Bölüm 30
Koray ile konuşmamızdan sonra tam bir hafta geçmişti. Bu bir hafta boyunca kaldığım odadan hiç çıkmamış, bir lokma dahi hiçbir şey yememiştim. Tek yaptığım tüm gün bomboş oturarak, Koray'ın getirmiş olduğu kitapları okuyarak geçiyordu. Açlıktan başım dönüyor, kendimi çok bitkin hissediyordum fakat bir şey yememeye kararlıydım. Bu çatı altında kalmak bile benim için inanılmaz yaralıyıcıydı ve kesinlikle bunu daha zor bir hale getirmeyi düşünmüyordum.
Bu geçen bir hafta da Koray sık sık yanıma geliyor, benimle sohbet ediyordu. Fakat yemek yemem için baskı yapmanın bir işe yaramayacağını bildiğinden bu konuya dair tek bir cümle çıkmıyordu ağzından.
Yavuz...
aklıma her geldiğinde kalbime kızgın demir saplanıyordu sanki. Her gün üç kere yanıma geliyor, yemek getiriyor fakat her defasında hiç dokunulmayan tepsiyi götürüyordu. O geldiğinde bulunduğu noktaya bile bakmıyor, varlığı beni mahvederken hiçbir şey olmuyormuş gibi davranıyordum.
Ona dair içimde kırılan duyguların beni ne denli ezdiği gerçeğiyle bile yüzleşemiyordum. Tüm hayatım başıma yıkılırken sevdiğim adam ile kalbim arasında milyonlarca mesafe varmış gibiydi.
Dakikalardır okumaya çalıştığım kitabı yavaşça kapattım ve gözümden akmakta olan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim.
Tüm bu olanlar bittiğinde onsuz bir hayat gerçeğiyle karşı karşıya kalacaktım. Buna alışmalıydım.
Su içmek için kalktım ve banyoya doğru ilerledim. Sarsak adımlarla ilerliyor, başımın iyiden iyiye dönmeye başlamasını ve açlıktan kasılan midemi yok saymaya çalışıyordum.
Aynadaki aksimle her karşılaştığımda irkilmemi önleyemiyordum.
Göz altlarım çökmüş ve morarmış bir haldeydi. Bu bir haftada hiç besin almadığımdan hem kilo vermiştim hem de gözlerim donuk bakmaya başlamıştı.
Yürüyen bir robottan farksızdım.
Aynada kendime bakmaya bir son verip önce ellerimi, ardından da yüzümü yıkayıp musluktan su içtim.
Mideme su dışında bir şey gitmediğinden açlığa ek olarak bulantı da vardı. Yüzümü buruşturdum ve içtiğim suyu tekrar çıkarmamayı dileyerek kalktığım yatağa doğru ilerledim.
Ne olursa olsun, ne kadar bencilce olursa olsun bu evden gidecektim. Üstelik neredeyse kusursuz sayılabilecek bir planımda vardı.
Hafifçe gülümsedim ve bu plana tutunarak açlığımı göz ardı ettim.
Odanın kapısı hafifçe aralandığında zihnimde ki planı geri plana iterek ifadesiz bakışlarımı kapıya çevirdim.
Yavuz tüm heybeti ve elindeki tepsi ile bana doğru emin adımlarla yürürken bakışlarımı ondan çekip biraz önce okumaya çabaladığım kitaba çevirdim. En son kaldığım sayfayı açarak arkama yaslandım ve okumaya devam etmeye çalıştım.
Bu esnada Yavuz aramızdaki mesafeyi tamamen kapatmış, elindeki tepsiyi yatakta boş kalan alana bırakmıştı. Onun hiçbir şey söylemeden gitmesini beklerken, ki diğer günler böyle yapıyordu, bu sefer tam tersi bir şekilde yatağı dolandı ve benim yanıma geldi.
Elimdeki kitabı bir hamlede çekip aldığında şaşırmıştım fakat belli etmemeye çalışarak baktım yüzüne.
Ona karşı şaşkınlık gibi basit bir duygunun bile içimde filizlenmediğini bilmeliydi.
"Bu saçma tavrına daha ne kadar devam edeceksin?" Diye sordu öfkeyle.
Başımda dikilmiş daha önce çok ender şahit olduğum öfkesi ile bakıyordu yüzüme. O an yatakta oturarak aramızdaki boy farkını bu kadar çoğalttığım İçin kendime içimden büyük bir küfür savurdum.
Onu yok saymaya devam ederek bacaklarımı uzattım ve yorganı çekerek üşümeye başlayan bedenimi ısıtmaya çalıştım.
"Lanet olsun, Yazgı," dedi ve okkalı bir küfür savurdu.
Sakince yutkundum ve bir şey söylememeye kararlı bir şekilde önüme bakmaya devam ettim.
"Bana bak," dedi ve ani bir hamleyle eli çenemi kavrayarak kafamı kendisine doğru çevirdi.
Hareketi hızlı ve etkili olsa da hiç canımı yakmamış, buna ayrı bir özen göstermişti. Elinin tenime temasıyla bütün bedenim irkilmiş, kalbim yerinden fırlayıp atacakmış gibi çarpmaya başlamıştı.
"Senin saçının teline bir zarar gelmesindense, en büyük yalanları söylemeye, kendimde dahil herkesten ve her şeyden vazgeçmeye hazırım. İstediğin kadar halinden memnun olma. Önceliğim hayatta olman," dedi ve çenemi tutan elini kaldırarak hafifçe yüzümü okşadı.
"Seni bir kere daha kaybetme riski ile karşı karşıya kalmayacağım." Dedi ve tenimle temasını keserek arkasını dönüp hızla uzaklaştı benden.
Kapının kapanma sesi yerimden sıçramama yetecek kadar güçlü çıkmıştı.
Bakışlarımı kapıdan çekip önüme çevirdiğimde Yavuz'un elimden aldığı kitap duruyordu. Ne zaman bıraktığının bile farkına varmamıştım...
——————————-
Yavuz odadan çıktıktan sonra bir süre daha kitap okumaya çabaladım, normal
zamana göre daha yavaş okuyordum fakat okumaktan başka bir seçeneğim olmadığından kendimi okumak İçin zorluyordum.
Yavuz yanımdan ayrılalı yaklaşık iki saat olmuştu, getirdiği tepsi de bıraktığı şekilde duruyordu. Aç kalmak tabi ki kolay bir şey değildi ve içimden bir ses artık gerçekten mideme bir besinin girmesi gerektiğini söylüyordu.
Odanın kapısı yavaşça açılırken düşüncelerim zihnimin arka odalarına doğru yok olmuştu.
Koray sakin bir şekilde kapıyı kapatmış, yanıma doğru yüzünde hafif bir gülümsemeyle geliyordu.
Planımı devreye sokmanın tam zamanıydı.
Ona karşı son zamanlarda yumuşamış olsam da bu durum buradan ayrılmak İçin elimden gelen her şeyi yapacağım gerçeğini değiştirmiyordu.
Sakince bana doğru gelip, her zaman yaptığı gibi yatağa oturmasını bekledim. O bana yakın bir şekilde otururken rahatsız olmuş gibi yaparak yatağın sağ köşesine doğru bedenimi ilerlettim ve nispeten arkasını bana doğru dönmesini sağladım.
Aramız tamamiyle düzelmediğinden hareketimi yadırgamayarak bakışlarını penceremden parçalı bulutlu olan kış havasına çevirdi.
Tüm planım telefonunun cebinde olmasına bağlıydı. Eğer telefonu yanında değilse maalesef yapacağım her şey boşuna olacaktı.
"Nasılsın?" Diye sordu bakışlarını camdan çekmeyerek.
Bir cevap vermeyip sessiz kaldım. İçimde bir yerler Koray'a bunu yapmamamı söylese de, burada bir köpek gibi sıkışıp daha fazla kalmayacaktım.
Gözlerimi Koray'dan çekmeyerek, sol elimi yatağın baş kısmında duran iki gözlü komidine doğru uzatmıştım. Elim komidinin üst kısmında gezinirken aradığımı bulmak İçin çokta beklememe gerek kalmamıştı. Küçük fakat metalden olan gece lambasını kavradım ve derin bir nefes alarak bana sırtı dönük bir şekilde oturan Koray'ın kafasına tüm gücümle indirdim.
Ağlamamak İçin dişlerimi sıkarak kendimi dizginledim.
Koray daha ne olduğunun bile farkına varmadan bayılmış, yavaşça yatağın üzerine düşmüştü.
Elimdeki gece lambasını hızla yatağın üzerine fırlattım ve çabuk olmaya özen göstererek Koray'ın pantolonunun cebini yokladım.
Telefonu tam da istediğim gibi cebindeydi.
Şifreyi bilmiyordum fakat telefonu parmak iziyle de açılıyordu bu nedenle vakit kaybetmeden Koray'ın sağ elinin baş parmağının parmak izi okuyucu kısmına okuttum.
Her şey beklediğimden de kolay oluyordu. Telefonun ekran kilidi açılıp ana sayfaya girdiğimde hiç vakit kaybetmeden rehbere girdim.
Tahminlerime göre burada olduğumu Dayım bilmiyordu. Anlatılanlara göre ne olursa olsun beni bu adamın yanında bırakmayacaktı.
Rehberde dayımın ismini buldum ve çabucak açmasını dileyerek telefonun çalmasını dinledim. Dördüncü çalışta açtığında neredeyse umudumu kaybetmek üzereydim.
"Efendim Koray," dedi keyifsiz bir tonla.
Bu adamın sesini duyduğumda bu kadar sevineceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi.
"Alo dayı," dedim hızlıca. Dayı kelimesini ilk defa sesli olarak söylüyordum buna onun da en az benim kadar şaşırdığını bilsem de üzerinde durmayarak konuşmaya başladım.
"Yavuz beni zorla Oktay'ın ve annemin kaldığı bir dağ başına getirdi. Yaklaşık on gündür buradayım. Koray'ı bayılttım. Lütfen beni buradan kurtar," dedim hızlıca. Zamanım çok dardı bu yüzden olabildiğince hızlı konuşuyordum.
"Nerdesin?" Diye soru Dayım yaşadığı ilk şaşkınlık dalgasından kurtulmuş bir şekilde.
"Bilmiyorum ama konum atacağım, beni alacak mısın buradan?" Diye sordum neredeyse ağlamaklı bir şekilde.
"Konum at sen hadi," dedi ve arka plandaki kişilere talimatlar vermeye başladı.
Kalbim zafer çığlıkları atarken hızlı davranmaya çalışarak hemen konum attım.
Birkaç kısa saniyelik süren sessizliğin ardından dayımın sesini duydum.
"Birkaç saat içinde oradayım, merak etme Yazgı," dedi.
"Teşekkür ederim. Bekliyorum, acele edin." Dedim ve vereceği cevabı beklemeden telefonu kapattım.
Yaptığım şeyin heyecanı bittiğinde ve son adrenalin damlası damarlarımdan çekildiğinde bilinçsiz bir şekilde uyuyan Koray'a baktım.
Başı kanamıyordu, nabzı da atıyordu.
Saate bir göz attım ve dayımın geleceği saatin gelmesini büyük bir sabırsızlıkla beklemeye başladım.
Yanımda baygın yatan Koray ve İçim içime sığmaz bir şekilde tam bir saat geçmişti. Fakat dışarıda bir hareketlilik yoktu.
Koray yavaşça kıpırdanacak gözlerini araladı ve ne olduğunu anımsamaya çalışarak gözlerini kırpıştırdı. Bense uyanmış olmasına sevinerek camdan bakmaya devam etmiştim.
Koray yavaşça doğrulup bakışlarını bana çevirdiğinde, içimde pişmanlığa dair bir duygu arasam da yoktu.
Tek istediğim dayımın bir an önce gelmesiydi.
"Yazgı," dedi acı çeker gibi.
Onu umursamadığımı belli eden bir şekilde yüzüne baktım.
Bu yaptığım İçin kimsenin beni suçlamaya hakkı yoktu.
Tam bir şey daha söyleyecekti ki, bahçeden önce birkaç arabanın motor sesi yükseldi.
Bakışlarımı cama çevirdiğimde uzun bir araba konvoyunun bahçeye giriş yaptığını gördüm.
Daha fazla bu cehennemde durmayacaktım.
Koray'ı şaşkın bakışları ile ardımda bırakarak koşar adımlarla ilerledim ve odadan çıktım.
Birkaç koruma odamın çevresinde dolansa da ne olduğunu henüz bilmediklerinden beni durdurmak İçin bir hamlede bulunmamışlardı.
Uçarcasına merdivenleri de indim.
Açlıktan başım dönüyor olsa da içinde bulunduğum durum herhangi bir sağlık sorununu hissetmeme olanak tanımıyordu. Merdivenler bitip de salona vardığımda, Yavuz'un tüm endamıyla camdan bakmakta olduğunu, Oktay isimli adamın da onun yanında olduğunu görmüştüm.
Annemse oturduğu yerden bakışlarını bana çevirmiş, bir duygu ifadesi bulunmayan gözlerle bakıyordu yüzüme.
Merdivendeki seslerden benim indiğimi anlamış olduklarından Yavuz'un sırtı kas katı kesilmiş, Oktay isimli adamsa ellerini Yumruk yaparak sıkıyordu.
Umursamayarak koşar adım ilerlemeye devam ettim.
Evden elimi kolumu sallayarak çıkacağımı düşünmüyor olsam da hiçbir koruma önümü kesmemişti.
Evden çıkıp da günlerdir ciğerlerime çekmediğim temiz havayı Derince soludum ve bahçede ki araba konvoyunun en önündeki arabaya doğru ilerledim. Dayım tam olarak o arabanın önündeydi
Selim, Bulut ve Begüm de gelmişti.
Fakat öylesine kalabalıktı ki, bu kadar çok kişi gelmelerine şaşkınlıkla bakakalmıştım.
Aramızdaki mesafe tamamen kapandığında sorar gözlerle önce Selim'e baktım. Ardından da Bulut'a.
Begüm sakince kolumu tutmuş destek olurcasına sıvazlayarak beni kendi yanına doğru çekmişti.
Evden sakin adımlarla Oktay, annem ve Koray çıkarken, Oktay'ın adamları ve Yavuz arkadan ilerlemekteydi.
Ortam o kadar gerilmişti ki. Kötü bir şeylerin olacağını hissederek nefesim kesilmişti.
"Yazgı istersen arabaya geç," dedi Begüm fısıltıyla.
Korkudan gözlerim açık bir şekilde önümdeki insanlara bakıyordum.
Dayım bir adım öne atmış, Oktay ile arasındaki mesafeyi kısmen azaltmıştı.
"Yıllar geçti." Dedi Dayım ondan daha önce duymadığım kadar korkunç bir ses tonuyla.
Sesinde ölümün tonu vardı.
Sayıca çok kalabalıktı da fakat böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmezdi.
Şaşkınlıkla birkaç saniye boyunca donakaldım.
Ardından da derin bir nefes aldım ve kendimi toparlamaya çalışarak dimdik durdum.
Üzerimde inçe bir bluz ve kot pantolon dışında bir şey yoktu. Ve hava lanet derecede soğuktu. Üstelik günlerdir bir şey yememiştim ve başım dönüyordu. Ve bir savaşın ortasında kalakalmıştım.
"Yıllar sandığımdan da kötü davranmış sana," dedi Oktay alayla.
O adamın sözlerinin üzerine dayım gür bir kahkaha attı.
"İflasın eşiğinde olan ve birazdan ölecek olan benmişim gibi konuştun." Dedi Dayım ardından da arkasındaki Ordu silahlarını çıkartıp karşı tarafa doğrulttu.
Sayamayacağım kadar çok kalabalıktık. Karşı taraf sayıca azdı fakat buna rağmen onlarda silahlarına davranmıştı.
Korku dolu bakışlarım önce Yavuz'u buldu.
Sebep olduğun şeyi gör dercesine bana bakıyordu.
Ardından da bakışlarımı Selim'e doğru çevirmiştim fakat o bana bakmıyordu.
Yanımda üç tane yetişkin hiçbir işe yaramayarak izliyordu önümüzdeki manzarayı.
Elimden geldiğince büyük adımlar atarak dayıma doğru ilerledim.
Sakince kolunu kavradım ve bana bakmasını sağlayarak kolunu sıktım.
Öfkeli bakışlarını bana çevirdiğinde bir nebze de olsa yumuşamış gibiydi.
"Adamlarına söyle silahlarını indirsinler," Diye fısıldadım. Kimsenin bizi duymadığından emindim.
Gözlerinde kıvılcım çıkarak bana bakmış, dişlerini sıkarak sessiz kalmıştı.
"Senden ilk defa bir şey istedim... dayı," dedim ve derin bir nefes alarak devam ettim.
"Benim yüzümden burada masum insanlar ölürse, sence kendimi affedebilir miyim?" Diye sordum çaresizce.
"Onların acı çekmesini benden daha çok isteyen sayılı insan vardır belki de. Fakat burada onlarca masum insan var. Ayrıca namlunun diğer ucunda abim ve...." dedim bakışlarımı kaçırarak.
"Yavuz var."
O an ona sevdiğim adam demek çok zor gelmişti fakat dayımın gözlerindeki parıltıdan anlamış olduğunu biliyordum.
Keyifle gülümsedi.
Resmen tüm öfkesi dağılmış bir şekilde neredeyse kahkaha atacaktı.
Ne olduğunu bile anlamayarak şaşkınca baktım yüzüne.
"Silahlarınızı indirin." Dedi adamlarına ve anında herkes silahlarını indirdi.
Yüzündeki keyif hiç silinmeksizin bakışlarını benden karşı tarafa doğru çevirdi.
"Şimdi buradan gidiyoruz. Bir zorluk çıkartmaya kalkmayın. Bunun senin için iyi sonuçlanmayacağından eminim" dedi ve kolumu tutup onunla birlikte yürümem için beni harekete geçirdi.
Ona karşı koymayarak arkamı döndüm.
Fakat son anda göz ucuyla Yavuz'a bakmıştım.
Yüzünden her ne kadar ne hissetmiş olduğunu anlayamasam da o da ne yapacağını şaşırmış bir halde bakıyordu bana.
Ya da ben öyle olmasını istediğimden zihnim bana oyun oynuyordu.
Dayımla sakin adımlarla onun arabasına doğru ilerledim.
Sırtımda Yavuz'un bakışlarını o kadar net hissediyordum ki, arabaya bindikten sonra sertçe irkilerek içime yayılan kötü hissi yok saymaya çalıştım.
Bulut ve Begüm arkadaki araba ile geliyorlardı. Selim ise sürücü koltuğunun yanındaki yolcu koltuğundaydı.
Araba sakince yol almaya başladıktan uzun bir süre boyunca dayımın bakışlarını yüzümde hissetmiştim fakat yok saymak çok daha kolay olduğundan öyle yaptım.
Yolun büyük bir çoğunluğu camdan dışarıyı izlesem de içinde bulunduğum açlık ağır bastığından bir süre gözlerimi kapatıp dinlendirmiştim.
Hiç bitmeyecek gibi gelen yol nihayet bitmiş, aylardır kalmaya alışık olduğum villa görünmüştü.
Araba durupta bahçeye adım attığımızda gözlerim çocukları arasa da hava soğuk olduğundan bahçede değillerdi. Dayım
"Siz geçin, ben birazdan geleceğim," dedi ve arabada kalmayı tercih ederek geride kaldı.
Selim ile yürümeye başlamış olduğumdan içimde bir yer Yavuz'un özlemiyle sarsılmıştı. Onsuz ne yapacağımı bilmiyordum ve en çokta Selim'i görmek bana onu hatırlatıyordu.
İkisinin arasındaki bağ kardeşler arasındaki bağ kadar güçlüydü en az. Ve o ikisi her ortama birlikte geldiklerinden, Selim'i gördüğümde uzun bir süre canımın acıyacağını biliyordum.
"Biliyor muydun?" Diye sordum aniden aklıma gelmiş bir şekilde.
"Neyi?" Diye sordu bilmemezlikten gelerek fakat neyi kastettiğimi biliyordu.
"Orada olduğumu," dedim artık durmuş, evin giriş kapısına birkaç metre mesafe kalmıştı.
"Hayır fakat tahmin etmiştim," dedi ciddi bir ifadeyle.
"Yavuz seni hayatta tutmayı her şeyden çok önemsiyor ve bunun İçin bir sınır tanımayacağını birçok kere göstermedi mi zaten? Bunun İçin onu suçlayamazsın," dedi ses tonu anlayışlı çıksa da kimin tarafını tuttuğu oldukça açıktı.
"Sorun ne biliyor musun? Tüm olaylar benimle ilgili ve her şeyin öznesi benim fakat herkes benimle ilgili karar alıp uygulayabileceğini sanıyor. Sonra da karşıma geçip hayatta kalman İçin diyor. Karşıma geçmiş Yavuz'u savunuyorsun bana," dedim hafiften öfkeli çıkmaya başlayan sesimle.
"Bak Yazgı, Yavuz seni gerçekten seviyor ve bu şapşal yeni tanıştığı bu duyguyla nasıl baş edeceğini bilmiyor. Bu yüzden de kibar olmadığını ve senin beklediğin gibi davranmadığını biliyorum. Ama inan bana Yavuz sevdiği birçok kişiyi kaybetti. Seni de kaybetmeyi kaldıramayacağını biliyor. Üstelikte birçok kere bununla yüzleşti o," dedi sakince. Sözleri elimde olmadan beni sakinleştirmişti fakat tabi ki de Yavuz'u affetmemiştim.
"Haydi gel. Çok solgunsun, bir şeyler atıştır ve dinlen," dedi ve kolumu sıvazlayarak hafifçe gülümsedi.
Hiçbir şey söylemeden dediğini yaptım ve sakin adımlarla ilerleyerek eve adımımızı attık.
———————
Kısa bir selamlaşma ve hasret gidermeden sonra hafif bir şeyler atıştırmış ve önceden kaldığım odaya geçerek uzun ve sıcak bir duş almıştım.
Açıkçası burada olmak bana çok daha iyi geliyor ve rahatlatıyordu.
Tek sorunum her yerde Yavuz'un anıları vardı.
Ama bunun bir şekilde üstesinden gelmeliydim.
Aynadaki aksime bakmayı bıraktım ve saçlarımı havlu ile üstün körü bir şekilde kuruladıktan sonra odama geçtim.
Bornozuma sıkıca sarılmış, gardıropta ki kıyafetlerimden birini seçmek için o tarafa doğru yönelmiştim.
rahat salaş bir bluz ve siyah bir tayt seçtim ve iç çamaşırlarımla birlikte hepsini üzerime geçirdim.
Artık yapacak başka bir şey kalmadığından ve aşağıya da inmek istemediğimden yatağıma yönelmiştim ki odamın kapısı tıklatıldı.
"Girin," dedim sakince.
Kapı yavaşça açılıp Begüm odamın içine adım attığında şaşırdığım İçin hafifçe toparladım bedenimi.
"Nasılsın?" Diye sordu ürkek bir şekilde.
Onda anlam veremediğim bir çekingenlik vardı. Sanki çok sevmek istediği bir kedi yavrusuna uzanacaktı fakat canının yanmasından korkuyor gibiydi. Bu benzetmede kedi yavrusu ben olduğumdan durum beni rahatlatmak yerine daha çok geriyordu.
Begüm sakin adımlarla gelip ayak ucuma oturmuştu.
Elimde olmadan onu süzdüm ve aramızdaki benzerlikleri bulmaya çalıştım.
Kusursuz bir yüzü ve cildi vardı. Benden çok daha iyi bir fiziğe sahipti. Yani benden oldukça güzel ve alımlıydı.
İlk bakışta aramızda pek bir benzerlik bulamasam da ten rengimiz aynıydı. Saçları benim saç rengimin aksine simsiyahtı. Fakat gözleri benim gözlerim gibi ela renkliydi. En azından bulunduğum noktadan öyleydi.
Kaşlarını kaldırıp yüzüme baktığında benden bir cevap beklediğinin farkına vardım.
"İyiyim," dedim güçlükle.
"Koray ile konuştum biraz önce," dedi Begüm o an vicdanımı demirden eller sıkıca kavramış gibi nefesim kesildi.
Yaptığım şey ve ona zarar vermiş olduğum gerçeği eski bir hatıra gibi zihnimde saklandığı yerden gün yüzüne çıkmıştı.
"Nasılmış?" Diye sordum bakışlarımı kaçırarak.
"İyi merak etme bir soru yok." Dedi Begüm hafifçe gülümseyerek.
"Merak etme seni suçlamıyorum. Koray da suçlamıyor. Aynı şeyi bende yapardım senin yerinde olsaydım," Dedi. Beni rahatlamak için mi böyle diyordu yoksa ciddi miydi bilmiyordum fakat çok önemli de değildi benim için.
"Bak," dedi dikkatimi üzerine çekmek amaçlı.
"Yıllar sonra sıcak bir kardeş bağı kuramayacağımızı ve senin tüm bunları hazmetmek için zamana ihtiyacın olduğunu biliyorum. Fakat ne zaman istersen yanındayım. Elimden gelen her şeyi yapmaya da hazırım," dedi hafifçe gülümseyerek.
Derin bir nefes aldım.
"Tamam." Dedim sadece.
Başka söylemek istediğim çok şey olsa da enerjim yoktu.
Buruk bir şekilde tebessüm etti ve gitmesi gerektiğini fark etmiş bir şekilde iyi geceler diyerek odamdan çıktı.
O gittikten sonra kendimi yumuşacık yatağa bıraktım ve rüyamda Yavuz'u görmemeyi dileyerek uyumaya çalıştım.
—————————
Yavuz'u görmeyeli tam on gün olmuştu. Onu o kadar çok özlemiştim ki, vaktimin çoğunu onu düşünmeyi önlemek adına bir şeylerle uğraşarak geçiriyordum. Çocuklarla ilgileniyor, evin temizliğine yardım ediyordum.
Geçen gün garaj da bulunan eski eşyaların atılmasına bile yardım etmiştim.
Fakat ne yaparsam yapayım her yastığa başımı koyduğumda Yavuz'un özlemininin kalbimi sarmasını, onun özlemi ile gözlerimin dolmasını önleyemiyordum.
Yine sıradan bir güne uyanmış, rutin bir şekilde günlük işleri Aslıhan ile birlikte halletmeye başlamıştım.
Saat öğleni yeni geçmişti ki Selim işten erkenden geldi. Sanki kötü bir haber alacak gibi yüreğim sıkışsa da ifadesi gayet normaldi.
Yani kocaman alaycı gülümsemesi ile karşımda duruyordu.
"Yazgı bir dakika gel otur," dedi ve elimdeki elektirik süpürgesini bırakarak koltuğa oturmamı sağladı.
Sessiz bir şekilde onun ne söyleyeceğini beklemeye başladım.
"Artık özgürsün," dedi lafı dolandırmadan.
"Eskiden baban olmakla görevli adamı yakaladık." Dedi ve hafifçe gülümsedi.
"Artık senin için bir tehlike kalmadı dışarıda."
Şaşkınca donakalmış, ilk başta ne diyeceğimi bilememiştim. Uzun zamandan sonra önüme serilen özgürlük bocalamama neden olmuştu.
Derin bir nefes aldım.
"Yakalandı mı?" Diye sordum otomatik olarak. Şu an aklıma gelen tek şey buydu.
"Evet," dedi Selim, her zaman ki rahat tavrı ile.
Başımla onayladım onu ve yerimden kalktım.
Derin bir nefes aldım ve zorlukla yutkunarak ayağa kalktım.
"Beni kafeye bırakabilir misin?" Diye sordum Selim'e yalvarırcasına bakarak.
Kötü görünüyor olmalıydım ki hiçbir itiraz belirtisi göstermeden ayağa kalktı ve başıyla onayladı.
"Aslı," dedim kelimeleri güçlükle bulmayı deniyormuş gibi.
"Görüşürüz." Dedim sadece.
Şu an aklım öylesine karışık bir haldeydi ki, ne dersem diyeyim boş geliyordu sözcüklerim.
Beni anlıyormuş gibi başıyla onayladı ve hafifçe tebessüm etmekle yetindi.
Şu an birçok şeyi hazmetmek için kendime zaman tanımam gerekiyordu. Buraya geri döneceğimi, vedalaşmak için bile buna ihtiyacım olduğunu biliyordum.
Ama şu an bu duvarlar üzerime üzerime geliyordu.
Selim önde ben arkasında ilerleyerek evi ardımızda bıraktık.
Aslı'nın camdan bize baktığını biliyordum.
Arkamı dönüp el sallamak istesem de buna bile mecalim yoktu.
Selim ile beraber arabaya bindiğimizde bana zaman vermek istercesine bir süre daha sessiz kalmakla yetindi.
Ne kadar süre boyunca sadece yolu izlediğimi bilmiyordum.
En nihayetinde konuşmam gerekeceğini bildiğimden yerimde hafifçe kıpırdandım.
"Şimdi ne olacak?" Diye sordum boğulur gibi.
Göz ardı ettiğim her şey gün yüzüne çıkıyor, uzun zamandır bastırdığım duygularımın altında eziliyordum.
"Ah," dedi Selim gülerek.
"Bana kalsa Yavuz ile ikiniz için düğün tarih almamız gerek derim," dedi ve ışıltılı gülümsemesiyle bana bakıp göz kırptı.
"Ama senin katır inadın ve onun öküzlüğü yüzünden bir süre birbirinizden ayrı kalıp sonra kavuşacaksınız. Bu arada," dedi bir şeyi yeni hatırlamış gibi kaşlarını çatarak.
"Siz düğünü ne kadar ertelerseniz o kadar azalıyor takı takma ihtimalimiz haberin olsun," dedi ve büyük bir kahkaha atarak arkasına yaslandı rahatça.
Onun bu rahatlığı içten içe beni de rahatlamış olsa da her şeyden korkan yanım daha ağır basıyordu.
Sonunda istediğim olmuştu. Eski hayatıma dönüyordum.
Peki neden şu an, aslında istediğimin bu olmadığını fark ediyor ve büyük bir korkuya kapılıyordum? Bilmiyordum.
Eski hayatımdan geriye kalan şeyler ne kadar bana aitti ki? Birkaç ay önceki Yazgı ile şimdiki Yazgı bambaşkaydı.
Kalbimi geride bırakıp yeni bir sayfa açıyordum.
Ama sayfalar yarımdı, eksikti. Ve kalbim bu eksikliğe dayanamıyordu.
Zihnime üşüşen Yavuz'un görüntüsünü güçlükle savuşturdum.
Dikkatimi dağıtmak adına konuşmak için kendimi zorladım.
"Kendimi toparladıktan sonra çocukları ziyarete gelirim. Onları çok sevdiğimi söyle olur mu?" Dedim Selim'e başıyla beni hafifçe onayladı ve son bir kavşaktan dönüp kafenin bulunduğu sokağa doğru direksiyonu kırdı.
Duruşumu dikleştirdim ve her şeyin üstesinden tek başıma da gelebileceğimi içimden söyledim kendime.
Beni baltalamak isteyen yanımı tüm gücümle susturdum ve motoru duran arabadan emniyet kemerimi açarak indim.
Selim de benimle beraber arabadan inmiş, kafenin girişine doğru yürümüştü.
Kafenin önünde Nazlı ve Tuğrul durmuş gülerek bir şeyler konuşuyorlardı.
Nazlı'nın yüzündeki gülümsemeyi gördüğümde ağzım şaşkın bir şekilde aralanmıştı.
Nazlı'nın yüz ifadesinden resmen ben aşığım ifadesi okunuyordu.
Samimi bir şekilde gülümsedim ve imalı bir şekilde baktım ikisine. Nazlı bakışlarımı yok sayıp konuşmaya başlasa da Tuğrul rahatsızca yerinde kıpırdanmıştı.
"Yazgı," dedi Nazlı ve sıkıca kolları boynuma dolandı. Gülümsedim ve bana sarılmasına karşılık vererek onu ne kadar da çok özlediğimi fark ettim.
"Nasılsın kuzum," dedi bana sarılmayı bırakmayarak.
"Konuşacak çok vaktimiz var, döndüm." Dedim ve bir adım geri atarak ayrılan ben oldum.
Yüz ifademden bir şeylerin yolunda olmadığını anlamış olacaktı ki, bozuntuya vermek istemese de gülümsemesi soldu.
"Peki," dedi yavaşça ve bakışlarını soluma doğru çevirdi.
Selim'e bakıyor olduğunu düşündüğümden bir süre baktığı yöne bakma ihtiyacı hissetmesem de bir noktadan sonra merakla çevirdim bakışlarımı baktığı yöne.
Yavuz tüm heybetiyle Selim'in birkaç adım arkasında duruyor, keskin bakışlarıyla bana bakıyordu.
Onu görmeyeli günler olmuştu.
Yüzünde daha yakışıklı olması mümkünmüş gibi onu daha da yakışıklı kılan birkaç günlük kirli bir sakal vardı. Açık mavi gömleği ve altındaki kot pantolonuyla onu bu zamana kadar hiç böyle bir tarzda, hem çok rahat hem de umursamaz olarak görmemiştim.
Sakince yutkundum ve tüm enerjimi kullanarak etkilendiğimi belli etmemeye çalıştım.
Bakışlarımı tekrardan Nazlı'ya çevirdiğimde Nazlı muzipçe gülümsedi.
"Şefin tavsiyesi muhteşem bir pastamız var, geçin içeriye de sıcak bir çay ile tadına bakın," dedi ve Selim ile Tuğrul'u da alarak içeriye geçti. Bende onların arkasından bir adım atmıştım ki Yavuz'un güçlü eli nazik bir şekilde kolumu kavradı ve bedenimi ona doğru dönmesi için hafifçe zorladı.
Ona bakmamaya çalışarak elimde olmadan döndüm
"Konuşmamız gerek," dedi Yavuz yorgun bir sesle.
"Konuşacak bir şey yok," Dedim hafifçe dudaklarımı yalayarak.
Ona bakmamakta oldukça kararlı olsam da bunun için tüm irademi kullanıyordum.
"Yazgı," dedi Yavuz bıkkın bir sesle.
"Bana daha ne kadar sırtını döneceksin? Beni daha ne kadar görmezden geleceksin?" Dedi umutsuz bir ses tonuyla.
"Bilmiyorum," Dedim titrek bir sesle.
Gözlerim, yeşil ve griye ev sahipliği yapan gözleriyle buluştuğunda bana büyük bir aşkla bakan adamı görsem de, bana ihanet eden adamda oydu.
"Çok kırgınım," Dedim titrek bir sesle.
Yarım saniye gibi kısa bir süre sessiz kalarak birbirimizin gözlerinin içine baktık.
Daha ben ne olduğunu anlamadan Yavuz benim önüme doğru bir manevra yaparak beni arkaya doğru ittirip kendini bana siper etmişti, ardından patlayan üç el silah sesi tüm hücrelerimin korkuyla donmasına neden olmuştu, yere düşmüş bir halde sırtı bana dönük bir şekilde hala ayakta durmakta olan Yavuz'a bakıyordum. Neler olduğunu anlayamamanın şaşkınlığı içinde tam konuşmaya başlayacaktım ki
Yavuz yavaşça yere düşmüştü. Vurulmuştu.
Sevdiğim adam gözlerimin önünde kanlar içinde yatıyordu.
Mavi gömleği koyu kırmızı renk ile kaplanmaya başlamış, açık gözlerindeki parıltı giderek sönmeye başlamıştı.
Ne yaptığımı bile fark etmeden ellerim karnındaki kurşun yarasını bulmuş, ağlamaktan gözlerim yaşlarla bulanmış bir halde yarasına elimle baskı uyguluyordum.
Gözlerini benden ayırmadan yüzümü süzerken o hariç her şeye yabancıydı zihnim.
Arkadan bağırıp duran insanların ne dediğini bilmiyordum, delicesine ağladığım için bulanık gören gözlerim yüzünden yanımda duran adamın Selim olup olmadığının bile bilincinde değildim.
Yavuz'un gözleri hafifçe kapanıp, ellerim onun kanı ile ıslandı.
O ellerimin arasından kayıp gidiyordu.
Sevdiğim adam ölüyordu.
-1. Kitap Sonu -
13/06/2020 Y.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Mürekkebi
General Fiction"Ona benzemiyorum," dedim dişlerimin arasından. Beni bu denli sinirlendireceğini düşünmediğinden yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkın bir ifade almıştı. "Ona benzemiyorum," dedim inatla, gözlerim dolu bir şekilde. Ardından da öfkeyle gözlerimi yumd...