Bölüm 5

165 14 5
                                    

"İlkbaharın gelişiyle içimizde filizlenen çiçekler, ruhumuzun kanatlarının kırılmasıyla soluyordu. Her ne kadar güzel ve mutlu bir hayat dilesek de, belli şartlar altında, hayallerimizin dışında olan hayatlara kalıyorduk. Nefes almanın yaşamak olmadığını öğrendiğimiz an, büyüyorduk. Uzun veya kısa süren ömrümüz süresince küçük bir oyuncağın bizi mutlu etmesinden daha çok mutlu eden bir şeye rastlamıyorduk belki. Yıllar geçiyordu, zaman sinsi sinsi avuçlarımızın arasından kayıp gidiyordu. "

Elimdeki kitabın kapağını yavaşça kapatıp kafenin içini düşünceli gözlerle süzdüm. Bomboştu. Sabahın erken saatleri olduğundan ortalık tenhaydı. Koray ve Oğuz birazdan burada olurlardı muhtemelen.

Ortalığın bu kadar tenha olduğu zamanları seviyordum. Sakince duruyor, hem kendimi hem hayatı sorguluyordum. Kitap okumaksa ayrı bir dünyaydı ve ben o dünyayı bu dünyadan daha çok seviyordum.

Yıllardır okumaktan yıpranmış kitabımı yavaşça sırt çantamın içine koydum. Ardından da cebimden telefonumu çıkartıp Koray'dan veya Nazlı'dan bir mesaj var olup olmadığını kontrol ettim.

Yoktu.

Nazlı bilmem kaçıncı rüyasını görüyor olmalıydı. Koray ise biraz geç kalmıştı. Fakat şu anlık bu sorun değildi.

Mutfağa girdim ve sıcacık poğaçaları fırından çıkarttım. Koruyucu tabaklara poğaçaları güzelce yerleştirdikten sonra kafenin ana alanına girdim ve tezgahın üzerine poğaçaları bıraktım. Birkaç dakika içinde öğrenciler kendilerine simit ve poğaça almaya geleceklerdi.

Murat amca içeride kurabiyeleri hazırlarken bende kafenin içinde bana uzun gelen dakikalar boyunca boş bir şekilde durdum. Çalışmak kendimi daha iyi hissettiriyordu. Daha çok aktif olmak daha az düşünmek demekti.

Bazen düşüncelerim birleşiyor, sonu olmayan bir labirent oluşturuyordu. Ve o labirentten kurtulmak bazen günlerimi alıyordu.

Tehlikeli düşüncelerin kıyısında dolanırken kafenin kapısı açıldı ve içeriye üç minik öğrenci gülümseyerek girdi. Sırtlarında neredeyse boyları kadar çantaları, zar zor ve uykulu bir şekilde yürüyorlardı. Onların bu haline gülümsedim ve iyice yaklaşmalarını bekledim.

"Ne istersiniz küçük beyler?" dedim gülümseyerek. Üçü de hep bir ağızdan peynirli poğaça diye bağırdılar. Gülümseyerek elime eldiven geçirdim ve kağıt poşetlere ikişer tane poğaça koydum. Poğaçaların parasını ödeyip ayrılırken arkalarından gülümseyerek baktım.

Çocuklar ayrıldıktan on dakika sonra Koray içeriye girdi. Soğuktan korunmak için kalın bir mont giymiş, yüzüne de siyah bir atkı sarmıştı.

"Günaydın," dedim bu haline gülümseyerek.

"Günaydın," diye karşılık verdi atkıyı boynundan çekip alırken.

Benden iki yaş büyüktü, zayıf ve uzun boyluydu. Boy farkı yüzünden Nazlı ile sürekli birbirlerine laf atıyorlardı. Kafe de Nazlı yokken enerjide yoktu. Nazlı'nın bir an önce gelmesini istiyordum. Koray üzerindeki montu çıkartıp askılığa asarken boş gözlerle etrafa baktım. Günün bu saatlerinde etraf ıssızdı. Gelen gidenler öğlene doğru artış gösteriyordu.

"Cem yok bugün, Oğuz birazdan gelir. Nazlı büyük ihtimalle gece hangi mağazada ne kadar indirim olduğunu araştırmaktan uyumadı. Telefonu açmıyor, rüyasında kesin alış veriş yapıyordur," dedim gülümseyerek.

Koray da geniş bir gülümsemeyle yanıma doğru gelirken kafenin kapısı açıldı ve içeriye Orhan amca girdi.

"Günaydın," dedi. Ellili yaşlarının ortasındaydı, tek yaşıyordu. Geçmişine dair hiçbirimiz hiçbir şey bilmiyorduk. Fakat çok iyi biriydi ve hepimize elinden gelen yardımı yapıyordu.

Gecenin MürekkebiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin