde huzursuzca kıpırdandım. Fakat uyuşan bacaklarım kendisini iyiden iyiye hissettirmişti. Demek ki Yavuz gideli epey olmuştu.
"Yazgı," dedi mahçup bir sesle. Güç toplamak istercesine derin bir nefes aldı ve sakin adımlarla ilerledi. İlk anlarda yüzüne odaklı olduğumdan elindeki siyah poşeti geç fark etmiştim.
Olumlu veya olumsuz bir tepki vermeden ona bakıyordum.
Olumsuz bir tepki vermediğimden biraz rahatlamış gibiydi.
Ne yapabilirdim ki? Elime gelen her şeyi üzerine fırlatıp, kaçmayı deneyeceğimi mi sanıyordu? Ellerinde bir tutsak, aciz bir mahkumdum.
Aramızda birkaç adımlık mesafe kaldığında, teklifsiz bir şekilde yatağın kenarına oturdu ve bakışlarını yüzümde gezdirdi.
Hasar kontrolü mü yapıyordu? Ne kadar kötü olduğumu tahmin etmeye çalışıp, ona göre mi konuşacaktı yoksa...
Artık bir önemi yoktu.
İstediği şekilde konuşabilir, istediği şeyi yapabilirdi.
"Bak," dedi sakince.
İfadesiz bir şekilde ona bakıyordum zaten.
Elimde değildi.
Eğer içimdeki duygulara hakim olamasam, öfkem tüm duygularımı bertaraf edip herkesi ve her şeyi küle çevirecekti.
"Sana saçma geldiğini ve hepimize öfke dolu olduğunu biliyorum. Yaptığımın, yaptıklarımızın hiçbir kabul edilebilir yanı olmadığını da biliyorum ve bin kere, milyon kere özür dilerim. Sen bunları hak etmemiştin." Dedi ve gerçekten pişmanlıkla baktı gözlerimin içine.
"Tâ en başından beri, hiçbir şeyin böyle olmasını istememiştim yemin ederim. Ama her şey o kadar karmaşıktı ve ben o kadar toydum ki, hata üstüne hata yaptım. Başına buyrukça davrandım ve defalarca kez hayatını tehlikeye attım. Sen hiçbir şeyi bilimiyorken, ben çok geç öğrendiğim gerçeklerle boğuşuyordum. Ve sen hiçbir şeyin farkında değildin." Dedi ve bir tepki ararmış gibi baktı gözlerimin içine.
Fakat benim tek yaptığım koltuğa biraz daha yaslanmak olmuştu.
Yüz ifademde hiçbir değişiklik yoktu.
"Yemin ederim Yazgı, sana gerçeği defalarca anlatmak istedim. Ama her defasında hiç planda olmayan şeyler oldu ve hepsi de olumsuz şeylerdi. Üstüne üstlük birkaç defa benim yüzümden tehlike altında kaldın. Bende seni uzaktan korumaya karar verdim. Üzgünüm, gerektiği gibi abilik yapamadım sana." Dedi ve hüzünle gülümsedi.
"Üçümüzün normal bir hayat yaşamasını o kadar çok isterdim ki. Ama hepimiz ebeveynlerimizin hatalarının bedelini ödedik. Hâlâ daha ödüyoruz." Dedi ve söyleyeceği şeyler bitmiş gibi derin bir nefes aldı.
Daha fazla söyleyebileceği bir şey yoktu.
Titrek bir nefes aldım ve ses tonumda hiçbir duygu kırıntısı olmaksızın konuşmaya başladım.
"Yavuz bana bazı şeyler anlattı," dedim ve umursamıyormuş gibi omuz silktim.
"Ama kafamda yerine oturmayan şeyler var." Dedim kaşlarımı çatarak.
"Elbette, sorarsan dürüstlükle cevaplayacağımdan emin olabilirsin," dedi heyecanla gözlerinin içi parıldamıştı.
"Baban," dedim o adama baba dememi beklemediğinden şaşırmadan dinlemeye devam etmişti.
"Nasıl olurda, üç farklı kadından çocuğu olur? Üstüne üstlük ikisi kız kardeşken," dedim tiksintiyle.
Sorum üzerine Koray derin bir nefes almış, birkaç saniye söyleyeceklerini tartarak yüzüme bakmıştı.
"Şöyle ki," dedi ve buruk bir tebessüm etti.
"Babam gençlik yıllarında annen ile sevgiliymiş. Fakat teyzen, nasıl olduysa dedenin aklına girmiş. Babamın onunla evlenmesini sağlamış. Bu evlilikten de çok geçmeden Begüm dünyaya gelmiş. Tabi ki annen, hala babamızı seviyormuş fakat ablası ile evli olduğundan aşkını kalbine gömmek zorundaymış. Babamızdan uzak durmaya çalışmış, fakat bunun yerine teyzenle arası gün geçtikçe daha çok açılmış," dedi ve duraksadı.
Beynim onun söylediklerini hazmederken, kaşlarım çatıldı.
"Begüm en büyüğümüz. Ve bende en küçüğünüzüm. Öyleyse sen benden önce doğduğuna göre, baban annenle nasıl tanışmış?" Diye sordum merakla.
Bu sorum onu bir önceki sorudan daha çok zorlamış gibi yüzündeki buruk gülümseme de soldu.
"Annemin ilk eşi Behçet amcaydı," dedi Koray yavaşça.
Gözlerim şaşkınlıkla açılmış, Koray'ın söylediğini hazmetmeye çalışıyordum.
"Ne yani, annen dayımla mı evliydi önceden?" Diye sordum bir an önce gerçeklere ulaşma isteğiyle.
Başıyla onayladı ve konuşmaya başladı.
"Begüm iki yaşındayken, teyzenle babamızın evliliği iyice çatırdamaya başlamış. Aynı evin içinde evli olduğu kadının kız kardeşine aşık bir adam.. istemediği bir evliliğe sıkışıp kalmış. Fakat annen ablasının kocasından köşe bucak kaçarken, babam da git gide çöküyormuş. Tabi ki tüm yaptıkları şeyleri bu durum haklı çıkarmaz, ben bana anlatılanları anlatıyorum sana. En son bir gün, artık nasıl bir fırsat buldularsa, babamın sarhoş olduğu bir gün annemle ilişkiye girmişler." Dedi utanarak.
"Annemde babamı seviyormuş, daha eve geldiği ilk günden beri. Evet yani, Behçet amcayı aldatmış. Hem de defalarca. Babam için bunun hiçbir önemi yok tabii. O sevmez zaten dayını. Ama annem bana hamile kaldığında, ne yapacaklarını bilememişler önce. Ama sonra babam evden uzaklaşmak için bir sebep bulabilmiş. Neticede evi terk edip gitmişler. Arkalarında dayını ve diğerlerini bırakarak. Yani," dedi hüzünle gülümseyerek.
"Babam önce Begüm'ü terk etti."
Zorlukla yutkundum ve hikayenin devamını duyabilmek için büyük bir istek duydum.
"Yani bu durumda annen de Bulut'u terk etmiş oluyor. İkisi de çocuklarını bırakmış.." dedim yaptıkları iğrençliklere tiksinerek.
"Yani... aslında Bulut annemin öz çocuğu değil. Behçet amcanın önceki evliliğinden oğlu. Yani annemle ortak bir çocukları olmadan annem kaçmış zaten," dedi gülerek. Bunda komik bir şey olmadığını ikimizde biliyorduk. Fakat kendi hikayesini de anlattığından oldukça gergin ve üzgün olduğunu biliyordum.
O yüzden bunu üzerinde çok durmadım ve hikayenin devamını dinlemeye koyuldum.
"Evden kaçtıktan bir süre çok sıkıntı çekmişler maddi anlamda. Ayrıca ikisinin de boşanma süreçleri çok sancılı geçmiş. Bu süre zarfında babam şirket kurmuş ve epey ilerletmiş. Ben doğmuşum falan derken ben beş yaşlarındayken annenle iş vesilesiyle karşılaşıyorlar. Tabi ki yıllardır küllenen aşk bir anda tekrar harlanıyor. Zaten ihanetle kurulan bir yuvanın sağlıklı bir yuva olmayacağını herkes bilir. Babam annemi de aldatıyor annenle. Bunun için çok üzgün olduğumu söyleyemeyeceğim. Herkes hak ettiğini yaşadı neticede," dedi ve omuz silkti hafifçe.
"Yanlış anlama, biz üçümüz bu ebeveynleri seçmedik. Doğal olarak bu hikayede kurban biziz." Dedi ve hafif bir tebessüm etti.
"Neyse işte, bir süre sonra annen sana hamile kalmış. İlk başta herkesten gizlemişler. Annen evi terk etmiş. Fakat bebeğin babasının kim olduğunu bilmediklerinden deden ve dayın annene sahip çıkmak istemiş önce. Sonra gerçekler açığa çıktığında deden anneni reddetmiş. Bu nedenle de deden ölene dek, dayın seni hep uzaktan kontrol etti. Tabi bunları yaparken de babama hayatı dar etmekten geri kalmadı. Önce şirketi iflas noktasına geldi. İşleri toparlaması yıllar sürdü. Buna rağmen baban olduğunu sandığın adama her ay yüklü miktarda para yolladı," dedi bakışlarıyla yüzündeki ifadeyi tartarak.
Tek anlamıyla şoka girmiştim duyduklarımdan ötürü. Yüzümden yaşadığım şaşkınlığın okunduğuna da emindim.
"Sen tüm bu olanları ne zaman öğrendin?" Diye sordum yavaşça.
"19. Yaş günümden bir süre sonra, babamın telefonda biriyle konuştuğunu duydum. Dayın yine işleri bozuyor daha da ileri giderek babamı öldürmekle tehdit ediyordu. Babama bu konuyu sorduğumda kaçamak cevap verdi ve konuyu dağıtmaya çalıştı. Fakat ben işin peşini bırakmadım. Önce Behçet bey sayesinde Begüm'ü öğrendim. O zaten seni ve beni biliyordu. Fakat annesinin akıl almaz önlemleri yüzünden hapis hayatı yaşıyordu. Ayrıca o da babamıza karşı pek olumlu duygular beslemiyor..." dedi laf arasına sıkıştırarak. Bunu öğrendiğim iyi olmuştu.
"Begüm bana senden bahsetti. Tabi beynimden vurulmuşa döndüm. Aynı gün hem bir ablam olduğunu hem de bir kız kardeşim olduğunu öğrenmiştim," dedi ve gülümsedi.
Birkaç dakika ikimizde sessiz kalmıştık.
Ben öğrendiklerimin ağırlığıyla ezilirken, Koray sakince yüzümü izliyor, ne hissettiğime dair fikir sahibi olmaya çalışıyordu.
"Yazgı," dedi sakince.
"Gerçekten elimden gelse en başından her şeyi değiştirmek isterdim. Sana hiç yalan söylememeyi ve seni normal bir abi gibi korumayı... fakat şartlar benimde elimde olamayan bir şekilde gelişti ve bunun için çok üzgünün ama..." dedi ve durdu.
"Sizi öğrendiğim günden beri hiçbir Allah'ın günü geçmedi ki şükretmediğim. Tüm bu iğrençliğin içinde biz masumuz. Evet yanlış şeyler yaptık öyle ya da böyle. Fakat ebeveynlerimizi seçemeyiz. Bu yüzden kendini suçlama ve onların yaptığı günahları üstlenme. Kendinden nefret etme. Mümkünse beni de affet," dedi ve oturduğu yerden yavaşça kalktı.
Onunla konuşmak kabullenmek istemediğim kadar iyi gelmişti. Hala kırgındım fakat artık olayları biliyordum.
Aynı anda hem üzerimden büyük bir yük kalkmış hem de başka yükler yüklemişti omuzlarıma sanki.
"Bu arada bu poşetin içinde birkaç kitap var. Umarım seversin," deri ve hafifçe gülümseyerek poşeti bana doğru uzattı.
Hipnoz olmuş gibi bir şekilde poşeti aldım.
"Teşekkür ederim," diye mırıldandım yavaşça.
Koray'da hafifçe gülümsedi ve odadan ağır adımlarla çıktı.
Arkasından kafam karışmış bir şekilde bakıyor, önce öğrendiğim hangi bilgiyi değerlendireceğimi düşünüyordum.
Elimde bana verdiği poşet, zihnimde bir yığın gerçek ve kalbi kırık bir aşıktım.
Bu kadar şeyin ortasında yapayalnız ve çaresizdim.
Fakat biliyordum ki tek yaralı ben değildim.
Bir şekilde üçümüz de istemediğimiz bir şeyin mağduru olmuştuk.
Hepimiz bunca zaman ebeveynlerimizin hatalarını ödemiştik.
İçimden bir ses artık her şeyin değişeceğini söylüyordu.
Öyle olması için dua ettim.
Yaralarımızı sarmak çok zaman alacaktı.
Fakat Koray'a karşı biraz yumuşamış olmak bile bana iyi gelmişti.
Bir abim vardı...
Koray'ı kabullenmek çok da zor olmayacak gibiydi.
Hafifçe gülümsedim ve elimdeki poşete sarıldım.
Belki hiçbir zaman küçük bir kız çocuğuyken beni koruyamayacaktı.
Fakat beni öğrendiği günden beri benim için elinden gelen her şeyi yapmıştı.
Önemli olan da şu andı.
Ne geçmiş, ne gelecek.
Sadece şu an vardı iyileşmek için.
Birbirimizi iyileştirmek için..
BÖLÜM SONU.
Lütfen oy verin ve yorum yapın benim için çok önemli. Keyifli okumalar. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere sizi seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mürekkebi
Fiksi Umum"Ona benzemiyorum," dedim dişlerimin arasından. Beni bu denli sinirlendireceğini düşünmediğinden yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkın bir ifade almıştı. "Ona benzemiyorum," dedim inatla, gözlerim dolu bir şekilde. Ardından da öfkeyle gözlerimi yumd...